Şam’daki yeni hükümet ile PKK uzantısı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında imzalanan anlaşmanın yankıları, geçen haftanın ikinci yarısında Suriye’de Nusayrilerin (Arap Aleviler) yoğun yaşadığı Lazkiye-Tartus sahil hattı ve kırsalında meydana gelen kanlı hadiselerin önüne geçti.
Sahil hattında yaşanan ve çok sayıda insanın öldüğü bu olaylar, Suriye’nin girdiği yeni dönemde Nusayriler açısından sıkıntılı bir durumun varlığını gösteriyor.
Perşembe günü başlayan ve ancak pazar günü kontrol altına alınabilen ve daha sonra da yer yer daha küçük ölçekte devam eden hadiselere kısaca bakalım.
Geçen bir hafta boyunca çıkan haberlerden çatışmaların akışı şöyle özetlenebilir:
*
Çatışmalar ilk aşamada, geçen aralık ayı başında Şam’daki iktidar değişikliğinden sonra kuzeyde bu bölgeye yerleştikleri anlaşılan silahlı eski rejim unsurlarının, yeni yönetimin güvenlik güçlerine karşı başlattıkları saldırılarla tetiklenmiştir.
Olaylar ikinci aşamada Şam’daki hükümeti temsil eden silahlı güçlerin bu kalkışmaya karşılık vermeleriyle büyümüştür. Şam başta olmak üzere muhtelif bölgelerden intikal eden takviye birlikleri, eski rejim unsurlarına müdahale ederken bazı gruplarca sivil halkın da hedef alınması ve bu sırada meydana gelen kayıplar hadiseleri bambaşka bir noktaya taşımıştır.
*
Lazkiye-Tartus olayları, uluslararası alanda da büyük tepkilere yol açmış bulunuyor. En kuvvetli tepkiyi verenlerden biri Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Avusturyalı Volker Türk oldu.
Türk, geçen pazar günü yaptığı açıklamada, eski hükümetin unsurları ve diğer yerel silahlı kişiler tarafından başlatılan koordineli saldırıların ardından, “Ailelerin kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere toptan öldürüldüklerine dair son derece rahatsız edici haberler aldıklarını” söyledi. Türk, silah bırakmış askerlerin öldürülmesini de bu tabloya dahil etti.
BM yetkilisinin açıklamasının en önemli kısmı, “mezhep temelli yargısız infazların gerçekleştirildiğine ilişkin haberlere” dikkat çekmesiydi. BM yetkilisi, bu infazların sorumluları konusunda “Kimliği belirlenemeyen failler, geçiş dönemi makamlarına bağlı güvenlik güçlerinin mensupları ve aynı zamanda eski hükümetle ilişkili unsurlar” ifadesini kullandı.
Türk, bütün cinayetler ve ihlallerin ivedi, şeffaf ve tarafsız bir şekilde soruşturulmasını, sorumluların uluslararası hukuk normlarına uygun bir şekilde hesap vermelerinin sağlanmasını da istedi.
*
Bu hadiselerde kaç kişinin hayatını kaybettiği konusunda çelişkili rakamlar ortaya atılmıştır. Bu arada, uzun zamandır Suriye’deki insan hakları ihlallerini izleyen Birleşik Krallık merkezli iki ayrı kuruluşun tespitleri, uluslararası medyada sıkça referans alınmıştır.
Bu iki kuruluşun geçmişte Esad rejiminin hak ihlallerini de yaygın bir şekilde raporlamış olmaları, tespitlerine belli bir inandırıcılık kazandırıyor.
Bunlardan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SİHG), geçen pazar akşamı yaptığı açıklamada olaylarda ölenlerin sayısının 1.300’ü aştığını, bunlardan 830’unun sivil olduğunu duyurdu. Kuruluş, kayıplardan güvenlik güçlerinin sayısını 231, eski rejim yanlısı unsurların sayısını ise 250 olarak verdi. SİHG’nin kayıpların çoğunu “Alevi topluluğuna karşı intikam amacıyla işlenen infaz ve katliamlar” olarak nitelemesi oldukça kuvvetli bir tespitti.
Açıklama yapan ikinci kuruluş, Suriye İnsan Hakları Ağı (SİHA) ise toplam kayıp sayısını 803 olarak gösterdi. Ancak bu toplama, raporlama yöntemleri nedeniyle eski rejim yanlısı silahlı grupların kayıplarını dahil etmedi.
SİHA’nın tespitlerine göre, Şam’daki merkezi hükümeti temsil eden güvenlik güçleri, bu olaylar sırasında toplam 420 sivil ve silah bırakmış askeri öldürmüştü. Buna karşılık, çatışmalarda eski rejimle bağlantılı grupların saldırılarında 172 asker-polis ve 211 sivil ölmüştü.
*
Görüleceği gibi iki kuruluşun kayıp sayılarıyla ilgili tespitlerinde bazı farklılıklar var. Ayrıca, sonraki günlerde gelen haberler, kayıpların sayısının daha da yükseldiğine işaret ediyor.
Bu arada, sosyal medyaya yansıyan sayısız görüntüler de ilk aşamada başlayan olayları bastırmak üzere intikal eden takviye birliklerinin devreye girmesiyle birlikte, yerel halkın bir kısmını da hedef alan infazların yaşandığını ortaya koyuyor.
Birçok Nusayri aile olaylar sırasında Lazkiye’nin bitişiğinde Rusya’nın denetimindeki Himeyhim hava üssüne sığınmak zorunda kalmıştır. Keza, pek çok aile de güney sınırında Lübnan’a kaçmıştır.
*
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, pazar akşamı yaptığı bir açıklamayla söz konusu olayları soruşturmak amacıyla yedi kişilik bir bağımsız komite oluşturduğunu duyurmuştur.
Şara, yaşanan hadiselerle ilgili olarak ülkeyi yeniden iç savaşa çekmek isteyen kesimleri, bu çerçevede eski rejimin uzantılarını suçlamıştır.
Cumhurbaşkanı, bununla birlikte olaylar sırasında güvenlik güçlerine yönelen suçlamalara da yanıt vererek, “Sivil halkın kanına bulaşan, halkımıza zarar veren, devletin yetkilerini aşan veya kendi amaçları doğrultusunda gücü istismar eden herkesten, tüm kararlılıkla ve hoşgörü göstermeden hesap soracağımızı beyan ederiz. Hiç kimse kanunun üstünde olmayacak. Suriye halkının kanına bulaşan herkes er ya da geç adaletin karşısına çıkacaktır”diye konuşmuştur.
Şara, ayrıca geçen salı günü Reuters ajansına verdiği bir mülakatta da “Adil olmayan bir şekilde kan dökülmesini ve (sorumlular) en yakımızdaki kişiler dahi olsa bu durumun cezasız kalmasını kabul etmeyeceğiz” açıklamasını yapmıştır.
Bu beyanları, Ahmed Şara’nın olayların bastırılmasında görev alan hükümet güçleri içinde kontrol dışına çıkanların bulunduğunu kabul ettiğini gösteriyor.
Şara’nın “soruşturma komitesinde Alevileri de görevlendirdiğini” söylemesi de, kendisinin bu olaylarda kayıp veren ve halen ciddi bir tedirginlik yaşamakta olan Nusayri kesimin güvenini kazanma çabasını yansıtıyor.
*
Şara’nın oluşturduğu komite beşi hakim, biri hukukçu, biri asker olmak üzere yedi üyeden oluşacaktır. Komite görevini 30 gün içinde tamamlayacaktır. Hazırlayacağı raporda meydana gelen olayları aydınlatarak, sorumluları tespit edecektir.
Bu komitenin yürüteceği çalışmanın, hazırlayacağı raporun objektifliğinin ve ardından Ahmed Şara’nın bu tespitlere göre izleyeceği hareket tarzının, kenndisinin uluslararası camia karşısındaki itibarı açısından da önemli bir sınav oluşturacağı söylenebilir.
Sahil şeridinde yaşanan olaylar, kuşkusuz 8 Aralık’tan sonra Suriye’de işlerin istikrar yönünde ilerlediği şeklinde yerleşen algıya ciddi bir gölge düşürmüştür. En azından Esad rejiminin uzantısı olan unsurlarının bir bölümünün hemen pes etmeyecekleri anlaşılıyor.
Olayların bir diğer sonucu, Şara’nın kendisine bağlı silahlı grupların hepsini ne ölçüde kontrol edebildiği sorusunu da gündeme taşımış olmasıdır.
Sahadan gelen bütün haberler, Şara’nın lideri olduğu Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) unsurlarının büyük ölçüde belli bir disiplin içinde hareket etmekle birlikte, Savunma Bakanlığı bünyesinde yeni oluşturulan ve farklı silahlı cihatçı grupların toplandığı yapılanmadaki kimi unsurların çizgi dışına çıkabildiklerine işaret ediyor.
*
Bu yönüyle bakıldığında, disiplin dışı hareket edebilen bu gibi unsurları nasıl zapt edeceği Ahmed Şara’nın liderliği açısından da kritik bir önem kazanmıştır. Burada sergileyeceği tutum, Batı’ya ısrarla vermek istediği, kendisinin geçmişteki radikal kimliğini terk ederek ılımlı bir çizgiye yöneldiği mesajının inandırıcılığı bakımından da bir sınamaya dönüşmüştür.
Tabii mesele sadece uluslararası camia değildir. İzleyeceği hareket tarzı, Ahmed Şara’nın her şeyden önce Suriye halkına karşı sorumluluğunu da yakından ilgilendiriyor. Göstereceği dirayet, öncelikle yeni dönemde Suriye’de hukukun geçerliği olacağı mesajını kayda geçirmesi için gereklidir.
Şara’nın bu başlıkta sergileyeceği kararlılık, ayrıca ülkenin önemli bir unsuru olan Nusayrilere Suriye’nin geleceğinde toplumsal barış ortamında güven duyabilecekleri bir statüye sahip olacaklarını hissettirmesi bakımından da şarttır. Bu, kendisinin yeni döneme yönelik kapsayıcılık taahhüdünün olmazsa olmazıdır.