İYİ Partili belediye Abdullah Çatlı’nın ismini bir kent meydanına verince

TARİH 9 Ekim 1978. Ankara’da Bahçelievler semtinin 15’inci Sokak 56 numaralı apartmanının bodrum katındaki 2 numaralı daireden içeri giren polisler, yerde dört genç insanın cesetlerini buldu. Evde ayrıca bir de ağır yaralı durumda olan beşinci bir genç vardı.

Hepsinin elleri arkadan bağlanmıştı. Ertesi günü Hürriyet’te yer alan habere göre, Osman Nuri Uzunlar boğularak öldürülmüştü. Latif Can ağzına sıkılan bir kurşunla öldürülmüştü. Efraim Ezgin göğüs ve kasıklarından, Hürcan Gürses ise karnından vurulmuştu.

Kurşunladıkları Serdar Alten’i ise öldü zannederek ağır yaralı bir şekilde bırakmışlardı evi terk ederken.

Serdar Alten, ağır yaralı olarak götürüldüğü hastanede güçlükle polise olayı anlatacak, bu arada evi basanların aralarında “Reis” diye birinden söz ettiklerini de aktaracaktı.

Gün içinde Ankara çıkışında Eskişehir yolu 33’üncü kilometrede yoldan 600 metre kadar uzaklıktaki bir tarlada başlarına kurşun sıkılarak öldürülmüş Faruk Erzan ve Salih Gevence isimli iki gencin daha cesedi bulundu.

Erzan ve Gevence, Bahçelievler’de bodrum katındaki daireye sonradan gelmiş, ancak içerdeki saldırganlar tarafından silah tehdidiyle otomobille şehir dışına çıkarılarak arazide öldürülmüştü. İkisinin de kafalarına üçer kurşun sıkılmıştı.

Serdar Alten, kaldırıldığı hastanede sekiz gün sonra hayatını kaybetti.

Öldürülen yedi genç de Türkiye İşçi Partisi’nin gençlik örgütü olan Genç Öncü Derneği’ne üye ya da yakın olan isimlerdi. ODTÜ, Hacettepe, ADMMA, AİTİA gibi Ankara’daki üniversitelerde öğrenciydiler.

*

12 Eylül’e doğru giden süreçte bütün Türkiye’yi dehşet içinde bırakan en korkunç hadiselerden biridir bu cinayetler. ‘Bahçelievler Katliamı’ olarak bilinir. Bu katliamın nasıl işlendiği sonradan mahkeme safahatında bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmıştır.

Katliamın planlaması ve yönetilmesini ‘Reis’ diye adlandırılan ve o dönemde Ülkü Ocakları İkinci Başkanı olarak görev yapan Abdullah Çatlı üstlenmiştir. Eve girince önce içerdekileri yere yatırıp ellerini bağlamışlar, eterle bayılttıktan sonra onları katletmeye girişmişlerdir.

İşin bu kısmını üstlenen Haluk Kırcı, önce baygın durumdaki Osman Nuri Uzunlar’ı boğarak öldürmüştür. Boğarak nefessiz bırakma zaman alınca baygın olan diğer dört öğrenciyi tek tek kurşun sıkarak öldürme yoluna gitmiştir.

Çatlı, daha sonra yürütülen soruşturmada cinayetlerin planlayıcısı olduğu anlaşılıp polis kendisini aramaya başlayınca, yurt dışına kaçarak ortadan kaybolmuştur. Katliamla ilgili hazırlanan iddianamede bir numaralı sanık olarak yer almıştır. Dava uzun yıllar sürmüş, ancak kendisi firarda olduğu için gıyabında yargılanmıştır.

Özetle, Abdullah Çatlı bu cinayetler nedeniyle polisin “arananlar” listesindeydi. Polis yıllar sonra cesedini Susurluk’ta kaza yapan bir otomobilin içinde bulduğunda, Çatlı’nın sanık kimliğiyle Ankara 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılaması hala devam etmekteydi.

*

Bahçelievler katliamından tam 18 yıl sonra 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasındaki dört kişiden biriydi Abdullah Çatlı. Ancak üzerinde Çatlı değil, Mehmet Özbay adına düzenlenmiş bir nüfus kağıdı vardı. Ayrıca, biri kendisini “Emniyet Uzmanı” kimliğiyle gösteren iki silah taşıma ruhsatı da çıktı üstünden, muhtelif silahlar ve bir miktar kokain ile birlikte.

Aynı Mercedes’in içinde iki kişi daha hayatını kaybetmişti. Bunlardan biri kaza sırasında arabayı kullanmakta olan Hüseyin Kocadağ adındaki bir emniyet amiriydi. Yani, aslında mensubu olduğu teşkilatın aramakta olduğu ‘kanun kaçağı’ durumundaki Çatlı’yı yakalayıp adalete teslim etmekle görevli olan üst düzey bir polis yetkilisi.

Ölen diğer kişi ise Gonca Us adında 27 yaşındaki genç bir kadındı. Çatlı ile arka koltukta oturmaktaydı kaza meydana geldiğinde.

Arabanın ön koltuğunda Kocadağ’ın yanında oturan kişi ise Refah-Yol koalisyon hükümetinin DYP kanadından Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak’tan başkası değildi. Bucak, kazadan sağ kurtulan tek kişi oldu.

Bucak, daha sonra yaptığı bir açıklamada Çatlı’yı “gerçek bir vatanperver” olarak tanıtacak, “Onun devletine saygısını, sevgisini hiç kimsede görmedim” diyecekti.

*

“Susurluk Skandalı” olarak bilinen bu kaza o dönemde Türkiye’de şiddetli bir deprem etkisi yaratmıştır. Bu sarsıntının tetiklediği süreçte bazı devlet görevlileri, yeraltı dünyasından isimler, kanun kaçakları ile bazı siyasetçilerin yer aldıkları yasa dışı ilişkileri gösteren bulgular kamuoyunda büyük bir infiale neden olmuştur.

Aynı süreçte uyuşturucu kaçakçılığından, faili meçhul cinayetlere kadar uzanan, bu arada özel harekatçıların da kilit roller üstlendikleri organizasyonların varlığı açığa çıkmıştır.

O yıllarda önce MİT’in hazırladığı bir rapor ortalığa çıkmış, ardından TBMM’de bu ilişkileri araştırmak üzere bir komisyon kurulmuş, ayrıca ertesi yıl başbakanlığa gelen Mesut Yılmaz’ın talimatıyla devreye giren Başbakanlık Teftiş Kurulu söz konusu ilişkileri konu alan son derece kapsamlı bir rapor hazırlamıştır.

Bütün bu süreçte Abdullah Çatlı’nın gerek yurtiçi gerek yurtdışında yürüttüğü yasadışı işlerle ilgili pek çok bilgi gün ışığına çıkmıştır. Türkiye’den kaçmasının ardından Avrupa’da uyuşturucu işine girdiği, yakalandığı, Fransa’dan sonra İsviçre’de hapse atıldığı, hapisten kaçtığı, bunun üzerine Interpol’ün hakkında kırmızı bülten çıkardığı bu bilgiler arasındadır.

Daha da düşündürücü olan, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın da kendisinin gerçek kimliğini, arandığını bildiği halde 1983-84 yılları arasına rastlayan bir zaman kesitinde Avrupa’da Asala’ya karşı düzenlediği bazı eylemlerde Çatlı’yı da istihdam ettiğinin anlaşılmasıydı.

Çatlı, daha sonra Türkiye’ye dönmüş, bu kez 1993 sonrasında Emniyet Genel Müdürlüğü’nün himayesi altında başka bir isim altında düzenlenen kimliklerle normal bir vatandaş gibi hayatını sürdürmüştür.

Tabii kendisinin Susurluk’taki trafik kazasında öldüğü ortaya çıkınca, Bahçelievler katliamı davasına bakmakta olan Ankara 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, hakkındaki davanın düşürülmesine karar vermiştir.

*

Geçen 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde İYİ Parti’nin Türkiye’de kazandığı tek il merkezi Nevşehir oldu. Merkez ilçede belediye başkanlığını AK Partili rakibine 11 bin kadar fark atıp 33 binin üstünde oy alan İYİ Parti adayı Rasim Arıkazandı.

Arı’nın başkan seçildikten sonraki icraatının ilk adımlarından biri, kentin bir meydanına bu şehirde doğmuş olan Abdullah Çatlı’nın adının verilmesi oldu. Nevşehir Belediye Meclisi’nin 5 Haziran tarihinde düzenlenen toplantısında İYİ Partili üyeler, Çatlı’nın isminin bir meydan, park ya da mahalleye verilmesini önerdiler. Belediye Meclisi’nin aldığı kararla Nevşehir’de “Borsa Kavşağı” olarak bilinen yerin adı “Abdullah Çatlı Meydanı” olarak değiştirildi.

Başkan Arı, kararın alınmasından sonra yaptığı açıklamada “Nevşehir’in evladına sahip çıktığını” söyledi.

Bu açıklamanın yapıldığı toplantıya katılan Çatlı’nın ağabeyi Zeki Çatlı,geçmişte bu konudaki bütün başvuruların karşılıksız kaldığını belirttikten sonra “Memleketimiz Nevşehir’in kahramanlarına sahip çıkarak büyük yüreklilik gösterip, nice vatan sevmezi karşısına almak uğruna vefadan vazgeçmemiştir. Sayın Rasim Arı’ya teşekkür ediyor, alnından öpüyorum” diye konuşmuştur.

Bu sözlerinin ardından İYİ Partili belediye başkanı Rasim Arı’yı alnından öpmüştür Zeki Çatlı.

*

Bu haberleri okuyunca arşivlerde bir hafıza tazelemesi yapmanın yararlı olacağını düşündüm.

Yıllar önce gıyabında yargıladığı Çatlı hakkındaki davayı Susurluk kazasından sonra düşüren Ankara’daki ağır ceza reisi, işlerin günün birinde bu noktaya kadar geleceğini herhalde o an hiç düşünmemişti.

Tabii, Susurluk kazasından sonra infial içinde tepki gösteren geniş toplum kesimleri de...