Trump-Erdoğan aşkına rağmen ABD’yle bir şeyler iyi gitmiyor

ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk aylarını hatırlayın. Hani neredeyse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı dilinden düşürmüyordu, diyebiliriz. Üstelik son derece de olumlu mesajlarla ismini anıyordu. Hatta İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’nun yanında bile Erdoğan’la ilgili olumlu mesajlar vermesi dikkat çekmişti.

Tabii Netanyahu’nun boş durmayıp Suriye’de Ankara ile ters düştükçe, Dışişleri Bakanı Marco Rubio üzerinden Türkiye’ye F-35 satışının yeniden gündeme gelmesini engellemeye çalıştığı biliyor. Bu konuya geri döneceğim.

Trump’ın son dönemlerde Erdoğan’ı ismen andığı yok. Zaten sabah akşam bahsedecek diye bir kural da yok tabii. Sonuçta Rusya’dan Çin’e, Gazze’den Venezuela’ya uluslararası gündemi, en az iç gündemi kadar yoğun.

Gene de ilk aylarla karşılaştırmadan da edemeyiz...

Doğudan batıya, güneyden kuzeye liderler Oval Ofis’e aktı

Dikkat çeken bir başka nokta daha var. Trump’ın göreve başladığı ocak ayından beri doğudan batıya, güneyden kuzeye çok sayıda ülkenin lideri, birden fazla kez Beyaz Saray’a konuk oldular; ama resmî ama gayri resmî ziyaretler için. Ukrayna nedeniyle Avrupalı liderlerin kaçtır Washington’a koştuklarının sayısını artık tutamıyorum. Ama Trump’ın haritada yerini bulmakta zorlanacağı Afrika ülkelerinden tutun da en son ABD’nin unuttuğunu düşündüğümüz bir bölgeden, Kafkaslardan Ermenistan ve Azerbaycan liderlerine kadar çok sayıda lider Oval Ofis’te ağırlandı.

Trump’ın birinci döneminden beri tanıdığı ve bu kadar sitayişle andığı Erdoğan’ı da resmî ya da çalışma ziyareti için Beyaz Saray’da ağırlamış olması gerekmez miydi?

İki lider haziran ayında NATO Zirvesi'nde ikili görüşme yaptılar. Ama görüşme sonrasında en azından Amerikan tarafının Türk lideri Washington’a davet ettiğine dair bir bilgi gelmesi gerekirdi, öyle bir bilgi verilmedi.

Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan (NATO Zirvesi, 24 Haziran 2025)

Bu durumda birkaç olasılık var. 

Erdoğan’ı beğense de Trump’ın davet konusunda çok da hevesli olmadığı anlaşılıyor. Öte yandan cumhurbaşkanının attığı her adım, söylediği her söz, verdiği her fotoğraf karesi önceden saniyesi saniyesine koreografi ediliyor. Üzerinde tutulmak istenen o ulaşılmaz ve ilahî imajın zedelenmesine neden olacak hiçbir risk alınmıyor.

Trump’la kameralar önünde bir basın açıklaması ise öngörülemezliği nedeniyle çokça risk barındırıyor. Ukrayna lideri Zelenski’yi nasıl istiskale uğrattığı herkesin hatırında...

Ankara çok hevesli ama riski de tam göze alamadığı için sıkıntılı konularda ilerleme sağlanması gerekiyor. 

Görüşme sonrası risksiz bir basın buluşması için tarafların içerik konusunda büyük oranda mutabık olmaları gerekir. Karşılıklı olarak beklentilerin bir ölçüde önceden karşılanmış olması, özellikle Erdoğan’ın iç kamuoyuna vereceği anlamlı mesajlara imkân tanıyacak bir görüşme yapılması gerekir.

Bu anlamda, Türkiye F-16 modernizasyonu, F-35’lerin satışında engellemelerin kaldırılmasını isterken; Gazze meselesi, İsrail’in Suriye’de istikrarı sabote eden adımları, Trump’la ortak bir nokta yakalanmasını zorlaştıran konular olarak öne çıkıyor.

F-16’ların ilkesel olarak modernizasyonu için Kongre’den yeşil ışık yakılmasının eski şartlarından biri Yunanistan’la gerginliğin düşürülmesi idi. Ege ve Akdeniz’de sular durulduğu, Türkiye söylemini ve sahada (denizde ve havada) duruşunu, Yunanları ayağa kaldırmayacak bir seviyeye oturttuğu için F-16’ların modernizasyonuna yeşil ışık yakılmıştı. Ama teknik konularda hâlâ anlaşma sağlanamamış olması dikkat çekici. Hatta zaman içinde Ankara baştaki bol dolar rakamlı, geniş alımlı teklifini daraltma yoluna gitti. Ama daraltılmış pakette bile belli ki sıkıntılar devam ediyor.

Öte yandan bir ara ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın, Türkiye’nin Rusya’dan alınan S-400’ler sorununun çözümünde “inanılmaz yardımcı” olduğunu söyleyip F-35 satışının mümkün olabileceğine dair iyimser yorumları, Washington’da Türk karşıtı lobiyi harekete geçirdi.

“Yunanistan şartının” yerini İsrail ve Hamas yer aldı 

Middle East Eye’da yer alan bir habere göre, Amerikan Kongre üyeleri Türkiye’nin Hamas’la ilişkisini öncelikli bir konu haline getirdi. 

Biri Cumhuriyetçi diğeri Demokrat kongre üyesi tarafından sunulan değişiklik önerilerinden birine göre, Beyaz Saray'ın Türkiye'nin Hamas ya da onunla bağlantılı grupları "maddi olarak desteklemediğini" belgelememesi durumunda, Türkiye'ye F-35 savaş uçaklarının satışı yasaklanacak.

Bu değişiklik önerisi yasa haline gelirse, ayrıca ABD yönetiminin Türkiye'nin İsrail'e karşı askerî tehditlerde bulunmadığını ve Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore ile askeri iş birliği içinde olmadığını -buna SİHA (drone) satışları da dâhil- belgeleyen bir sertifika sunmasını da zorunlu kılacak.

Cumhuriyetçi ve Demokrat Kongre üyelerinden oluşan bir grup tarafından sunulan ayrı bir değişiklik önerisi ise ABD Dışişleri, Savunma ve Hazine bakanlıklarının, Türkiye’nin Hamas ile olası bağlarına dair kapsamlı soruşturmalar yürütmesini zorunlu kılacak.

Yukarda da yazdığım gibi İsrail Başbakanı zaten Rubio üzerinden de F-35’ler konusunda engelleme yapmaya çalışıyor. Yani savunma alanında sıkıntılar giderilmiş değil.

Gazze konusunda Trump’la Erdoğan’ın tutum farklılığı geceyle gündüz gibi. Türkiye’nin soykırımla suçladığı İsrail’in en büyük destekçisi Trump Amerika’sı. Bu anlamda da Erdoğan’ın Trump’la yan yana durup Gazze konusunda iki kelâm etmesi zor. 

Öte yandan Suriye konusunda Erdoğan’ın İsrail’e karşı Trump’ı yanına çekmesi için her türlü ikili görüşme de önemli bir fırsat oluşturuyor. Ancak Suriye konusunda da Barrack’ın son açıklamalarından yola çıkarsak Washington-Ankara makası açılıyor. Bu makas açıldıkça da Suriye’ye askerî operasyon imaları, ima olarak kalmaya mahkûm oluyor.

Yani Erdoğan-Trump arasındaki büyük aşka rağmen ilişkilerde bir şeyler iyi gitmiyor, en azından ilerlemiyor.

BM Genel Kurulu için New York’a gidecek olan Erdoğan’ın Trump’la ikili bir görüşme yapması muhtemeldir. 

Filistin Yönetimi'ne vize vermeyen Washington’a karşı Ankara söylemsel tepki dışında dişe dokunur bir tavır sergilemedi. BM Genel Merkezi'nin, emekli büyükelçi Şafak Göktürk’ün önerdiği gibi, Cenevre’ye taşınması ya da Filistin’le ilgili toplantının günü birlik Cenevre’de yapılması önerilebilirdi. Zira ABD’nin amacı başta Fransa olmak üzere bir dizi ülkenin Filistin’i tanıyacağı ve Fransa-Suudi Arabistan ortaklığında 22 Eylül’de New York’ta yapılması planlanan konferansı sabote etmek. 

Ankara’nın bu tavrı nerden kaynaklanıyor?

Zaten köktendinci Hamas’ı destekleyip daha seküler Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’ne yüz vermemesinden mi, Fransız- Suudi ikilisinin inisiyatifinin çökmesine için için sevindiğinden mi, yoksa Trump’la olası bir görüşmeyi sabote etmek istememesinden mi, yoksa hepsi birden mi?

Sonuçta Ankara stratejik konularda istediğini alamasa da Türkiye’nin muhalefetsiz, tek partili rejime geçişi konusunda ABD’nin sergilediği umursamazlık, zaten iktidar açısından 80 milyonluk ülkenin ulusal çıkarlarının kat be kat ötesinde önem taşıyor.