Trump, Nobel Barış Ödülü’nü alır mı?

Profumo Skandalını duymuşsunuzdur. Bilmeyenler için hatırlatalım. 1960’lı yılların başında muhafazakâr İngiliz hükümetinin Savaş Bakanı John Profumo, aynı zamanda telekızlık yapan 19 yaşındaki manken Christine Keeler ile evlilik dışı bir ilişki yaşar. Keeler’in aynı zamanda casus olduğuna inanılan Sovyetler Birliği’nin Londra Büyükelçiliği Deniz Ataşesi Yüzbaşı Yevgeny İvanov ile de birlikte olduğu anlaşılınca skandala bir de casusluk boyutu eklenir. Önce Bakan Profuma, bir süre sonra da Başbakan Macmillan istifa etmek zorunda kalır.

Trump’ın başı Epstein dosyaları ile belada

Şimdi de Amerika’da Başkan Trump’ın başı bir başka skandal ile dertte. Trump’ın adı çocuk istismarından tutuklu iken cezaevinde ölü bulunan Jeffrey Epstein dosyalarında geçiyor. Epstein 18 yaşın altındaki kızlarla kendi malikhanesinde zenginleri bir araya getirdiği çılgın partilerle anılıyor. Bu türden skandallar Amerikan toplumu için hiç yabancı değil. John Kennedy/Marilyn Monroe, Thomas Jefferson/Sally Hemings, Lydon Johnson/Madeline Brown, Bill Clinton/Monica Lewinsky Amerikan başkanlarının karıştıkları uçkur skandallarından ilk bakışta akla gelenler. Dikkat ettiyseniz Trump’ın zamparalıklarını listeye dahil bile etmedim. Aslında Batılı toplumlarda başkalarının özel yaşantılarıyla pek uğraşılmaz, evlilik dışı ilişkilere de daha bir hoşgörüyle yaklaşılır.

En büyük suç yalan söylemek

Dinimizde yalan haramdır, mümin yalan söylemez. Oysa Türkiye’de su gibi yalan söyleniyor. Ama Amerika ve Avrupa ülkelerinde yalan en büyük suçtur, katiyen affedilmez. Bir politikacının yalan söylediği anlaşılırsa, siyasi kariyeri sona erer. Profumo’nun başını yiyen de yaşadığı evlilik dışı ilişki değil, ilişkisi hakkında Parlamentoya yalan bilgi vermesi olmuş. Bugün de Trump, Epstein dosyaları ile ilgili sürekli farklı beyanlarda bulunuyor, ardı ardına yalan söylüyor. Önceleri hiç tanımadığını dile getirdiği Epstein’e 50. yaş günü için kutlama mektubu gönderdiği iddiaları ortaya çıktı, Partilerde birlikte çekilmiş fotoğrafları yayınlandı.

 

Trump’ın içerde tek sorunu keşke Epstein dosyaları olsaymış. 1 Ağustos’ta yeni tarifelerin yürürlüğe girmesiyle Amerika’da enflasyon artıyor. Trump’ın tüm baskılarına rağmen FED Başkanı Powell enflasyon korkusuyla faizleri indirmemekte direniyor. İnsan haklarını hiçe sayan göçmen politikaları gittikçe daha fazla tepki çekiyor. 20 Haziran itibarıyla gözaltı merkezlerinde tutulan göçmenlerin sayısı Amerikan tarihinin en yüksek seviyesi olan 56 bine ulaşmış. Üstelik bunların yüzde 72’sinin herhangi bir suç kaydı bulunmuyor. Ucuz iş gücünün ülkeyi terk etmesiyle bu kere istihdam sorunu ortaya çıkıyor.

Amerika’nın güvenilir kamuoyu araştırma kuruluşlarından “Gallup”un yaptığı son ankete göre Trump’ı destekleyenlerin oranı yüzde 39’a inmiş. Bu oran Biden’ın Afganistan’dan çekildiği gün sahip olduğu desteğin bile altında.

İçeride hızla popülaritesini kaybeden Trump mesaisinin çoğunu dış politikaya harcamaya başladı. Aradığı başarı hikâyesini de sonunda Kafkaslar’da yarattı. Aslında Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Barış Anlaşması henüz imzalanmış değil. Sadece parafe edildi. Zengezur koridorunun yerine lanse edilen “Barış ve Refah için Trump Yolu”nun (TRIPP) hayata geçirilip geçirilemeyeceği meçhul. İran ve Rusya TRİPP’e tepkili. Bu tepkinin boyutu nerelere varır? Ermenistan Başbakanı yaklaşan müteakip seçimleri kazasız belasız atlatabilir mi? Bunlar henüz cevapları belli olmayan sorular. Trump aptal bir insan değil, bunları bilmiyor olamaz. 8 Ağustos’taki imza törenini kendisi için şova çevirmesinin bir sebebi olmalı? Galiba Trump bu yılki Nobel Barış Ödülü’nü alacağına ciddi ciddi inanıyor olmalı. İmza törenindeki konuşmasına Kongo-Ruanda, Pakistan-Hindistan, Tayland-Kamboçya ve Azerbaycan-Ermenistan arasındaki ihtilafları kendisinin sonlandırdığını vurgulayarak başladı. Aliyev ve Paşinyan kendisini Nobel Barış Ödülü’ne aday göstereceklerini söylediğinde ağzı kulaklarına vardı. Hatta her iki lideri de ödül törenine davet edip ön sırada oturtmaya söz verdi.

Nobel Barış Ödülü’nün geçmişi

Nobel Barış Ödülü İsveç dışında Norveç’te verilen tek Nobel Ödülü. Kazananlara madalyaları her yıl Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık’ta Oslo’da düzenlenen bir törenle Norveç Kralı tarafından veriliyor. Seçici kurul, Norveç Parlamentosu’nca belirlenen beş kişiden oluşuyor. 1901 yılından bu yana Nobel Barış Ödülü bugüne kadar 111 kişi ve 28 kuruluşa verilmiş. 111 kişiden 22’si Amerikan uyruklu. Aralarında Amerikan Başkanları Theodore Roosevelt, Woodrow Wilson, Jimmy Carter, Barrack Obama, Başkan Yardımcısı Al Gore, Dışişleri Bakanı Henry Kissinger gibi bildik isimler var. II. Dünya Savaşı sırasında Genel Kurmay Başkanı olan George Marshall’a bile barış ödülü verilmiş. Bu isimlerin çoğunun dünya savaşlarında, Vietnam’da, Afganistan’da, Orta Doğu’da dökülen kanda sorumlulukları bulunuyor. Türklerden Nobel Barış Ödülü alan yok. Ama ödüllendirilen 28 kuruluştan biri olan “Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü”nün madalyası 2013 yılında teşkilatın genel direktörlüğünü üstlenen Türk diplomatı Büyükelçi Ahmet Üzümcü’ye teslim edildi.

Norveç’teki Nobel Enstitüsü’nden bu yıl 5 Mart’ta yapılan açıklamaya göre 31 Ocak’ta dolan başvuru süresi içerisinde 334 kişi barış ödülüne aday gösterilmiş. Usul gereği adayların isimleri 50 yıl gizli tutuluyor.

Bu yılki Nobel Barış Ödülü için Trump’ın ismi ilk kez Türkiye’nin kankası Pakistan tarafından ortaya atılmıştı. Bu kere 8 Ağustos gecesi Can Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı Aliyev tarafından yeniden dillendirildi.

Tabii müttefiklerinin topraklarına göz diken, İran’ı vahşice bombalayan, NATO Ülkelerini savunma harcamalarını artırmaya zorlayan ve en vahimi de İsrail’in Gazze’deki soykırımına göz yuman Trump’ın Nobel Barış Ödülü’yle adının anılması bile insana şaka gibi geliyor. Ama Trump bu yapmayacağı iş yok.

Bu işi kafaya taktıysa Arktik Okyanusu’nda Norveç’e bağlı valiler tarafından yöneltilen adalardan birini kuşatıp silah zoruyla barış ödülünü alırsa şaşırmayalım.