Mayıs 2023 seçimlerinin ikinci turunda Kılıçdaroğlu ve Erdoğan arasındaki fark, Ankara özelinde 100 binden azdı. İstanbul’da ise 400 bin civarı bir oy farkından söz edebiliriz.
Millet İttifakı adayı Kılıçdaroğlu’nun “Bize taşra kaybettirdi” argümanının arka planında bu veriler yatıyor.
“Kaybettiren taşra” algısını bir kenara bırakırsak, yedi Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı ile birlikte yürütülen seçim yarışının kazanılacağından o denli emin olunmuştu ki Millet İttifakı’nın ikinci tur ihtimaline dair hiçbir hazırlığı olmadığı gibi bir algıya kapılmamız kaçınılmaz hale gelmişti.
Seçimin, Millet İttifakı adayını silecek denli bir tür Erdoğan referandumuna dönüştürülmesi, eşzamanlı olarak Zafer Partisi ile gerçekleştirilmiş “gizli” protokol iddiaları bu durumun göstergelerinden…
Elbette ikinci tur sürecinin bu denli silik bir ritimde gerçekleşmesinde ilk turda yaşanan “beklenmedik” yenilginin payı da büyük…
Bana kalırsa 31 Mart yerel seçimlerinde tersine bir manzarayla karşı karşıyayız. Nitekim kurumsal muhalefet açısından çözülme, bütün günahların Kılıçdaroğlu’na atılmasıyla, sadece ertelenmiş durumda…
Hiçbir “yüceltme” girişimi ya da arkadakini öne getirmekten başka anlam taşımayan değişim bu çözülmeyi durduramayacak. Aynı şekilde “demokrasi adına…” girişilen mecburiyet söylemleri ve analizleri de bu çözülmeye ilaç olmayacak.
Gelelim bu ertelenmiş ve 1 Nisan sabahı bizleri bekleyen çözülmenin arka planına…
14-28 Mayıs Öncesi: Siyasal Tuhaflık Olarak Altılı Masa
Gerçi seçim öncesi yaratılan psikoloji düşünüldüğünde bunlar pek şaşırtıcı olmasa gerek. “Bu kez kazanıyoruz” ve “ölüm kalım seçimi” söyleminde simgeleşebilecek bu psikoloji, kurumsal muhalefet açısından yapısal pek çok sorunun üzerini örtme işlevi gördü.
Altılı Masa denen yapıyı oluşturan siyasi partiler konusu da, o fazlasıyla teknik, dolayısıyla da kitlelere seslenmek yerine kendi kendinin reklamıyla meşgul metinleri gibi, politik bir dengesizlikten mustaripti.
Bir yanda 2019 yerel seçimlerinde başarı sağlamış CHP ve İYİ Parti, diğer yanda iktidar çevresinden uzaklaş(tırıl)mış olmanın “şanını taşıyan” ve bu sebeple kendini ispatlama çabasına bile girmemiş DEVA ve Gelecek partileri bu dengesizliğin somut örnekleri biridir.
Kitlesel karşılığı soru, hatta ünlem işareti olan siyasi partileri, toplumsal uzlaşı görüntüsü vermek adına içerecek bir yapı ne kadar anlamlıydı? Hadi bu soruyu diğer pek çok şey gibi göz ardı edelim.
“Aday değil, Masa kazanacak” diyerek Türkiye’nin siyasal kültürünü ihmal eden, aynı şekilde 20 yıllık Erdoğan isminin toplumsal karşılığını düşünmeden, yani sosyolojik ve psikolojik hiçbir kaygı taşımadan oluşturulan stratejilere ne demeli?
2023 Türkiye’sini, 2002’deymiş gibi kurgulayan bu fantezilere kapılan siyasal akla/aktörlere ne demeli?
Altılı Masa deneyiminin uzak durulması gereken bir siyasi tuhaflık olması, seçimi kaybetmesiyle ilgili bir nitelik değil aslında. Seçimi “cepte” gören anlayışla hiçbir ciddi hazırlık olmadan kendine ciddiyet görüntüsü kazandırmadır onu “siyasi tuhaflık” kılan.
Sokaktaki insana seslenmeyen teknik metinlerden medet ummasıydı. Kendi siyasi fantezilerine kapılıp siyaseti ve onu besleyen sosyo-psikolojiyi umursamayan bir şımarıkla karşı karşıya bırakıldık.
14-28 Mayıs, bu şımarıklığı miras olarak bıraktı. Peki, bu miras ne anlama geliyor?
Bunun basit bir yanıtı olduğu kanaatindeyim: Artık Erdoğan karşıtlığının siyasal bir anlamı yok. En azından belirleyici düzeyde bir karşılığı yok.
Muhalefetin, değil iktidar partisi seçmenini ikna etmek, kendi seçmeni karşısındaki meşruiyetini sağlama konusunda sığındığı o aslî enstrümanın bir anlamı yok artık. İnsanlar, muhalefet partisine oy vermenin kendileri için anlamlı olabileceği psikolojiyi yitirdi ki bunun doğrudan sorumlusu mevcut siyasal aktörler…
“Sayın Cumhurbaşkanım-Cumhurbaşkanı yardımcılarım” konulu tiyatrodan tutun “Aramızda kalsın, kazanıyoruz”a kadar uzanan, o altı doldurulamayan politik iddialar ise bu anlam yitiminin duygusal kırılma noktası…
Keza her iki kesitte de CHP’nin Ankara ve İstanbul için tekrar aday gösterdiği belediye başkanları ön plana çıkarılmıştı ya da çıkmıştı.
14-28 Mayıs Sonrası: CHP’de Vitrin Değişimi
Değişememenin en zavallı ve yaralayıcı göstergesi vitrin değişimidir. CHP, buna mecbur bırakıldı. Geri planda İmamoğlu’nu merkeze alan bir yaklaşımla, Özgür Özel genel başkanlık yarışını kazandı.
Fiili bir iki başlılık, en azından algı düzeyinde CHP gibi Cumhuriyet’i kuran parti iddiasını taşıyan bir yapıya dayatıldı.
İYİ Parti’nin, Millet İttifakı’nı bu yerel seçimlerde sürdürmeme kararı ise İmamoğlu tarafından artık pek duyulmayan “İstanbul İttifakı” gibi bir girişimle karşılandı.
“İstanbul tavrı”, “İstanbul başardı”, hatta “kent uzlaşısı” gibi türevlere dönüşmüş bu sahipsiz bırakılmış ya da gereksizleşmiş slogan, AK Parti karşıtlığında seçmen tabanını konsolide etmeyi amaçlıyor ve kazanacak tek adayın İmamoğlu olduğu varsayımına dayanıyordu.
Oysa hem sloganın gereksizleşmesi hem de “kent uzlaşısı” şeklinde, kapsayıcı tutumundan koparılması bir şeyi net şekilde gösteriyor: AK Parti karşısında “kazanacak aday”ın kim olduğunun seçmenler nezdinde kendiliğinden bir karşılığı yok.
Vitrin değişiminin parçalı bir iktidar yapısına yol açtığı CHP ve İmamoğlu, 14-28 Mayıs sürecini yokmuş gibi yapmaya devam ediyor gibi görünse de bu strateji değişimi bile sürecin yıkımının farkında olduklarını gösteriyor.
Vitrin değişiminin en somut kazası ise Afyon’da CHP adayı Burcu Köksal’ın “DEM Partililer” odaklı açıklamasında gün yüzüne çıktı.
Özel, itidalli bir şekilde “yanlış anlaşıldı” dese de İmamoğlu ve onun etrafında kümelenmiş medyatik, entelektüel cenah durumu “sabotaj” olarak tanımladı.
Bu görüntünün seçmenler nezdindeki algısının, Altılı Masa’daki kırılganlık şeklinde olacağı ise seçim sıcaklığında göz ardı edilse de aşikâr…
İmamoğlu’nun Konumu
İmamoğlu ve ekibi genel itibarıyla şu noktayı kaçırıyor. Çeyrek asırlık iktidarıyla Erdoğan, sadece İstanbul’da değil, her şehirde önce “kendi adına” yarışıyor, yarışır da. Dolayısıyla yerel seçim yarışında İmamoğlu’nu, Erdoğan’ın asıl rakibi olarak konumlandırmanın seçim sathında bir anlamı yok.
Burada da İmamoğlu’nun konumunun belirsizliği gün yüzüne çıkıyor. Cumhurbaşkanı adayı olarak mı konuşacaksınız, yoksa belediye başkan adayı olarak mı?
Bakarsanız, CHP’deki vitrin değişimi, bu kafa karışıklığını partiye dayatmaktan fazlası değildir. Neticede, bu kafa karışıklığı İmamoğlu’ndan öte bir şey…
İmamoğlu’nu tek umut olarak görmeyi sürdüren kesimlerin yaptığı hata, seçimin ertesinde görülecektir.
Kurum’un adaylık profilinin karikatürize edilmesi eğilimi de bir diğer hata: Karikatürize ettiğinizi, küçümsediğinizi anlayamazsınız.
Unutulan bir gerçek burada yine karışımıza çıkıyor: 2019’da iktidar kaybetti, muhalefet kazanmadı.
Çözülmenin Sonrasında
1 Nisan sabahı İmamoğlu, muhtemelen az bir farkla kaybettiği bir seçim sonrasında, “az farkı” ve “ittifak yokluğu” gibi olguları referans alarak CHP genel başkanlığı için açıktan harekete geçer. Bu genel bir yargının olumsuz yönü.
Olumlu yön, seçimi kazanacak İmamoğlu’nun 2028 için doğal aday olacağı yönünde. Bu yönü, 2022’nin Aralık ayında “İmamoğlu, parti örgütü olmadan bir şey yapamaz” diyenlerin savunması da ayrı bir ironi.
Benim kanaatim, kaybedişin akabinde İmamoğlu ve ekibinin Kılıçdaroğlu’na uygulanan “günah keçisi” tarifesine maruz bırakılacağı yönünde. Her kaybedişte olduğu gibi “haklı gerekçeler” bulunacaktır bunun için. CHP ise yeni bir kurultay sürecine girecektir.
Çözülmenin Nedeni
Perspektif.online sayfalarında ana muhalefet partisinin sığındığı “mecburiyet psikolojisinin” partinin siyasal kapasitesine verdiği zararı defalarca vurgulamaya çalıştım. 14-28 Mayıs süreci bu psikolojinin sığındığı “nesnel koşulları” darmadağın etti. Mevcut aktörler, tek umut olarak sunulanlar dâhil, bu koşulları toparlayacak güce sahip değil.
Öte yandan çözülmenin asli sebebi 2019’u yanlış okumakta saklı. Tekrar etmek gerekirse 2019’da iktidar, özensizliği yüzünden kaybetti. Şimdi ise kurumsal düzeyde göz ardı edilmek istense de toplumsal kesimde muhalefetin 14-28 Mayıs yılgınlığı var.
Muhalefet açısından 2019’u yanlış okumak, başarıyı taşıyamamak 2023’ü yarattı, 2024’teki yenilgiye de yol açacaktır.
Bu satırlarda, muhalefetin kendini yeniden inşa etme gerekçelerini vurgulamaya çalıştım. Mesele, ne yazık ki salt İmamoğlu’nun kazanıp kazanmamasından çok daha önemli ve derin…
Muhalefet kapsamda kaybettiğini odakta kazanmak istiyor ya da odaklanıp kapsayıcılığı göz ardı ediyor.
31 Mart bunun bir örneği olacak.