Geçen pazar günü yapılan yerel seçimler, hiç kimsenin tahmin edemediği bir dip dalgasının büyük bir sarsıntıyla kendisini dışa vurduğu sürpriz bir sonuçla kapandı.
Evet, bazı anketler İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde CHP’li adayların AK Partili rakiplerine önemli bir fark atacağına işaret ediyordu. Ancak geçen mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde anketlerde yapılan vahim hataların ardından, herkes bu kez biraz ihtiyat payıyla yaklaştı bu tahminlere; özellikle de İstanbul’la ilgili olanlara...
CHP’nin, her yerel seçimde olduğu gibi sahil şeridindeki gücünü koruması standart bir beklentiyi oluşturuyordu. Buna karşılık, Eskişehir’in zora girdiği, hatta İzmir’de sıkıntı olabileceği yolundaki söylentiler CHP çevrelerinde sıkça konuşuluyordu seçimden hemen önce.
Sonuçta her cephedeki siyasi aktörlerin tahminleri, hesapları altüst olmuştur. CHP, sahil şeridini aşıp bütün Ege bölgesindeki şehirleri almış, oradan Anadolu’nun içlerine kadar sokulmuştur. Ayrıca, Karadeniz sahil şeridinde kuvvetli bir şekilde bayrak göstermiş, Kilis ve Adıyaman gibi illerde “burada da varım” demiştir.
Seçimin en büyük sürprizi, AK Parti’nin 3 Kasım 2002 genel seçiminden bu yana ilk kez sandıkta Türkiye’nin birinci partisi olma vasfını kaybedip, ikinci parti konumuna gerilemesidir. On yıllardır yüzde 25 bandında sıkışmış olan CHP de bu sınırı geçip Türkiye’nin birinci partisi olarak sahneye çıkmıştır.
Kabul edelim ki bu tablo, geçen pazar akşamı sandıklar açılana kadar pek tahayyül edilemeyecek bir durumdu. Hatta, bir ihtimal olarak telaffuz edilse, pek çok insanın kaşını kaldırarak karşılık vereceği bir önerme olurdu.
Ama öncesinde tahayyül edilemeyecek bir durum, gerçeğin kendisi olarak sandıkta tezahür etmiştir pazar günü.
*
Sandıktan çıkan sonucu analiz etmek üzere pazar akşamından bu yana siyaset bilimciler, gazeteciler, anketçiler ve politikacılar tarafından pek çok neden dile getiriliyor.
Tabiidir ki, bu kadar kuvvetli bir dip dalgasını yalnızca tek bir faktör ile izah etmek gerçekçi olmaz. Değişen derecelerde olmak üzere ülke genelinde geçerli ekonomik, siyasi, sosyal birçok koşulun bir araya gelerek topluca yarattığı kritik bir yoğunluğun dışavurumudur bu sonuç.
Buna ek olarak, özellikle yerel düzeyde son derece karmaşık etmenlerin ve tercihlerin rol oynadığı oldukça karmaşık dinamikler de devreye girer belediye seçimlerinde.
*
Bu uzun liste içinde ekonomik nedenlere geniş bir pay ayırmak gerekiyor. Ülkenin son yıllarda kronik bir şekilde yüksek enflasyon ortamında yaşaması, satın alma gücünün süreklilik içinde ve ciddi oranlarda gerilemekte oluşu, yoksulluğun yaygınlaşması, hayat pahalılığının dizginlenemeyen bir kabus halinde vatandaşın nefesini kesmesi, sandıktaki dip dalgasını tetikleyen önemli bir faktördür.
Satın alma gücünün tepetaklak aşağı gitmesinin orta ve orta üst sınıfları da vurduğu, onları tüketim alışkanlıklarını ve yaşam standartlarını değiştirmeye zorladığı bir ortamda, dar gelirlilerin, tek bir emekli maaşı ile ay sonunu getirmek zorunda olan vatandaşların durumunun nasıl bir çaresizliğe dönüştüğünü düşünebilmek, hissedebilmek hiç de zor değildir.
Burada duyulan derin hoşnutsuzluk, geçen pazar günü kendisini topluca ifade edebileceği bir pencere bulmuştur seçim sandığında.
*
Ekonomi dışı faktörlere gelirsek... Sandıkta verilen bütün mesajları okuyup değerlendirecek olan öncelikle iktidarın kendisidir.
Örneğin, neden Ege, Orta Anadolu ve Karadeniz’de birçok ilde şehir merkezlerini kaybettiğini, neden giderek kırsal kesime doğru sıkışmakta olduğu sorusunun yanıtını özellikle bulmak durumundadır iktidardaki AK Parti. Şehir sosyolojisinin yalnızca sahil şeridi ve büyük metropollerde değil, artık Anadolu’da da AK Parti’nin aleyhine işlediği anlaşılmıştır bu seçimde.
İktidar partisi, bu çerçevede gençlerin neden daha yüksek oranda muhalefete yöneldiği sorusuna da yanıt aramak durumundadır. Bu noktada gençlerin ülkelerinde kendilerine bir gelecek görmemelerinin yol açtığı karamsarlık kadar, özgürlüklerine, yaşam tarzlarına müdahale edilmesinden duydukları rahatsızlığın de hesaba katılması gerekiyor.
Uzun yıllardır düzenlenen bazı müzik festivallerinin birden sudan bahanelerle kaymakamlar ve valiler tarafından yasaklanması, bu başlık altında verilecek örneklerden sadece biridir.
Ayrıca, uzun bir zamandır Türkiye’nin üzerinden bir türlü kalkmayan kutuplaşmanın yarattığı yorgunluğun uzantısı olarak, insanların artık daha mutedil, birleştirici bir siyasi iklime duydukları ihtiyacın önemi de yadsınamaz. Seçmen, kendisine bu kuşatıcı söylemle yaklaşanları ödüllendirmiştir pazar günü.
*
Ülkenin başka alanlardaki genel gidişatını da sandıkta beliren denklemin içinde değerlendirmek gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmadığı bir ortamda hukukun üstünlüğü ilkesinin, adalet duygusunun zemin kaybettiği algısı yalnızca muhalefetle sınırlı değildir Türkiye’de. Toplumda daha geniş bir kesime yayılmış bir algıdan söz ediyoruz.
Önemli bir başka unsura gelince, seçim sürecinde gerçek rekabet koşulların gerilediği, yarışmanın adil bir zeminde yapılmadığı olgusunun seçmenin gözünden kaçmadığı ve bu davranışın tepki gördüğü gerçeği de tecrübeyle sınanmış olmalıdır. Toplam 17 bakanın İstanbul’da AK Parti adayı lehine topyekun sahaya çıkmasının vatandaşların çoğunluğu tarafından yadırgandığı sandıktaki sonuçtan da görülmüştür.
Tabii ülkemizde uygulanmakta olan başkanlık sistemine dönük bir boyutu da var pazar günü yaşanan siyasi hadisenin. Giderek bütün erklerin merkezi tek bir elde toplanmasıyla şekillenen iktidar temerküzü karşısında, seçim sonuçları bir anlamda kurumlarda belirsizleşen dengeleme ve denetleme işlevini bizzat sandığın üstlendiğini ortaya koymuştur. Bu yönüyle demokratik bir ayar vermiştir seçmen.
*
Şimdi bir an için bütün bu faktörleri bir tarafa koyalım. Geçen pazar günü gerçekleşen yerel seçimin buraya kadar sıraladığımız bu faktörlerin hepsinin üstüne çıkan çok temel bir yönü var. O da şudur: Türkiye’deki demokrasi tecrübesinin, bütün olumsuzluklara ve ters akıntılara rağmen ne kadar kök salmış olduğunu etkileyici bir şekilde sergilemiştir.
Demokratik sabrın, demokratik tahammülün neticesinin eninde sonunda sandıkta tecelli edeceğini göstermiştir.
Ve bir bu kadar önemlisi, Türkiye’den bütün dünyaya verilen mesajdır. Dünyada demokrasilerin zemin kaybettiği, sandıkta değişimin önünün artık kapandığı, popülizmin, otoriterleşmenin yükseldiği söyleminin kabul gördüğü bir dönemden geçiyoruz. Türkiye, Batı’da da giderek yerleşen bu anlatıyı tersyüz etmiştir yerel seçimde.
Bu sonuç, bütün bölge ülkelerine ve aynı zamanda Avrupa Birliği’ne Türk toplumunun hiç de azımsanmaması gereken bir demokratik dayanıklılığa ve olgunluğa sahip olduğunu göstermiştir.
AB’nin seçim sonrasında bu demokratik hasletlere sahip bir ülke ile yapıcı bir angajmana girmemesi, olsa olsa Avrupa’daki devlet adamlarının idrak sorunuyla malul olduklarına işaret edecektir. Bu takdirde, Avrupa Komisyonu’nu da aynı sorumluluk tablosuna dahil etmekte hiçbir mahzur olmaz.
*
Son bir nokta... 31 Mart yerel seçimi aynı zamanda ülkemizde bir yumuşama dönemine girilmeye ihtiyaç duyulduğunu da hepimize kuvvetli bir altyazıyla anlatmış olmalıdır.
Bir sonraki seçime daha dört yıl olduğuna göre artık biraz sakinleşme zamanı gelmedi mi? Bunu sağlamak üzere iktidar cenahında bazı adımların atılması, jestlerin yapılması, yeni bir siyasi dilin benimsenmesi için hiçbir engel yok. Üstelik finansman, teknoloji gibi araçlar da gerekmiyor bu hamlelerin yapılabilmesi için.