Türkiye ekonomisinin nereye gitmekte olduğuna ilişkin önemli verilerin yayımlandığı bir haftayı geride bırakıyoruz. Açıklanan veriler gitmekte olduğumuz yerin pek de iyi bir yer olmadığını gösteriyor. Tam da beklendiği gibi oluyor: Üretim daralıyor, işsizlik artıyor.
Haziran ayı istihdam verilerine göre işsiz sayısı mayıs ayına göre 234 bin kişi artmış. Ama daha çarpıcı olan haziran ayında çalışan sayısı mayıs ayına göre 341 bin azalmış. Çalışan sayısının daha fazla azaldığı ama işsiz sayısının daha az arttığı durum size biraz ilginç gelebilir. Bu dönemde işgücüne dahil olmayanların sayısının 144 bin kişi arttığını ifade edince, aslında durum daha anlaşılır hale geliyor. Bir yerden alıp başka bir kategoriye yerleştirmeniz verilerin “iyi durmasına” imkan verse dahi, işi olmayan kişi sayısının çok yüksek olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
“Atıl işgücü oranı” adı altında TÜİK verilerine yansıyan geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 29,2’ye ulaşmış. Bir taraftan işgücüne katılan sayısı düşerken diğer taraftan geniş tanımlı işsizlik oranının yüzde 30’a dayanmış olması, gerçek işsizliğin ne kadar yüksek seviyelere geldiğini gösteriyor. Tabi bu sadece haziran verisi. İşsizliğin önümüzdeki aylarda artmaya devam edeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Sanayi üretim endeksi verileri de işlerin iyi gitmediğini gösteriyor. Temmuz ayında sanayi üretimi yüzde 4,7 oranında daralırken, imalat sanayinde daralma bundan çok daha şiddetli olmuş: yüzde 6,9. Dayanıklı tüketim malı üretimindeki daralma yüzde 9,1. Bu sektördeki küçülme talebin ağırlıklı olarak temel ihtiyaçlarla sınırlandığı anlamına da geliyor. “Katma değeri yüksek ürünler üretelim” ifadesinin çok sık duyarsınız. Yüksek teknoloji ürünlerin üretimindeki düşüş ise en yüksek olanı: yüzde 24,8.
Peki, ekonomiyi yavaşlatarak ve işsizliği artırarak emekçiye, esnafa, çiftçilere, KOBİ’lere ve daha pek çok kesime ağır bir fatura çıkarmaya devam ettik diyelim. Bütün bu maliyetin sonucunda enflasyon düşecek mi? Merkez Bankasının 2025 sonu enflasyon beklentisi olan yüzde 14’ü kimse ciddiye almıyor. Önümüzdeki yıl için beklenti yüzde 25-30 aralığında. Belki gerçekleşen daha da yüksek olacak. Ekonomik büyümenin yavaşladığı, işsizliğin arttığı ve enflasyonun yüksek seyrettiği dönemlerin kitaplarda nasıl tanımlandığını da biliyoruz: stagflasyon.
Siz bakmayın ilgili bakanların “en kötüsü geride kaldı” açıklamalarına. Eylülde okullar açılacak, ekimde havalar soğumaya başlayacak, kasımda gıda fiyatları daha belirgin bir biçimde artacak. Bütün bunlar için ihtiyaç duyacağımız para da olmayacağı için borçlanmaya devam edeceğiz. Daha zor günlerin bizleri beklediği gayet açık.
Bedel ödeyen başkası olunca bu bedelin ödenmesini talep etmek de kolay oluyor.