Nasıl ki 31 Mart seçimlerinin yerel olmanın ötesinde ulusal bir anlamı var; Pazar günkü seçim sonuçlarının ulusal çerçevenin ötesine giden uluslararası anlamı da var.
Batılıların büyük bir kısmında, oryantalist bakış açısından da kaynaklanan Türkiye'yi demokratik çerçeveye oturtamama hâli vardır.
Türkiye'yi özellikle de Avrupa ailesi içinde görmek istemeyenlerin Türkiye'nin demokrasi olamayacağına inanmak işlerine gelir.
Aslına bakarsanız, bu inanışı doğru çıkartmak için elimizden geleni de yapıyoruz. Üstelik kendi içimizde bile Türkiye'nin demokratik refleks gücüne inanmayan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hiçbir şekilde iktidarı terk etmeyeceği düşüncesinde olanlar da az değil.
Dünya, Mayıs seçimlerini nasıl okudu?
Geçen sene bu zamanlar, Mayıs seçimleri yaklaşırken, yabancı diplomat olsun, gözlemci olsun, meslektaş ya da tanıdıklar olsun; Türkiye'de iktidarın seçimler yoluyla el değiştirebileceğine kuşkuyla bakanlarla çok cebelleştim.
Geçen seneki seçimlerde hiçbir zaman muhalefet bloğunun kazanacağına dair büyük bir iyimserliğe kapılmadım. Seçimlere eşit şartlarda gidilmediğini de hep vurguladım.
Ama "muhalefet ne yaparsa yapsın Erdoğan bir yolunu bulur yine kazanırcıların" bu kesip atma haline karşı çıkmaya çalıştım.
Muhalefet hata yaparsa kaybeder; ve nitekim hata yaptı ve kaybetti. Bugün geriye bakıp bunu çok daha net görebiliyoruz.
Türkiye'yi Rusya-Orta Asya-Orta Doğu hattına hapsetmek
Ama o dönem, Batılı gözlemciler, muhalefetin hatalarına bakmak yerine bütün ekonomik sıkıntılara rağmen Erdoğan'ın kazanmasını Türkiye'de otoriter rejimin konsolide olmasına ve zaten çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede demokrasinin hiçbir zaman sağlam şekilde kök tutamayacağıyla açıkladılar. Türkiye'yi Rusya-Orta Asya-Orta Doğu hattındaki ülkelerle aynı kategoriye koymak kolaycılığını tercih ettiler. Genel seçim sonuçları Türkiye'den demokrasi çıkmaz duygusunu perçinledi.
Şimdi ise, CHP'nin birinci parti çıkmasına Türkiye'de pek çok kişi ne kadar şaşırdıysa, yabancı gözemciler açısından da eminim 31 Mart seçim sonuçları büyük bir sürpriz oldu. Sonuçta özellikle Batılı gözlemciler de seçmenin seçimlerle demokratik yoldan iktidarı yerelde pek çok yerde değiştirdiğini kabul etmek durumunda.
Seçmenin demokrasi talebiyle, hukuk ve adalet talebiyle değil, tamamen ekonomik kriz nedeniyle CHP'yi birinci parti yaptığı savı, sonucun demokrasi adına önemini küçültmez. Özellikle Batılı ülkelerdeki, Türkiye'de seçimlerin göstermelik olarak yapıldığı, AKP ve Erdoğan'ın asla iktidarı terk etmeyeceği algısının en azından bu aşamada sarsılmış olması gerekir.
Bugün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Brüksel'deki NATO Dışişleri Bakanları toplantısına katılacak. Kendisi "bir bilen olarak" İstanbul'a mutlaka Murat Kurum'un belediye başkanı olması gerektiğini buyurmuş biri de olsa, seçim sonuçları nedeniyle Türkiye'ye daha fazla saygı duyulan bir salona girecek.
CHP'nin uluslararası vizyonu
CHP'nin de seçim sonuçlarını uluslararası bir vizyonla okuması; dahası bundan sonra siyasetinde uluslararası vizyona daha fazla yer açması gerekir.
Bunun ipuçlarının özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun 31 Mart gecesi yaptığı konuşmada görmek sevindirici.
Hatırlarsanız, Erdoğan da genelde balkondan yaptığı zafer konuşmalarında, AKP'nin seçim zaferinin Balkanlar ve Ortadoğu'nun da kazandığı anlamına geldiğini söylerdi.
2014 konuşmasında kendisinin seçilmesiyle birlikte kazananlar arasında Bağdat, İslamabad, Saraybosna, Üsküp, Şam, Halep, Humus, Ramallah, Gazze ve Kudüs'ü de anmıştı.
Yani Erdoğan'ın bahsettikleri, İslam kimliği ile duygudaşlık kurduğu Müslüman topluluklardı. Yoksa Sırbistan'lıların yada yada Belarusların AKP kazandığı için zil takıp oynamayacağını o da biliyordu.
İmamoğlu'nun hedefinde ise, otoriterliğin yükselişte olması nedeniyle tedirgin olan dünyadaki demokratlar vardı.
Sarıyer'deki CHP merkezinden yaptığı konuşmada İstanbul seçim sonuçlarının dünyaya verilmiş çok önemli bir mesaj olduğunu söyleyen İmamoğlu, dünyada demokrasiler gerilerken otoriter yönetimlerin iktidara geldiğini, insanların "acaba demokrasi tarihinin sonuna mı geldik?" sorusunu sorduklarına dikkat çekti.
"Özellikle yakın coğrafyamız için bu demokratik zaferin anlamı çok büyük," diyen İmamoğlu "otoriter rejimler altında mutsuz olan, ezilen halklar bugün gözlerini İstanbul'a çevirdiler," diye konuştu. "1923'te Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'in tüm ezilen milletlere ilham kaynağı olmasıyla" benzerlik kurdu.
Erdoğan Batı'ya bağıran, çağıran, kafa tutan lider konumuyla özellikle Orta Doğu sokaklarında büyük popülarite kazandı. Ancak U dönüşleri yaparak Müslüman halkları ezen liderlerle yeniden sarmaş dolaş olması, son Gazze savaşında İsrail'le ticareti kesmeyerek söylemiyle eylemleri arasındaki farkın bu popülariteyi sarsmış olması muhtemeldir.
İmamoğlu'nun "Batı demokrasilerinin ışığı olduğunuz," dedikten sonra "ama daha önemlisi özgürlüğü ve eşitliğe hasret bir şekilde demokratik rejimlerde yaşamayı hak eden Müslüman halklara rehber oldunuz" diyerek, özellikle Orta Doğu'daki müslümanları adreslemesini, Erdoğan'ın bölge lideri konumlanmasına karşı rakip bir konumlandırma olarak görüyorum. Sadece lider anlamında değil; çok daha önemlisi kavramsal anlamda.
Türkiye, halkının çoğunluğu Müslüman bir ülkenin büyük eksikliklere rağmen demokrasiyle yönetilebileceğini dünyaya gösterdiği için ve NATO'dan Avrupa Konseyi'ne Batılı demokratik kurumların içinde yer alabildiği için İslam dünyasında saygı gördü. CHP'nin demokrasi mücadelesinin bölgeye örnek olması, iktidarın dış politika söylemindeki görece üstünlüğün kırılması açısından da önem taşıyacak.