Merkez Bankası, iki hafta önce yayımladığı Enflasyon Raporu’nda uyguladıkları sıkı para politikasının tüketici harcamalarına olan etkilerini ayrıntılı bir biçimde raporladı. Raporda, "Parasal sıkılaştırma adımlarının hanehalkının zorunlu harcamalarında nispeten daha yavaş ve kademeli bir etki yapması; öte yandan, sıkılaşmanın ihtiyari harcamalarda daha erken bir azalmaya yol açması beklenir" deniyor. Zorunlu harcamaların Nisan ayı itibariyle görece yataylaştığı da ifade ediliyor. Bu durum, enflasyonla mücadelede uygulanan sıkı para politikasının olumlu bir sonucu olarak paylaşılıyor. Kısacası, Merkez Bankası, vatandaşın zorunlu harcamalarını dahi kısmaya başladığını belirtiyor.
Peki, nedir bu zorunlu harcamalar? Rapora göre, gıda, sağlık, yemek, yakıt gibi sektörlere yapılan harcamalar bu kapsamda yer alıyor.
Vatandaşın gıda ve sağlık harcamalarını kısmak zorunda kalmasıyla övünen bir anlayışın ekonomi politikalarını belirlediği bir dönemdeyiz. Anlaşılan o ki, yemeseniz, doktora gitmeseniz çok daha mutlu olacaklar. İşte kurdukları programın çalışmasının koşulu bu: Vatandaş harcama yapma kapasitesine sahip olmasın ki enflasyon düşsün.
Siz daha az harcayınca, ekonomi yönetiminin memnun olduğu açık. Ancak sizin harcama kapasiteniz azalınca sadece buzdolabı almaktan vazgeçmiyorsunuz, aynı zamanda gıda harcamanızı da azaltıyorsunuz. Merkez Bankası’nın da bunun farkında olduğunu görüyoruz.
Ekonomi yönetimi "program çalışıyor" diye mutlu olabilir, ancak bu politikanın mağdurları ne düşünüyor?
Haftalardır basında izlediğiniz gibi, çiftçiler yollara düşmüş durumda. Bin bir emek ve maliyetle, alın teri dökerek yetiştirdikleri ürünleri tarlada bırakmak zorunda kalan, büyük ekonomik sıkıntılarla boğuşan çiftçilerimizin hali ortada.
Çaresizlik içinde domatesini kepçeyle yola döken, kavununu yere çalan, patlıcanını hasat etmeden tarlada süren çiftçilerimizin durumunu görüyoruz. Bayburt’tan Balıkesir’e, Konya’dan Kahramanmaraş’a, yurdun her bölgesinde farklı ürünler üreten tüm çiftçilerimiz ekonomik darboğazda. Para kazanmayı bırakın, maliyetlerini karşılayacak kadar bile gelir elde edemiyorlar.
Çiftçilerimizi bu duruma düşüren, iktidarın övünerek uyguladığı ekonomik programdır. Vatandaşın sofrasına koyduğu gıda miktarının azalmasını "program çalışıyor" diye övünerek anlatan iktidarın bizi getirdiği yer burasıdır.
Vatandaş gıdaya yeterince para ayıramayınca, tükettiği gıda miktarı azalıyor, çiftçinin ürünü de tarlada kalıyor. Bir tarafta vatandaşı aç bırakan, diğer tarafta çiftçilerin iflasa doğru sürüklenmesine yol açan bir program uygulanıyor.
Çiftçilerimize ödenmesi gereken destek, ithalat yoluyla yabancı çiftçilere aktarılmaktadır.
5488 Sayılı Tarım Kanunu, tarıma verilmesi gereken desteğin milli gelirin %1’inden az olamayacağını belirtmektedir. Ancak maalesef AKP iktidarı boyunca bu oranda destek hiç verilmemiş, destek bunun dörtte biri düzeyinde kalmıştır. Üstelik bu ödemeler de zamanında değil, bir yıl gecikmeli yapılmaktadır. 2006 yılından beri iktidar, kanunun emrettiği oranda bir ödeme yapsaydı, çiftçilerimize yaklaşık 89 milyar dolarlık ek bir ödeme yapması gerekirdi. Çiftçilerimize destek vermeyen iktidar, tarımsal ürün ithalatına ciddi miktarda para harcamaktadır. Bu dönemde tarımsal ithalata ödenen tutar 91 milyar dolardır. Çiftçilerimize vermediğimiz parayı başka ülkelerin çiftçilerinden ürün ithal etmek için harcıyoruz.
Tarıma sağlanacak desteği bütçe üzerinde bir maliyet unsuru olarak göremeyiz. Tarımsal destekler bir gider kalemi olarak değil, vatandaşların uygun maliyetle gıdaya erişimini sağlayacak bir yatırım olarak görülmelidir.
TARIM BİR ULUSAL GÜVENLİK MESELESİDİR
Tarım sektörü, piyasa koşullarına bırakılamayacak kadar hassas ve önemli bir sektördür. Çünkü gıdamızın üretildiği yerdir. Piyasa dinamiklerine bırakalım, neyin fiyatı nasıl oluşuyorsa çiftçiler ona göre gelir elde etsin ya da edemesin diyemeyeceğimiz bir sektördür. Dünyanın her tarafında da tarım sektörüne bu şekilde bakılır; tarım bir ulusal güvenlik meselesi olarak görülür ve ciddi kaynak aktarılır. Avrupa Birliği’nin üye ülkeleri arasında sağladığı desteklere baktığımızda, Avrupa Birliği bütçesinin yaklaşık yüzde kırk beşi tarımsal desteklere ayrılmaktadır.
ÇİFTÇİ KEYFİNDEN EKMİYOR
Dün Resmi Gazete’de yayımlanan bir karara göre, bundan sonra iki yıl ekilmeden boş bırakılan araziler Bakanlık tarafından kiraya verilecek. Yeterli destek vermediği için perişan ettiği çiftçileri şimdi de tehdit ediyorlar: "Sen ekmezsen biz başkasına kiralarız, o eker." Bir çiftçinin para kazanamadığı için boş bıraktığı bir araziyi başka bir çiftçi para kazanacağını düşünerek kiralayacak, öyle mi?
Yapılması gereken bellidir: Tarım sektörüne yeterli kaynak aktarılmalı ve aynı zamanda vatandaşın gıda harcamasından bile kısmak zorunda kalmayacağı düzeyde gelir elde etmesi sağlanmalıdır.