Evrensel değerlerin, insan hakları ilkelerinin, adalet ve özgürlük fikrinin yer almadığı kanunlar, düzenleyici hükümler, uygulamalarla başımız dertte.
Malum, böyle düzenler hukukla anılmaz. Bu diyarlarda kanunlar, kurallar genel olarak siyasi faydaya, ideolojiye, inanca, çıkarlara göre biçim alır.
Kanunların yapımı, yorumlanması, kanun adamlarının karar verme, hüküm düşme, gelme, gitme şekilleri de buna uygun olur.
En önemlisi, yargının iktidara bağlılığıdır. Sorun, kimi adli soruşturmaları teşvik eden, mahkeme kararlarını denetleyen, son hükmü veren merciin siyasi iktidar olmasıdır.
Türkiye bunun en açık örneklerinden biri hâline geldi.
Son yerel yönetim seçimlerinde CHP büyük başarı elde etti; büyük şehirlerin çoğunu ele geçirdi, değil mi?
Şimdi, düzen bunu burunlarından getiriyor.
İstanbul’da 39 belediye var. Bunların 26’sının yönetimini seçmen CHP’ye vermişti. İktidar-yargı ilişkisiyle bu belediyeler bir bir ellerinden alınıyor. Bugün bu 26 belediyenin 11’i hakkında yolsuzluk soruşturması var. 11 belediye başkanı tutuklu. Türkiye genelinde tutuklu CHP’li belediye başkanı sayısı düne kadar 17 idi.
Belediyelerde yolsuzluk şaşırtıcı değildir. Ama yolsuzluklarla ilgili soruşturma ve davaların, üstelik çete kurma iddiasıyla yalnızca ana muhalefet partisine yönelmesi başlı başına son derece anlamlıdır.
Siyasi niyet, kötü koku açıktır.
İktidarın yargı üzerinden yürüttüğü bu adli operasyonlar dalgasının bir dizi hedefi olduğu ortada.
Hedefler şöyle:
CHP’yi kuvvetli olduğu, ülkeyi yönettiği yerel yönetimler düzeyinde kirli, beceriksiz, yolsuz bir imajla kuşatmak.
Bu siyasi partiyi arka arkaya yargı hamleleriyle kımıldayamaz, kendisini savunmaktan başka bir şey yapamaz hâle getirmek.
En nihayet, bu siyasi partinin iktidarla yarışabilecek, başkanlık seçiminde onu yenebilecek isimlerini siyaseten yasaklı hâle getirerek devre dışı bırakmak.
İmamoğlu “vuruldu”, atıcılar şimdi Mansur Yavaş’ın etrafında dolaşıyor.
Yazması bile garip geliyor.
İnsan, her gün bir kademe daha geriye gittiğimizi, tam anlamıyla ataerkil bir örf düzenine dönüşmekte olduğumuzu düşünmekten kendini alamıyor.
Bu düzen, bir reisin kişiliği, vicdanı, geleneğini yansıtan kararlarıyla anlam kazanan; faydayla iç içe, kendine has doğrular silsilesiyle çalışır. Reisin vicdanı ve takdiri (bir bakıma “meşrulaşmış keyfilik”), kanun ve kuralın yerini alır.
Vicdan kelimesi kimseyi rahatlatmasın. Tek başına vicdan kişisel ve sübjektiftir. Özellikle siyasette vicdan saf değildir; çıkarlar ve kendine yontulmuş okumalarla örülüdür.
Şahsileşmiş düzenler böyle işler.
Cezalar ve cezaya açık takibatlar, hüküm veren kişinin reisin duygusuyla karışık, siyasi sistemin ideolojisi ve rasyonalitesine göre işleyen yaptırımlar olmaktan başka anlam taşımaz
Evrensel değerlerin yerini, duygular, çıkarlar ve ahlaki eğilimlerden azade almayan kişi vicdanı, kuralların yerini ise bu vicdanla orantılı keyfi hükümlerin aldığı sistemlerde kapı, işte Türkiye’deki gibi bahçelere açılır.