Dış politikada sıkıntılı günler saptamasına iki soruya yanıt arayarak başlıyoruz:
ABD 9 Eylül’de Kıbrıs Rum Hükümetiyle “Savunma İşbirliği Yol Haritası” imzalandı. 11 Eylül’de de ilk toplantılarını yaptılar. Türk Dışişlerinin tepkisi, “ABD’nin Kıbrıs Adasına yönelik tarafsız tutumunu” zedeleyecek bu adımın “gözden geçirilmesini”, ya da biz fanilerin lisanıyla geri almasını talep etmek oldu. Bu âdet yerini bulsun kabilinden tepkiye diplomasi lisanında “paying lip service-sureti haktan görünmek” de denir. ABD’nin Kıbrıs “Adasındaki tarafsızlığı mı?” Şimdi bu da nereden çıktı? Geleceğiz.
Erdoğan 11 Eylül’de Kırım’ın Ukrayna’ya iadesinin uluslararası hukukun gereği olduğunu söyledi. Daha öncekilerden farkı olmayan mesaja bu kez, 12 Eylül’de Moskova’dan “Bu konuda Türk dostlarımızla tamamen ayrılıyoruz” tepkisi geldi. Bu durum Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in iki yıldır bugün-yarın yapması beklenen Türkiye seyahatinin suya düştüğü anlamına mı geliyordu? Putin, Erdoğan’la arasına mesafe mi koyuyordu, yoksa bu bir taktik miydi? Ona da geliyoruz.
Sıkıntılı günlere dair üç haber
İlk haber, 1O Eylül’de Ragıp Soylu imzasıyla Londra Merkezli Middle East Eye haber sitesinde çıktı. Buna göre Putin Türkiye’ye gelmek istiyordu ama muhtemel Ukrayna saldırısına karşı Rus savaş uçaklarının Türkiye topraklarına inene dek kendi uçağına eşlik etmesini istiyordu.Bu gerekçe apaçık bir bahane gibi duruyordu. Birincisi Putin’in Türkiye’ye gelmek için mutlaka Karadeniz hava sahasını kullanma ihtiyacı yoktu. İkincisi NATO da bir üyesini ziyaret edecek Rus Cumhurbaşkanını öldürecek, ya da tutuklamaya kalkacak kadar aklını peynir ekmekle yememişti.
İkinci haber, 13 Eylül’de Fuad Safarov imzasıyla Moskova’dan Medya Günlüğü sitesinden geldi. Rusya Siyasi Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Sergey Markov’a göre de “ABD ve İngiltere istihbarat örgütlerinin hedefinde” olan Putin “güvenlik gerekçeleri” ile neticede NATO üyesi olan Türkiye’ye gelmek istemiyordu. Markov iki noktaya daha dikkat çekmişti. Biri, 2023’te Türkiye’de tutulacağı sözüyle takaslarına izin verdiği neo-Nazi eğilimli Azov üyelerinin Ukrayna’ya iade edilmesi, ikincisi de 15 Temmuz 2016 kalkışması kalıntılarının mevcudiyetin iddiasıydı.
Uçaklarımızın motoru ABD’den mi?
Üçüncü haber de yine 13 Eylül’de Bloomberg’te yayınlandı. Buna göre Türkiye hem Hürjet hem Milli Muharip Uçak Kaan’da kullanılmak üzere Amerikan General Electric şirketinden F404 ve F110 motorları satın almak için ABD hükümetinden izin istemiş, izin gelmesini bekliyordu.
Belki tekrar etmek gerekir: kendi uçaklarımızın dış gövde, iniş kalkış ve elektronik aksamını yapmak önemlidir ama ABD izin vermediği müddetçe Türk Hava Kuvvetlerine katılımları giderek gecikecek gibi duruyor.
Belki de Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in Kaan’ı beklerken Eurofighter Typhoon alma gereğinde ısrar etmesi bundandır. Orada da Almanya’dan izin bekleniyor. Türkiye’nin İsveç’in NATO’ya girişine izin vermesiyle imzalanan yeni nesil F-16’ların geleceği açıklansa da henüz ufukta görünen Savaşan Şahin yok.
Türkiye’nin -Gazze Krizi ve İsrail dışında- son zamanlarda ABD’yle ilişkilerde sert çıkışlardan uzak durması, Kıbrıs’taki anlaşmanın geleceği belli olduğu halde Doğu Akdeniz’de USS Wasp ve YCG Anadolu ile “eğitim çalışmalarına” girmesi filan bu konularla bağlantılı mı acaba?
MİT, Hamas’la da MOSSAD’la da
Türkiye’nin İsrail-Hamas müzakerelerindeki rolünün Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fettah Sisi’nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a iadeyi ziyaretten sonra canlanması da bu konularla bağlantılı görülüyor.
Sisi ziyaretinin hemen ardından Türk Dışişleri Bakanı 13 yıl aradan sonra Arap Ligi’nin 9 Eylül’de Kahire’de yapılan toplantısına davet edildi. Dışişleri Bakanı Fidan’ın 13 Eylül’de İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi’nin ortak temas grubu üyesi olarak Madrid’de Avrupa Birliği heyetinin de katıldığı Filistin toplantısında olduğu gün MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Ankara’da Hamas’ın siyasi büro lideriyle bir görüşme yaptığı açıklandı.
Güvenlik kaynaklarının temasa dair açıklamasındaki dikkat çeken ayrıntı da MİT’in (esir değil) “rehin takası” konusunda Hamas ile “İsrail, Mısır, Katar ve ABD başta olmak üzere bütün aktörlerle yoğun bir diplomasi trafiği” yürüttüğünü söylemeleri. Belki de dış politikadaki sıkıntılı günler bu diplomasiyla hafifleyecek.
İnsanın aklına Cavit Çağlar’ın Cansu Çamlıbel’e söylediği “S-400 çözülse ABD ile sorun kalmaz” sözleri geliyor.