Haydi AB'ye girdik diyelim, ya sonra?

17-18  Nisan tarihlerinde Brüksel’de gerçekleştirilen Avrupa Birliği (AB) Devlet ve Hükûmet Başkanları Özel Zirvesi'nde kabul edilen sonuç bildirisindeki Türkiye bölümü, Türkiye-AB ilişkileri konusunda yeni bir tartışma yarattı. Bu kez kariyerlerinin önemli bir bölümünü AB konularıyla geçirmiş olan diplomatlar, üniversitelerde AB üzerine ders veren akademisyenler ve AB’yi yakından takip eden medya mensupları bile bildiriden duydukları hayal kırıklığını dile getirdiler. “Yerel seçimlerden ana muhalefet partisi birinci olarak çıktı”, “Türkiye Doğu Akdeniz’de uslu durdu” diye, AB’nin Türkiye politikasını değiştirip fasılların  açılmaya başlanılması mı bekleniyordu? Doğrusu pek anlayamadım. Fatura da hemen mutat şüpheliler Yunanistan ve GKRY’e kesildi. Kıbrıs sorunu çözümlenmeden AB sürecinin canlanamayacağı tezi tekrarlandı; ”AB’ye Kıbrıs prangası“ manşetleri atıldı.

Bildiride Kıbrıs sorunuyla doğrudan bağlantı yok

Sonuç bildirisinin dış politika bölümü Ukrayna, Orta Doğu ve Türkiye’ye ayrılmış. Türkiye kısmı iki paragraftan oluşuyor. Birisi Türkiye, diğeri Kıbrıs sorunu ile ilgili. Türkiye paragrafı uluslararası  diplomasi jargonunda “wishy washy” denilen eften püften yazımlar içeriyor. Kıbrıs paragrafını birkaç kez dikkatle okudum.  Daha önceki Konsey bildirilerine yapılan atıflar bir kenara bırakılacak olursa,  Kıbrıs sorunu çözümlenmeden Türkiye ile ilişkilerin canlandırılmasına doğrudan engel olacak bir ifadeye rastlamadım. Bu paragrafta AB’nin Kıbrıs sorununda çözüm arayışlarının yeniden başlamasına ve gelişme kaydedilmesin atfettiği önem vurgulanıyor ve  çözüm için  BM parametreleri çerçevesinde iki bölgeli, iki toplumlu federasyon modeli önerisine destek tekrarlanıyor. Herhalde kimse AB’nin bir gecede fikir değiştirip “Bu Türkler ne iyi etti de egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözümü önerdi” demesini beklemiyordu.

Sonuç bildirisindeki en önemli eksiklik bence, Türkiye’nin ne aday, ne de müzakere eden  ülke olduğundan hiçbir yerde bahsedilmemiş olmasıdır. Bu eksikliğin suçunu Yunanistan ve GKRY’ye yüklemek bir algı hatasıdır. Bu iki ülke Türkiye’nin AB’ye girmesini istemezler, ama emin olun Türkiye’nin adaylık statüsünün devam etmesini AB içerisindeki kadim dostumuz Macarlardan daha fazla desteklerler. Çünkü Türkiye’nin AB ile bağının koparılmasının Kıbrıs’taki çözüm ihtimalinin tümüyle rafa kaldırılması anlamına geleceğini en iyi Yunanlılar ve Kıbrıslı Rumlar bilir. Bir süredir AB bildirilerinde  Türkiye’nin adaylık statüsünden bahsedilmemesinin arkasında başka ülkeleri, mesela Fransa’yı aramak lazım.

Avrupalı Türkiye

Türkiye, AB’ye üye olsun veya olmasın bir Avrupa devletidir. Osmanlının üç başkentinden ikisi Avrupa kıtasında kurulmuştur. Yüzünü daima Avrupa’ya çevirmiş, genişlerken Avrupa’ya öncelik vermiştir. Viyana alınabilse müteakip hedef muhtemelen Roma olacaktı diyen tarihçiler var. Türkiye kendisini Avrupalı görmekte haklıdır. Gel gelelim Avrupa Türkiye’yi kendilerinden biri olarak değerlendirmiyor. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeiergeçen haftaki Türkiye ziyaretinde getire getire 60 kg döner getirmiş. Allah aşkına 100 yıllık müttefikimiz Almanya ile tek ortak değerimiz döner kebabı mı? Almanlar hesap kitap adamıdır. Cumhurbaşkanı Steinmeier’ın getirdiği dönerin bir mesajı olmalı.

Türkiye ile aynı karede görünmek dahi istemiyorlar

Viyana’da büyükelçi olarak göreve başladığım 2014 yılı  birinci Dünya Savaşı'nın 100'üncü, Türkiye-Avusturya arasındaki işgücü anlaşmasının da 50.yılına denk geliyordu. Avusturya’daki ağırlığını da dikkate alarak nezaket ziyaretlerim sırasında öncelik verdiğim Almanya Büyükelçisi Detley Rünger’e üç müttefik ülke olarak ortak bir etkinlik düzenlemeyi teklif ettim. Sadece dinlemekle yetindi. Avusturya ise işgücü anlaşmasının 50.yılını birlikte kutlamayı kabul etmedi. Yurt dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nın Viyana’da düzenlediği toplantıya Temsilci göndermedi. Viyana Belediyesi'nin sosyal demokrat belediye başkanı Michael Haupl ise bu vesileyle düzenlediği geceye beni çağırmadı.

 “AB dört yıl daha bekleyip vaziyeti idare edecek,  sonra duruma bakacak” diye boşuna kendimizi avutmayalım. İşin özü ne Kıbrıs sorunu, ne Yunanistan, ne de Osman Kavala’nın serbest bırakılması.  Adamlar değil Türkiye’yi içlerine almak, birlikte görüntü vermek bile istemiyorlar. AB aile fotoğraflarına dahil etmemek için  2004 yılından bu yana  Konsey toplantıları sırasında verilen yemeklere artık Türkiye’yi davet etmiyor.

Adaylık yerine imtiyazlı ortaklığı kabul ettiremeyince bir süredir de “transactional (işlevsel) işbirliği” diye bir kavram dolaştırmaya başladılar. Allah’tan Dışişleri bu tehlikenin çabuk farkına varmış, 18 Nisan tarihli açıklamasında, ”AB bildirisi külliyen yok hükmündedir” demek yerine, “seçici bir yaklaşımla  işbirliğinin belirli alanlarla sınırlanmasını red ediyoruz” denmiş.

Bu süreçte Türkiye’nin hiç mi suçu yok? Tabii ki var. Aslında Türkiye-AB ilişkilerinin tarihçesi karşılıklı hatalar ve kaçırılan fırsatlarla doludur.Bu hataların en büyüğünü de Annan planının referanduma sunulmasından önce GKRY’i AB’ye üye yaparak Annan Planının rum tarafınca ret edilmesine sebep olan ve ortada havuç bırakmayan AB işlemiştir.

17 Nisan’da ya üye olarak masada olsaydık

Türkiye’nin AB ile uyum sorunu, üye olmakla da bitmeyecek. Farz edelim Kıbrıs sorunu bir şekilde çözülmüş, Türkiye insan hakları alanında harikalar yaratmış ve AB kendini aşarak Türkiye’yi üyeliğe kabul etmiş olsun.17-18 Nisandaki zirve toplantısında da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın masada oturduğunu varsayalım. Önünü gelen sonuç bildirisinin Orta Doğu paragrafı, İran'ın kayıtsız şartsız en güçlü bir şekilde kınandığı ve AB’nin İsrail halkı ile tam dayanışma içinde olduğu cümlesiyle  başlıyor. AB gibi oydaşma ile karar alınan örgütlerde bir metni çekince koyarak kabul etmek uygulaması yok. Ya onay verirsiniz, ya da kendi önerinizi kabul ettirmeye çalışırsınız. “One minute” çekip  masadan kalkmak da mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ”Hamas bir terör örgütü değildir” şeklinde bir ifadeyi bildiriye dahil etmek istese nasıl bir tepki alırdı? Aynı şekilde Ukrayna ile ilgili paragrafta Rusya’nın el konulan mal varlıklarının Ukrayna’ya devredilmesine “evet” diyebilecek miydi?

Galiba AB’ye üyeliği unutup daimi olarak aday kalmaya çalışmak Türkiye için de daha hayırlı olacak.