Avrupa’da siyasetin tadı, havası sanki keskinleşiyor. Tatil bitti ve Avrupa Birliği’nde (AB) sanki siyasete yaz havası bir daha hiçbir zaman gelmeyecekmiş gibi. Hatta ilkbaharın bile tadını alamayacağız sanki. Bu karamsarlık bana özgü bir his değil. Sondan başlamak gerekirse, Almanya’dan örnek göstereyim. Başbakan Olaf Scholz bir Sosyal Demokrat. Üyesi olduğu siyasi partiyi hatırlatmakta fayda yok değil. Hafta başında Almanya’nın sınırlarından yapılacak olan girişlerde yeniden kimlik kontrolü getirmeye karar verdiğini açıkladı.
Aşırı uçlarda gezen bir Avrupa’ya doğru
Yetmedi, Cuma günü de yasadışı göçü keskin bir şekilde kontrol altına alacağını çok sert sözlerle dile getirdi. Scholz’u bu hamleye iten, ay başında Thuringen’de yapılan bölgesel seçimlerde aşırı sağ yabancı düşmanı Almanya için Alternatif partisinin (AfD) sandıklardan birinci çıkmış olması. İkinci Dünya Savaşından bu yana Almanya’da bir ilk yaşandı. Diğer ilk ise kendi ismiyle parti kuran Sahra Wagenknecht’in ittifakı. AfD’den fazla bir farkı yok. Yabancı düşmanı, göçmen akınına son vermek istiyor. Ayrıca, Ukrayna’ya askeri yardımı kesme ve Rusya ile yeniden diyaloğu tesis etmeyi talep ediyor, AfD gibi.
Yetmedi. AB dönem başkanlığını üstlenen Macaristan’ın Başbakanı Viktor Orban da, Avrupa Komisyonu’nun Macaristan’ın yasadışı göçmen kotasına uymadığı gerekçesiyle kesmiş olduğu cezaya tepki olarak ülkesinden Brüksel’e göçmen göndermek üzere otobüs hazırladı. Belçika’da da hükümet doğal olarak ayaklandı.
Yetmedi. Polonya’da ‘liberal demokrat’ Başbakan Donald Tusk da, bir taraftan yasadışı göçmenler konusunda Macaristan’a sahip çıktı, diğer yandan Almanya’nın serbest geçiş haklarını askıya almasını eleştirdi. AB’nin Ukrayna’ya çok daha fazla destek olması gerektiğini savundu. Tusk Polonya’nın aşırı sağ muhafazakar Kaczynski kardeşlerinin Adalet ve Hukuk Partisi’ni sandıklarda yenen demokrat siyasetçi olarak biliniyor. Ancak Ukrayna’dan gelen beyaz tenli mavi gözlü sarı saçlı göçmenlere karşı sesini çıkartmayan Tusk, teni daha esmer, göz rengi daha koyu olanları tel örgüde hapsetmeyi uygun, hatta ‘kültürel sebeplerden’ dolayı ‘insancıl’ buluyor.
Yetmedi. Fransa’da erken seçim kararı aldıktan sonra meclis çoğunluğunu iyice kaybeden Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron mecliste birinci parti konumunda olan aşırı sağ yabancı düşmanı Marine Le Pen ve partisinin veto etmeyeceği bir başbakan bulmak için çok mesai yaptı. Seçtiği isim mecliste 47 sandalye ile 5’inci grubu oluşturan Cumhuriyetçiler üyesi Michel Barnier. Barnier eski bakan ve AB Komisyonu üyesi. Ancak seçmenler sandıktan 5. çıkan bir siyasi hareketin temsilcisine hükümet kurma görevinin verilmesini pek de anlamlandıramıyor. Ayrıca Le Pen’in partisine karşı Sosyalist Parti, komünistler ve liberallerle cumhuriyetçi cepheyi kuran Macron ve partisi, hükümet kurma görevini cumhuriyetçi cepheye katılmama kararı alan bir partiye verdi.
Yetmedi. Belçika’da yabancı düşmanı ve ayrılıkçı eğilimleri olan NVA partisinin lideri Bart de Wever sanki başbakanlık koltuğuna oturmaya hazırlanıyor. Hollanda’daki muadili olan PVV lideri Geert Wilders başbakanlık koltuğuna oturmadı ancak kendisine yakın olan eski istihbarat başkanını başbakan yaptı. İtalya’da Başbakan Giorgia Meloni sağ politikasını sürdürüyor. Portekiz ve İspanya’da da aşırı sağ çılgın bir yükseliş kaydediyor. Avrupa’da halk, değerlerin erozyona uğramasından ve dünyada önder ve lider konumu kaybetmekten kaygılanıyor. Bu konuda da suçlu olarak yasadışı göçü işaret ediyor.
Yetmedi. Avrupa, ABD ve Çin ile Güney Kore’nin gölgesinde seyrini sürdürmeye çalışıyor ancak o eski Avrupa değil. Değerini ve önemini kaybedebilir. Bunu da ben söylemiyorum. İtalya’nın eski başbakanı, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi’nin sözleri. AB’nin Ar-Ge alanında GSYH’sının %4’ünü harcamaması halinde yok olabileceğini ifade ediyor. Zira ABD, Çin, Japonya ve G.Kore gibi ülkeler Ar-Ge’ye GSYH’larının en az %5’ini harcarken, AB’de oran %2. Bir başka deyişle Draghi, Ar-Ge’ye yılda 800 milyar harcamayı öneriyor. Bunu AB içerisinde güney ülkeleri desteklerken kuzey ülkeleri ise başta Hollanda, Almanya, Finlandiya, İsveç ve Macaristan olmak üzere ‘asla’ diyorlar.
Yetmedi. Rusya ve Çin’in hasmane tutumlarının Avrupa’nın güvenliğini tehdit etmeye devam ettiğini işaret eden AB ülkeleri istihbarat kuruluşları, ulusal bütçelerden savunma, istihbarat ve güvenliğe daha fazla para harcanması gerektiğini belirtiyor. Aşırı uçlarda gezinmeye başlayan Avrupa’nın ayarı sanki kaçıyor gibi.