Düşünün. Ukrayna ve Rusya heyetleri karşılıklı oturmuşlar. Cephede kan akmaya devam ediyor. Müzakere masasına oturmaya çok da hevesli değiller. Ama otursan bir türlü, oturmasan başka türlü. Bir başlasa da bitirip gitsek diye düşünürken; her İstanbul toplantısının başında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’yi öven konuşmaya maruz kalıyorlar.
Fidan, iki büyük Türk bayrağı arasından ve arkasında büyük puntolarla İstanbul yazan bir panonun önünde konuşuyor. “Bunların derdi barış mı, yoksa reklam mı” diye düşünmezler mi?
ABD Başkanı Donald Trump’la, Rus lider Vladimir Putin’in ikili zirvede bir araya geleceği duyulunca, Türk basınında da Türkiye ev sahibi olur mu diye spekülasyon başladı. İkisi Alaska’da buluştuktan sonra da olası bir üçlü zirve ya da Zelenski - Putin zirvesi için Türkiye’de buluşurlar mı diye bir heves oluştu.
Arabuluculuk ya da kolaylaştırıcılık sadece ev sahibi olup, görüşülecek mekânı ayarlamakla sınırlı değildir. Taviz vermeye isteksiz tarafları masada tutmak, uzlaşmazlık noktasında kilitlenmeyi aşmak için yaratıcı öneriler getirmek, uzlaştırıcı formüller de geliştirmek gerekir. Bunun için diplomatik yaratıcılığa, tecrübeye, birikime, kıvrak zekaya ihtiyaç vardır. Tarafların kültürel kodlarını bilmek kadar dil bilgisi de çok önem taşır.
Uzlaşmayı sağlayan noktalı virgül
Yabancı dil deyip geçmeyin. Her iki tarafın kendi lehine yontacağı ikili ya da ikircikli söylemler, yapıcı muğlaklıklar dil bilgisi gerektirir. Hiç unutmam bir AB zirvesinde gerek Türk gerekse Yunan tarafının bir belge üzerindeki oluru, iki kelime arasındaki noktanın, noktalı virgülle değiştirilmesiyle sağlanmıştı. Noktalı virgül, iki tarafın belgeyi kendi lehlerine yorumlamasına imkân tanımıştı.
Türk diplomasisinin bu anlamda gerekli kriterlere sahip olduğunu söyleyebiliriz. En uzunu Kıbrıs olmak üzere nihayetinde Türk diplomasisi yıllarını pek çok ülke ve konu üzerine müzakere ile geçirmiştir.
Buna en yeni ve çarpıcı örneği de son Ukrayna - Rusya görüşmelerinde gördük. Habertürk’ten Sena Alkan’ın haberine göre, tarafların görüşmenin zamanlamasına dair yaşadığı zıtlaşma yaratıcı bir formülle aşıldı. Ukrayna Çarşamba, Rusya perşembe masaya oturmakta diretti.
Türk tarafı, Rusya’ya Türkiye saatiyle 19.00’da masaya oturulması halinde, (Rus bölgesi) Kamçatka’da saatin artık perşembe sabahı 04.00 olacağını, dolayısıyla Rusya’nın teknik olarak perşembe günü masada olacağını iletti. Böylece kriz aşılmış oldu.
Ev sahibi ülke olmak, acabuluculuk, kolaylaştırıcılık aynı zamanda tevazu, geri planda kalma ve hatta gizlilik ister. İşte bunlar Ak Parti iktidarında olmayan özellikler.
Dünyada pek çok ülke var; diplomatik görüşmelere ev sahipliği yapan; arabuluculuk yada kolaylaştırıcılık yapan. Türk kamuoyu en iyi İsviçre’yi bilir. Kıbrıs müzakereleri, 2009 Türkiye - Ermenistan protokollerinin görüşmeleri İsviçre’de yapıldı.
Herhangi birinde o dönemki İsviçre hükümetinin ön plana çıkıp, İsviçre’yi övdüğünü, ya da “İsviçre cumhurbaşkanımızın yaktığı barış meşalesinin ışığıyla” diye başlayan bir konuşmayı hatırlayan var mı? İsveç, Norveç de arabuluculuk konusunda marka ülkelerden; kendilerini övdüklerine pek rastlamadım.
Minnak İsviçre’nin adını kimsenin hatırlamadığı cumhurbaşkanı ile ‘koca reis’i karşılaştırma diyen çıkabilir tabii. Sadece Batı’dan değil, Doğu’dan da örnek verebiliriz. Son dönemlerde Katar’dan sonra Birleşik Arap Emirlikleri’nin de ön plana çıktığını görüyoruz. Azerbaycan ve Ermenistan liderleri Washington’da biraraya gelmeden önce BAE’de buluştular. Dışişleri bakanının bu fırsattan istifade Emirliklerin bölgenin arabuluculukta parlayan yıldızı olduğuna dair bir nutuk çektiğine denk gelmedim.
Yıllar önce CIA başkanının İran heyetiyle Oman’da yaptığı gizli görüşmeler, aylar sonra ortaya çıktı. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Aslında, sessiz ve gizli diplomasi Türk dışişlerinde geçmişte olması gerekenden de fazla olan özelliklerdi. Türkiye’de yapılacak Afganistan Pakistan görüşmelerinin nerede olacağını öğrenmek için göbeğimizin çatladığını bilirim.
İktidar içerde yıpranan imajını düzeltmek için hiçbir fırsatı kaçırmadığı için, arabuluculuk meselesini sürekli pompalıyor; bunu yaparken de kanımca arabuluculuk yapmak isteyen diğer rakipleri karşısında dezavantajlı duruma düşüyor. Müzakerelerde sürekli bir ön planda olma hali taraflarda tepki yaratabilir.
Haziran’da yapılan Ukrayna - Rusya toplantısında Fidan yine bir açılış konuşması yaptı ve tabii Cumhurbaşkanına atıfta bulunmadan geçmedi. Erdoğan'ın, Zelenskiy ve Putin ile sürekli temas halinde olduğunu, sürecin ilerlemesi için azami gayret sarf ettiğini söyledikten sonra; “Bu süreçte Türkiye olarak her türlü kolaylaştırıcı adımı atmaya hazırız” demeyi ihmal etmedi.
Temmuz toplantısında ise Erdoğan’a övgü bir öncekinde az gelmiş olacak, Fidan cumhurbaşkanının “barış meşalesini taşıyan bir lider” olduğunu söyledi.
Ev sahibi olarak Türkiye'nin rolünün iki ülkenin de kendisini güven içinde hissedeceği bir müzakere ortamı sağlamak olduğunu kaydeden Fidan, “kolaylaştırıcı olarak Türkiye'nin üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmeye devam edeceğiz,” dedi.
“Bu görevi layıkıyla yerine getiriyoruz, layıkıyla yapmaya da devam edeceğiz” şeklinde kendi kendini övme hali bana çok ayıp ve itici geliyor. Bırak seni başkaları övsün.
Ve tabii tüm diplomatik süreç boyunca ön planda kalmayı sürekli kılmak için de satır aralarından sızan muazzam bir heves var.
Fidan’ın sözlerine bakın:
“Tarafların sağlayacakları mutabakata bağlı olarak sürecin ilerlemesi için üzerine düşen görevi yerine getirmeye her zaman hazırız. Ateşkes yönünde bir anlayış oluştuğu takdirde izleme mekanizması bağlamında da gerekli altyapımız mevcuttur. Esir değişimlerini daha yapısal bir metodoloji temelinde yürütme konusunda da katkı verebiliriz.”
Neredeyse “lütfen bizi sürece dahil etmeyi unutmayın’ demediği kalıyor.
Erdoğan’ın Rus ya da Ukrayna lideri ile yaptığı her telefon görüşmesine ait bir paragraflık açıklamada, artık kabak tadı veren, “Türkiye kolaylaştırıcı her adımı atmaya hazırdır” cümlesi geçiyor.
Bu kadar ön planda olma hevesi olmasa, biraz daha tevazu gösterilse, ev sahibi olma ya da arabuluculuk konusunda Türkiye’nin şansı daha yüksek olabilir.
Tabii denebilir ki, Türkiye, bu kendi kendini övme halinde tek değil. Ne kadar teselli edici bir nokta bilemiyorum ama bir de Trump var, barış yapıcı olarak kendisini dev aynasında gören.