PKK 47 yıl önce Türkiye’den bir Kürdistan koparmak için çektiği silahı 11 Temmuz 2025, saat 11.00 itibarıyla bırakmaya başladı. Başlarında örgüt adı Bese Hozat olan Hülya Oran olduğu halde 15’i kadın, 15’i erkek 30 PKK militanı, Süleymaniye yakınlarında Casene mağarasından çıkıp, tek sıra halinde üzerlerindeki silahları birer birer bu iş için hazırlanmış dev bir kazana bıraktılar. Bese Hozat kendi eliyle ateşe verdi silahları.
Bir devir kapandı.
Bese Hozat, tam 10 yıl önce, 11 Temmuz 2015’te 2012-2015 diyalog sürecinin bittiğini, savaşa devam edeceklerini ilan eden PKK yöneticisiydi.
Silahları bırakmadan önce bir platformda bir buçuk sayfalık bir metni okuyan da o oldu. Abdullah Öcalan’ın 19 Haziran 2025’teki, video kaydındaki çağrısına uyarak silahları bırakacaklarını söyledi. Demek ki daha önceki yazılı mesajlar PKK’nın yönetimini ikna etmemiş, Öcalan’ın yanında 6 şahitle çekip gönderdiği video kaydı etkili olmuştu.
Silahlar yanarken, PKK’lılar (silah bırakanların isimleri bu bağlantıda) kamplarına döndüler; geride yanıtlanması gereken pek çok soru bırakarak.
PKK soruları: sırada ne var?
Silahlarını bırakıp giden o militanlara ne olacak? Çoğu terörizm suçlarından kırmızı bültenle aranıyor.
Son 47 yıldır Öcalan önderliğinde Türkiye’de on binlerce cana, trilyon hesabında ekonomik kayba, hesaplanamayacak demokratik gerileme ve siyasi itibar kaybına yol açan PKK yöneticileri ne olacak? Onları bekleyen -muhtemelen ömür boyu hapis cezalarını çekmek için hapishanelere teslim olmak istemeyecekleri açık. En kıdemli kadronun yaş aralığı 70-75. Kendilerini siyasi mülteci olarak kabul edecek ülkeler aranıyor.
Örgüt kendisini nasıl, hangi aşamalarla feshedecek? Bu nasıl denetlenecek?
Suriye’deki uzantıları, PYD/YPG ne olacak? Türkiye onların da aynı şekilde silah bırakmasını istiyor. ABD Özel Kuvvetlerinin PKK’ya kurdurduğu SDG ne olacak? Türkiye’de kamuoyunun en çok tartıştığı konulardan birisi de bu, şehit ailelerinin ikna edilmesinin yanı sıra. ABD’nin Irak işgali nasıl bir Kürt özerk bölgesi ortaya çıkardıysa, şimdi de İsrail desteği ve ABD eliyle Suriye’de, Türkiye sınırında bir Kürt özerk bölgesi daha mı kurulacak “Terörsüz Türkiye” projesinin yan ürünü olarak?
PKK’lılar silahlarını bırakmak üzere Süleymaniye yakınlarındaki mağaradan çıkarken görülüyor. Başta örgüt yöneticilerinden Bese Hozat kod adlı Hülya Onur var.
Öcalan-Bahçeli-Erdoğan
Erdoğan 10 Temmuz’da MHP lideri Devlet Bahçeli ile bir sonraki adım üzerine yüz yüze görüştü. 11 Temmuz’da da MİT Başkanı İbrahim Kalın’dan silah bırakma konusunda aldığı ilk rapor ardından Bahçeli’yle bir telefon görüşmesi yaptı.
Bahçeli, 22 Ekim 2024’te Abdullah Öcalan’a yaptığı “fesih ve silah bırakma” çağrısıyla bu süreci başlatmıştı. 11 silah bırakma töreni bitiminde, PKK kurucu lideri Öcalan’ın “sözünde durduğu” ve Türkiye’nin önünde yeni bir ufkun açıldığını söyleyen de o oldu.
Bahçeli’nin 22 Ekim açıklamasında bir de Öcalan’a “umut hakkından” söz ediliyordu. Bu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çerçevesinde bir kavram. Ömür boyu hapis cezası alanlara da 25 yıl yattıktan sonra duruma göre salıverilme umudu anlamına geliyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 12 Temmuz konuşması merakla bekleniyor.
Beklenti yüksek. Örneğin aynı AİHS ilkelerince çalışan Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi (AİHM) kararları uyarınca AİHM ve Anayasa mahkemesi kararları uygulanarak, affa da gerek kalmadan Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi simge isimler bırakılabilir mi?
Erdoğan ne diyecek?
Ya da örneğin, üst düzey olmayan PKK’lılar için bir “yurda dön affı” çıkar mı? DEM Parti ile CHP’nin ortak isteği olan, Ekrem İmamoğlu örneğindeki gibi seçilmiş belediye başkanlarının cezaları kesilene dek görevlerinin başına olması, yani tutuksuz yargılanması kararı çıkar mı?
Türkiye’nin sonunda başka hiçbir ülke ya da hükümet dışı aktörü devreye sokmadan Kürt sorununun silahlı boyutunu kendi bünyesinde çözebilmesi uluslararası çapta siyasi başarı sayılacaktır. MİT koordinasyonunda Savunma ve Dışişleri bakanlıkları, DEM Partiyle işbirliğinde şimdiye dek iyi iş çıkardı.
Kürt sorunu Türkiye’nin en ciddi siyasi sorunudur ama tek sorunu değildir. Yargı bağımsızlığı, siyasi serbest rekabet önündeki engeller ve basın özgürlüğü gibi otoriter rejim endişesi doğuran paralel sorunlar var.
Mesele Türkiye’nin hem terör tehdidinden kurtulması hem iç barışı sağlaması hem de hukuk devleti ilkeleriyle yönetilen çoğulcu demokrasi olmasıysa, DEM Eş Başkanı Tuncer Bakırhan’ın dediği gibi “Kürtlerle oturalım, diğerlerini dövelim” olmaz. Olmuyor da zaten.