Ankara, Nisan ayını Mayıs’a bağlayan saatlerde şiddetli bir yağmura teslim oldu.
Başkent için ya da herhangi bir büyükşehir için “teslim oldu” ifadesini kullanmak âdettendir gibi görünse de şehirlerimiz, yetersizliklerini her defasında gözler önüne seren yağışlar karşısında teslimiyetin ötesinde bir kapasiteye sahip değil ne yazık ki.
Esasında felaket, 30 Nisan’ın son saatlerinde bastıran yağış değildir. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere şehirlerimizin, “teslimiyetten” başka bir şey yapamıyor ya da yaşamıyor olması felaketin ta kendisidir.
Bana kalırsa olguların ötesinde, olguların olumsuzluk derecesini her defasında artıran bu esas felaketin nedeni, özellikle son yıllarda belediyelerin asıl işlevlerini ikinci plana atmalarına yol açacak denli siyasileşmesidir.
Gelin, bu “siyasileşme” felaketinin ne olduğuna bir göz atalım.
Siyaset-İdare Ayrımı
Belediyeler, kentin gündelik yaşamını organize eden, o kentin insanlarının ortak ihtiyaçlarını karşılamakla sorumlu yapılardır. İmar, su, kanalizasyon ve ulaşım gibi kentsel altyapı ise o şehrin bedensel sağlığını teşkil eder.
Kentin bedensel sağlığından sorumlu belediyeler, mevzuatta “karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idarî ve malî özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi” olarak tanımlanır.
Kamu tüzel kişiliğinin özü ise kamu yararı ve kamu hizmeti nosyonlarını içerir. Dolayısıyla siyasi-idari ayrımı ya da dengesi çerçevesinden yaklaşacak olursak belediyeler idari yanı ağır basan, onu öncelikli hâle getirmesi gereken kamu tüzel kişilikleridir.
Woodrow Wilson’ın İdarenin İncelenmesi adlı çalışmasında belirttiği gibi, idare olgusu bir iş sahasına işaret eder ve onun özgünlüğünü kuran şey, siyasetin keşmekeşinden, partizan tutumlarından, telaşlarından uzak tutuluyor olmasıdır.
Bu husus, her ne kadar temel düzeyde bir bilgi gibi görünse de Türkiye’de giderek artan bir şekilde ihmal edilen bir esastır.
Siyaset-idare arasındaki denge bir insanın zihinsel ve bedensel gelişiminin orantılı ve eşzamanlı gelişmesini ifade eder. Salt bedenine odaklanıp zihinsel etkinliği, düşünceyi ve fikirsel düzlemi ihmal eden kişi rehbersiz kalır.
Çok yakışıklı bir erkeğin ya da çok güzel bir kadının aptallığının, bir süre sonra güzellik ve yakışıklılık mefhumlarını hiç edebilmesi gibi, rasyonalitesini yitiren bir bedensel gelişim yönünü şaşırır. Kişi bu mefhumları taşıyamaz hâle gelir. Aynı şekilde salt zihinsel gelişimine önem verip bedensel sağlığını ihmal eden kişi, bir süre sonra arkasındaki kitap yığınıyla psikolojik rahatsızlıklarını fikir zanneden çelimsiz bir bedenin taşıyıcısı olabilir.
Rahmetli Doğan Kuban, İstanbul’u bir bedenin taşıyamayacağı büyük bir kafa olarak betimlemişti. İstanbul’un Türkiye’nin diğer şehirlerine kıyasla orantısız büyümesinin bir felaket olduğuna vurgu yapmıştı.
Aynı şekilde belediye gibi idari bir kurumun, salt seçim süreci ekseninde düşünülüp bir “siyasi kale” olarak görülmesi de kentlerimizi, içinde yaşayan bizlerin taşıyamayacağı koca bir kafaya dönüştürüyor.
Belediyelerimiz: Asıl İşlevleri Dışında Her Şey Olabilen Kurumlarımız
Türkiye’de belediye mefhumu siyasileşme girdabına yakalanmış durumda…
Belediye seçimleri açısından bakıldığında kimi şehir ve ilçeler birilerinin kalesidir. Kimi şehir ve ilçeler ise mikro milliyetçiliğin pençesi altında değerlendirilir. Kimi şehirler ise kazananın Türkiye’yi kazanma yolunda büyük bir siyasi adım attığı basamaklara indirgenir.
Kısacası belediyeler, gündelik hayatlarımızın olağan işleyişini azami ölçüde ilgilendiren birer idari kurum olmaktan çok uzak, siyasi bir algıya hapsedilmiş durumdadır.
Nitekim 31 Mart yerel seçimleri, hem iktidar hem de muhalefet açısından büyük ölçüde, esas konusu olan belediyecilik mefhumuyla alakasız bir zeminde gerçekleşmedi mi?
İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır…
Her belediye, farklı kaygılarla da olsa birer siyasi kaleye çevrilmiş durumda. Başka bir ifadeyle, kentlerimizin yaşanılabilirliğini mümkün kılan asıl organ olan belediyelerin kaderinde esas belirleyici nitelik, belediyecilik kaygıları değil, siyasi anlayış ve algılar…
Benzetmemize sadık kalacak olursak, siyasi kafalara öncelik verip kentin bedensel sağlığını hiçe sayıyoruz.
Kentlerimiz, halsiz ve yorgun bir bedenin taşımakta zorlandığı kafalar altında eziliyor.
“Siyasi kaleler” dışarıdan ihtişamlı görünse de içeriden damarları tıkanmış, zor ayakta duran, nefes alıp vermesi bile gittikçe zorlaşan zayıf, sağlıksız bedenlere sahipler. Bu bedenlere ne kadar şık elbise giydirirseniz giydirin, pek bir anlamı kalmıyor. Çelimsiz bir bedende en şık kıyafet bile kalitesinden çok şey yitirmez mi?
Öte yandan siyasetin göbeğine taşınan belediyeler, doğal olarak siyasi kaygılar üzerinden hareket ediyor ya da etmek zorunda kalıyor. Kendi konumlarını, örneğin sosyal yardım önceliğiyle haklılaştırıyor, bu da asıl belediyecilik kaygılarının ikinci plana atılmasına yol açıyor. Giderek artan belediye borçları, alınamayan krediler, giderilemeyen altyapısal sorunlar ve iktidar-muhalefet ayrımının olası negatif etkileri ise cabası…
Tabii şu noktayı vurgulamam, haddinden fazla partizanlaşmış algılar nedeniyle, gerekiyor. Eleştirdiğim husus, belediyelerin sosyal yardımlarda bulunması değil, belediyecilik kriterinde bunun siyasal bir kaygı olarak öncelikli olması. Bu durumun oluşmasında merkezi ve yerel yönetim sorumluluğu paylaşıyor: Sosyal yardım, belediyelerin “siyasi kaleye” dönüşmesinin bir göstergesi…
Kimi kentlerde sosyal yardımın yerini, seçmenin yaşam tarzı kaygısı alıyor. Bu, seçmen açısından siyasal bir anlama sahip olmakla birlikte söz konusu kaygının bir mecburiyet psikolojisine yol açıp belediyecilik konusunun ikinci plana atılmasına yol açabiliyor.
Belediyeleri Belediye Olarak Bırakmak
Gündelik yaşantılarımızı doğrudan etkileyen kentsel altyapı, yaşanabilir şehirler, idari sorunlar, siyasi makyajın göz alıcı maskesi altında gizlenmek istese de felakete dönüşen yağışlar siyaset-idare ayrımını bir kere daha hatırlatmış olmalı…
31 Mart yerel seçimleri siyasetin, kentin bedensel sağlığına mutlak olarak galip geldiği bir süreçti. Belediyeleri, haddinden fazla olacak şekilde salt bir belediye olmaktan çıkaran benzer süreçleri daha önce de tecrübe etmiştik. Bence, belediyeleri biraz olsun belediye olarak bırakmak, onları siyasi kaleler olmaktan çıkarmak gerekiyor.
Türkiye’de özellikle büyükşehir belediyelerinin salt siyasi yönüyle öne çıkarılmasıdır asıl felaket, şehirlerin yağışlarla yaşanmaz hâle gelmesi değil. İkincisi, sadece bir görüngüdür, bu zihniyetle kaçılamayan bir sonuçtur.
İstanbul bu konuda ayrı bir parantezi hak ediyor.
Kimin ya da hangi partinin belediyeyi kazanmış olmasından bağımsız bir şekilde söylüyorum: Kadim şehrin belediye başkanının, neredeyse tümüyle şehirden bağımsız siyasi açıklamalar, söylemler ya da eylemlerle ön plana çıkması İstanbul’a haksızlıktır.
Örneğin, Ekrem İmamoğlu’nun İsrail ve Hamas’a dair açıklamasının, bu yazıda değindiğimiz ve belediyenin esası olan idari kaygılarla bir alakası yoktur. Tıpkı 2023 seçimleri öncesi potansiyel cumhurbaşkanı adayına dönüşmesinin İmamoğlu’nun şahsından ziyade muhalif kitlelerin kapıldığı siyasal psikolojiyle doğrudan ilintili olması gibi, buradaki asıl sorun belediyelerin, zapt edilmesi gereken siyasi kalelerden hallice görünmesidir.
Fakat İstanbul, Türkiye ölçeğinde orantısız büyüklüğü, seçmen sayısı ve kapasitesiyle, belediye başkanını, kim olduğundan bağımsız bir şekilde bu tarz ifadeleri kullanmak zorunda bırakabilir.
İstanbul, orantısızlığıyla belediye mefhumunun daha baştan siyasileşme felaketine kurban edildiği bir şehir…
İmamoğlu’nun bir belediye başkandan fazlası şeklinde hareket etmesi salt kendi siyasal tercihi değil, İstanbul’un orantısız büyüklüğünün de bir sonucu…
Peki belediyeler?
Bu sorunun karşılığı gündelik yaşamımızın doğrudan muhatapları olan belediyeleri salt birer siyasi kale olmaktan çıkarmayı talep edecek bir yurttaşlık bilinci gerektiriyor.
Geriye ise sadece siyasi imajlar, siyasi kariyer hesapları ve belediyelerin siyasi partiler arası pazarlık konusuna indirgenmesi ve şehirlerimizin yağmura, kara olağanlaşmış teslimiyeti kalıyor. Bir de siyasallaşmanın doğası gereği eski ve mevcut belediye başkanlarının yanlıları arasında çıkan düzeysiz sosyal medya atışmaları…