Avrupa Birliği ile ‘stratejik fikirdaşlık’ aşamasına geçmek

BUNDAN önceki üç yazımızda Trump yönetiminin birbiri ardına yaptığı sert hamlelerin ABD ile AB arasında yol açtığı sarsıntının Avrupa’nın güvenliğini nasıl etkileyeceği, burada gözlenen çözülmenin Türkiye’nin AB ile ilişkilerine nasıl yansıyabileceği gibi soruları değerlendirmeye çalıştık.

AB’nin önceki gün Brüksel’de ‘Ukrayna’ ve ‘Avrupa Savunması’ gündemiyle düzenlediği zirvesinde alınan kararların, yapılan beyanların aslında bu yazı dizimizin finali açısından da bir çerçeve oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Zirveden çıkan kararlar, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Batı dünyası, özellikle Avrupa ile ilişkilerini yakından ilgilendiriyor. Bu ilişkilerin geleceği üzerinde önemli sonuçlar yaratma potansiyeline sahip.

*

Değerlendirmeye geçmeden önce AB liderlerinin önceki gün iki ayrı belgeyi onayladıklarını belirtelim. Bunlardan birincisi, Rusya’nın işgali altındaki Ukrayna’ya verilen kuvvetli desteğe ilişkin açıklamadır. Siyasi desteğin yanı sıra mali ve askeri yardımlara ilişkin taahhütler de yer alıyor bu belgede.

Macaristan’ın katılmadığı ve kalan 26 AB üyesinin imza attıkları bu metinde, “Ukrayna (masada) olmadan Ukrayna’yı konu alan hiçbir müzakerenin yapılamayacağı” vurgulanıyor. Böylelikle, ABD’ye Ukrayna’nın gıyabında bu ülkenin geleceğini Rusya ile pazarlık etmemesi gerektiği mesajı veriliyor.

Bunun gibi, “Avrupa’nın güvenliğini etkileyen hiçbir müzakerenin Avrupa dahil olmadan yürütülemeyeceği” vurgulanıyor. Bu mesaj da doğrudan ABD’ye gidiyor. Başkan Donald Trump’a Avrupa’nın güvenliğini ilgilendiren konuları AB’ye danışmadan Rusya lideri Vladimir Putin ile kendi başına müzakere edemeyeceği duyuruluyor.

AB liderlerinin Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin de katıldığı zirvede yaptıkları bu beyanın, Rus işgali altındaki Ukrayna ile olabilecek en kuvvetli dayanışmayı ifade ettiği aşikardır.

Beyaz Saray’da bütün dünyanın gözü önünde itilip kakılan Zelenski, Avrupa kıtasına ayak bastığında AB liderleri tarafından sıcak bir himaye ve destek görmüştür. AB cephesindeki bu dayanışmanın tek istisnası, Putin’e yakınlığıyla bilinen Macaristan lideri Victor Orban’dır.

*

İlk metin 26 ülkenin ortak açıklaması olarak yayımlanırken, “Avrupa Savunması”başlığı altındaki ikinci belge 27 ülkenin oybirliği ile çıkmıştır ve AB Konseyi kararları niteliğindedir.

Bu belgenin önemi, AB liderlerinin 2025 yılı itibarıyla AB bölgesinin güvenliğinin geleceği konusunda nasıl bir tasavvur geliştirmekte olduklarını ortaya koymasıdır. Savunma harcamalarının artırılmasından aralarında askeri işbirliğinin geliştirilmesinin esaslarına kadar geniş bir alana yayılıyor açıklanan hedefler. Bu yönüyle, Rusya’dan kaynaklanan tehdit karşısında AB’nin kendi savunmasıyla ilgili bir yol haritası olarak görülebilir 6 Mart mutabakatı.

Bu kararın ana mesajını vermek bakımından hemen giriş paragrafındaki şu cümleyi aktarmak yeterli olabilir:

“Avrupa daha egemen olmalı, kendi savunmasında daha fazla sorumluluk üstlenmeli, ivedilik arz eden ve gelecekte belirecek sınama ve tehditler karşısında özerk bir şekilde hareket edip, bunlarla baş edebilecek donanıma sahip olmalıdır.”

Özetle, AB savunmasında daha fazla egemenlik, daha fazla sorumluluk ve daha fazla özerklik...

Tersinden okursak, AB liderleri kıtanın savunmasında ABD’ye daha az bağımlı olma, ABD’den daha özerk hareket etme yolunda bir ortak irade beyanında bulunuyorlar.

*

Bu çerçevede, Trump yönetiminin yaydığı şok dalgaları karşısında AB’nin ABD ile köprüleri atmamakla birlikte, artık geleceğe dönük olarak kendi özerk savunma planlamasına başladığı tespitini yapmalıyız.

Geçmişte daha çok bir fikir egzersizi olarak telaffuz edilen ‘stratejik özerklik’ konusu, gelinen noktada AB açısından resmiyet kazanmış ve birliğin resmi politikasına dönüşmüştür.

Bu açıdan, AB ile ABD arasında uç vermekte olan ayrışmanın kolay kolay geri çevrilmeyecek bir güzergâha girmekte olduğu vurgulanmalıdır.

Bu yola girilmesi tarihi önemdedir. Şu nedenle ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin sağladığı garantilerin koruyucu şemsiyesi altında şekillenmiş olan Avrupa güvenliğinin daha özerk bir sahaya doğru kaymakta olduğunu görüyoruz.

Çok uzun bir zamana yayılacak bir sürecin henüz başındayız. Bundan beş, on yıl sonra muhtemelen çok daha farklı bir tablo bulacağız karşımızda...

*

Bütün bu gelişmeler Avrupa güvenlik sisteminin bir parçası olduğu için Türkiye’yi de hayati bir şekilde ilgilendiriyor. Bu sistemdeki her değişikliğin Türkiye’ye de bir yansıması olacaktır.

Bu arada altı çizilmesi gereken bir husus, metindeki özerklik temasına karşılık, AB ile NATO arasındaki bağların da kuvvetli bir şekilde vurgu almasıdır. Şöyle ki, “Güvenlik ve savunma alanında daha güçlü ve yetenekleri daha gelişmiş bir AB’nin küresel ve Transatlantik güvenliğe olumlu etki yapacağı” belirtiliyor. Bunun, NATO’nun ortak savunmasını tamamlayacağı kaydediliyor.

Bu yönüyle, bir taraftan özerkliğe doğru yelken açılırken, her şeye rağmen NATO’dan çekilmediği sürece ABD ile Transatlantik bağları koparmama, bu bağları koruma çabası da var. AB’nin 27 üyesinden 23’ünün aynı zamanda NATO üyesi olması da ittifak ile AB arasındaki geçişkenliğin en önemli paydasını oluşturuyor.

*

Belgenin bu bölümündeki kilit ifadelerinden biri, AB üyesi olmayan “fikirdaş ortaklar” ile de birlikte çalışmanın öneminin vurgulanmasıdır.

Zaten bu vurgunun bir uzantısıdır ki, önceki günkü zirveden sonra dün düzenlenen çevrim içi bir konferansta AB kurumlarının liderleri, hepsi de NATO müttefiki olan Türkiye, Birleşik Krallık, İzlanda, Norveç ve Kanada liderleri ile bir araya gelmiştir.

“Fikirdaş ortak” olarak tanımlanan bu beş ülke, önceki günkü AB Konseyi kararlarında ortaya konan stratejik vizyon ile bir şekilde ilişkilenmiş olmaktadır.

*

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konferansta yaptığı konuşma, Türkiye’nin Avrupa’nın savunmasında şekillenmekte olan yeni döneme bakışının temel parametrelerini ortaya koyması bakımından önemlidir.

Konuşmasında Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne yapılan kuvvetli vurgu, AB deklarasyonuyla örtüşüyor. Keza, Erdoğan’ın barış için “savaşan iki tarafın da masada olacakları sağlam bir diplomatik zemin” vurgusu da yine AB perspektifi ile uyumludur.

Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin geçen pazar günkü Londra toplantısı gibi Brüksel’deki AB zirvesi sonrasında fikirdaşlarla düzenlenen bilgilendirme toplantısına davet almasını olumlu karşıladığını belirtiyor. Bunu, “Avrupa’nın güvenliğine gerçekçi ve kapsamlı bir yaklaşım” olarak nitelendiriyor. Bu çerçevede “Avrupa’nın geleceğine dair bütün adımların Türkiye ile birlikte planlanmasının ortak menfaate olacağını” kaydediyor.

*

Erdoğan’ın konuşmasındaki kayda değer bir nokta, “Tüm bu gayretlerde Transatlantik bağın azami ölçüde korunması ve müttefikimiz Amerika’nın güçlü desteğinin alınması da şüphesiz önemlidir” şeklindeki sözleridir.

Bu ifadeyle, ABD ile AB arasında yaşanmakta olan şiddetli sarsıntıya rağmen, Türkiye’nin NATO’nun da temelini oluşturan ABD ile Avrupa arasındaki güvenlik bağlarının korunmasını arzuladığı kayda geçirilmiş oluyor.

Burada AB’ye dönük kritik bir beklentiye de dikkat çekelim. Cumhurbaşkanı’nın değindiği bir sorun, Türkiye’nin AB bünyesinde Ukrayna için savunma ürünlerinin tedariki ve ülkenin yeniden imarı programlarından dışlanmakta oluşudur.Erdoğan, bu durumun düzeltilmesini istiyor.

Bu noktada özellikle Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve kısmen Fransa gibi ülkelerin engellemelerinin aşılması gerekecektir. Sıkıntılı bir alandan söz ediyoruz.

*

Ve nihayet güvenlik konularına ilişkin değerlendirmelerden sonra, Erdoğan Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefini vurguluyor, “Stratejik ve vizyoner bir tutum benimsenerek, üyelik müzakerelerinin bir an önce canlandırılması”beklentisini dile getiriyor.

Sonuçta Avrupa’nın geleceğine dönük savunma ve güvenlik sorunları, Transatlantik bağlar konuşulurken karşımıza AB’ye tam üyelik dosyası çıkıyor.

Kuşkusuz, Türkiye’nin “fikirdaş ortak” olarak AB içinde güvenlik ve savunma alanındaki arayışlara dahil edilmesi başlı başına önemlidir. Ancak mesele “fikirdaşlık” ise buradaki bağların güvenlik politikalarından önce, temelde demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi alanlardaki ortak değerler üzerinde yükseldiğini göz ardı etmememiz gerekir.

Unutmayalım ki, Batı Avrupa son tahlilde bir demokrasi ve hukuk coğrafyasıdır.