Mehmet Şimşek, geçtiğimiz günlerde ABD’de sahne aldı. Washington’daki bir toplantıda mikrofonu eline aldı, baktı ki IMF, Dünya Bankası, Atlantic Council gibi yapılar orada, hemen “Program yolunda gidiyor” dedi. Bu kurumların favorisi belli: içeride halkın ekmeğini küçülten, dışarıda getiri grafiğini büyüten ‘’fon yöneticisi’’. Şimşek de ezberini bozmadan, “ihtiyatlı, sürdürülebilir, reform odaklı” gibi piyasacı kelimelerle dolu bir paragrafla süsledi tabloyu. Sorun yokmuş gibi yaptı. Oysa tam da aynı günlerde İstanbul’da bir tekstil işçisi, “AKP sebep, enflasyon sonuçtur” yazılı pankart açtığı için tutuklandı.
Bir tarafta enflasyonu “hedef bandı içinde kalması muhtemel” diyerek sakinleştiren bir Bakan var; diğer tarafta geçim krizini anlatmak için sesini duyuramayıp telefonunu kürsüye fırlatmak zorunda kalan bir işçi. Biri yurtdışında alkış alırken, diğeri içeride cezaevine gönderiliyor. İşte program bu şekilde “yolunda” ilerliyor: döviz sakin, sermaye memnun, halk tutuklu.
Şimşek’in anlattığı programda “Harcama disiplini sürdürülecek” diyor. Yani kamu harcamaları kısılacak. Kimden? Elbette emekliden, öğrenciden, kiracıdan, pazarcıdan... Ama aynı cümlede “iç talebe dayalı büyüme” de diyor. E hani o talep nerede? Cüzdan boşsa kim neyle büyüyecek? Anlaşılan Şimşek’in modeli şöyle işliyor: Vatandaş yiyecek gibi yapacak, ekonomi büyümüş gibi hissedecek. Ne harcama var ne geçim… Ama grafik yukarı bakıyor ya, sorun yok. Tablonun adı: Tüketmeden tüketim, geçinmeden istikrar, konuşmadan onay.
Bir de “Hiçbir kriz boşa harcanmamalı” demiş Şimşek. Zaten kriz boşa harcanmadı ki, neredeyse kalkınma projesi diye pazarlanacak kıvama geldi. Kriz öylece yaşanmadı; tam teşekküllü bir operasyon gibi kullanıldı. Ücretler eritilmedi, bilinçli olarak buharlaştırıldı. Hakkını arayan "huzur bozucu" ilan edildi, kurumlar liyakatle değil, itaatle yeniden programlandı. Geçim derdini haykıranlar, yoksulluk değil “güvenlik tehdidi” sayıldı. Bu kriz boşa gitmedi, tam aksine kimin canı üzerinden kimlerin serveti büyütülecekse oraya yönlendirildi. Elde kalanlara ise üç maddelik bildiri düştü: Susacaksın, katlanacaksın, alkışlayacaksın. Ekonomi dedikleri artık büyüme değil, itirazsız yoksulluğun yönetimi.
Küresel ticaret parçalanırsa zarar göreceğimizi söylüyor Bakan. Ama içeride zaten parça pinçik bir gelir dağılımı, dağılmış bir üretim yapısı ve kırık dökük bir sosyal devlet var. Türkiye ekonomisi zaten içeride kendi kendine parçalanmışken, dış ticaretin parçalanmasını dert edinmek, yıkık binaya perde takmaya benziyor.
Tutuklanan tekstil işçisinin ifadesi çok netti: “Kendimi başka türlü duyuramadım.” Bu cümle, aslında ülkedeki milyonların sessiz çığlığı. Çünkü kimse artık hükümetin ekonomik masallarına inanmıyor. İstatistikler düşüyor ama fiyatlar yükseliyor. Kur sabitleniyor ama mutfak hâlâ kaynıyor. Ve şimdi, konuşan cezalandırılırken, konuşmayan “sabırla destekliyoruz” makyajına dahil ediliyor.
Şimşek programın yolunda olduğunu söylüyor olabilir. Ama o yolun hangi sınıf için açıldığını artık herkes görüyor. Yatırımcı için döviz koridoru, halk için gözaltı otobüsü. O nedenle bu ülkede program değil, hayat çıkmazda. Ve çıkmazlar IMF sunumuyla düzelmiyor; ancak halkın sesi duyulduğunda yön değişiyor.