Türkiye’nin siyasal sahnesinde kurumsal muhalefetin uzunca bir süredir baş edemediği, hatta baş etmekten ziyade bir parçası olduğu hakikat oyunları dikkat çekici… Bu oyunun son safhası Anayasa bağlamında gerçekleşti.
Sonda söylenmesi gerekeni başta söylemenin bir kabahati yok bu konuda: Kurumsal muhalefetin oyun yaratmadaki başarısızlığı, siyasal bir hakikat üretip bunun söylemi üzerinden kitleleri ikna etmekteki kayıtsızlığı söz konusu hakikat oyunlarını daha da başarılı kıldı, kılıyor.
Bu temel başarısızlığın iki sebebi var.
Birincisi kurumsal muhalefetin, “ittifak kaçınılmaz”da düğümlenen tek çözüm kompleksi…
Kaçınılmaz olarak dayatılan ya da görülen bir çözüm, paradoksal olarak ittifak kurmayı imkânsızlaştıran pazarlıklar silsilesini gündeme getirdi, getiriyor.
Bu pazarlıkları, olası ittifakları zedeleyecek noktaya getiren de ana muhalefet partisinin konforlu siyasetin pençesinde hareket etmesi, bir mecburiyet partisine dönüşmesidir.
Bununla bağlantılı olarak ikinci sebep ise muhalif partilerin kendilerini var eden koşulların uyuşmaz oluşu… Siyasi partilerin gerek temsil etme iddiasında oldukları kitleler gerekse ittifak arayışlarını kırılganlaştıran politik konumları, kaçınılmaz olanı imkânsızlaştırıyor.
Tabii, bana kalırsa bu iki sebebi de içeren çok daha derin ve belirleyici olgu şu: Türkiye’de mevcut kurumsal muhalefet içerisinde bir kitle partisi yok. İdeolojik bagajları önemsizleştiren ve farklı kesimleri kendi liderliğine, siyasal becerisine ikna edebilen bir partiden söz etmemiz imkânsız…
Kurumsal muhalefetin unsurlarını iki gruba ayırmak mümkün:
İlk grup temsil partileri… Ne uzayıp ne kısalan ne de böyle bir kaygısı olan, kimliksel kaygıları, ideolojik yükleri ve meşhur ifadesiyle özgül ağırlıklarıyla öne çıkmış partiler…
İkinci grup ise temsil ile kitle partisi olmanın amorf yapısına dönüşmüş, dolayısıyla da yapısal olarak kitle partisi olması giderek olanaksızlaşan mecburiyet partileri ki bunun tek örneğini ana muhalefet teşkil ediyor.
Sonuç olarak elimizde kendi küçük hakikatleri ile iktidar oyunun bir parçası olmak için bekleyen partiler ile hakikatini şaşırmış ve bu şaşkınlığı kitlesiyle kurduğu mecburiyet fantezisi üzerinden gizleme peşinde olan, hatta bu durumu pek de sorun etmeyen bir ana muhalefet kalıyor.
Hakikat oyunları kurmak isteyen bir iktidar odağı ya da iktidar partisi için de bundan daha elverişli bir muhalefet manzarası olamaz.
Sorunsallaştırma Kudreti
Siyasal alanda hakikat bir vurucu güç, söylem ise stratejik, kimi zaman polemik araçlar kümesidir.
Kendi hakikatini kurgulamayan ya da bir hakikat düzeneği yaratmaktan yoksun olan siyasal faillerin söylemleri de tutarsızdır. Polemik ise elde kalan avuntu ödeneği gibi, pek de başarılamayan bir şeydir, en fazla yukarıda değindiğimiz o başarısız fantezilerin unsuru olur.
Hakikati mümkün kılan şey sorunsallaştırma kudretinizdir. Bu olmadığında söylemleriniz, tutarlı olsalar bile havada uçuşur gider.
Michel Foucault’nun belirttiği üzere sorunsallaştırma; “ne önceden var olan bir nesnenin temsil edilmesi anlamına gelir ne de söylem yoluyla var olmayan bir nesnenin yaratılması anlamına. Sorunsallaştırma, herhangi bir şeyi doğru ve yanlış oyununa sokan ve onu (ister ahlaki düşünce biçiminde, ister bilimsel bilgi, isterse siyasi analiz vb. biçiminde olsun) bir düşünce nesnesi olarak kuran söylemsel ya da söylemsel olmayan pratikler bütünüdür”.
Bu paragrafı okuduğunuz metnin çerçevesi içinde okuduğumuzda, temsil partilerinin ya da temsil etmekten öteye gidemeyen partilerin siyasal fail olma kapasitelerinin düzeyi net bir şekilde görülür. Fakat Foucault’nun paragrafındaki asıl dikkat çekici ve öğretici olması gereken, Türkiye’deki mevcut siyasal iklimi de ortaya koyan nokta “herhangi bir şeyi doğru ve yanlış oyununa sokma” ve onu düşünce nesnesi, yani bir problem kılma yetisidir.
Siyaset ise bir hakikatler kapışmasıdır, yani doğru ve yanlış oyunu kurgulayıp bu ayrıma ikna edebilme kudretidir.
Siyaset kimi politik failler için küçük belediye hesaplarından ibaret olunca ya da entelektüel kafe formatında etkinliklerden hallice olunca “doğru ve yanlış” kürsü gösterisi hâline gelir, getirilir.
Misal, hakikat oyunu kuramadığınızda anayasa kitabı bir yana, anayasa külliyatı fırlatsanız nafile. Çünkü o kürsü gösterisine dönüşmüş siyasetiniz bile belirli bir hakikat oyununun ara sahnesine dönüşür.
İşin Türkçesi şu: Oyun kuramadığınızda, var olmak için o oyunun parçası olmaktan başka şansınız kalmaz, en azından mevcut siyasal aktörlerle…
Türkiye’deki toplumsal itirazların politik dile tercüme edilememesi ya da seçim sandığında karşılığını bulamaması aslen bununla alakalıdır. Ne adayınızın kimliği ne de perde arkasında durup “herkes beni istesin” siyasetçileri ana odaktır yani…
Bakarsanız, ikinci şıktaki siyasetçilerin başarısızlığı ve ufukta görülen yenilgileri de hakikat oyunu kurmak yerine oyuna “dâhil edilmeyi”, bir daveti beklemesiyle alakalıdır.
Seçmeni “mecbur” sanmak kadar vasat bir siyaset okuması yoktur.
Anayasa “Meselesi”
Kurulu ve çerçevesi belli siyasal düzenler içinde anayasa bir “mesele”den çok daha fazlasıdır. Çünkü bizatihi siyasal düzenin içindeki oyunların sınırlarını, bu oyunların kümelendiği siyasal varoluşun adını belirler. Schmittçi perspektiften devletin iç işleyişini belirlediği gibi devletin toplumla ilişkilerini de tesis eder.
Öte yandan hukuksal olarak niteleyebileceğimiz bu tanımın bir diğer yüzü de Schmitt’e göre anayasanın, bir halkın siyasal varoluşunu açık ve net bir şekilde ortaya koymasıdır.
Anayasal metin, o halkı diğerlerinden ayıran belirgin nitelikleri ortaya koyar. Fakat anayasanın, Schmitt’in pek de hoşlanmadığı bir yanı, algılanışı vardır: Anayasa bir sosyal denge ve normlar bütünüdür, bir “ruh hâli”dir.
Schmitt’in neden bu bakıştan hoşlanmadığı aşikâr: Ruh hâlleri değişkendir. Bedeninizin sürekli ameliyata maruz bırakıldığını bir düşünsenize… Dolayısıyla anayasa, sınırları kendisinin çizdiği siyaset/hakikat oyunlarının bir nesnesi, meselesi normatif düzeyde kılınmamalıdır.
O bir siyasal/toplumsal ruh hâlinden çok daha fazlasıdır. Hatta bu ruh hâllerinin sağlıklı bir şekilde değişiminin ya da kendini ortaya koyma biçimlerinin güvencesidir.
Fakat anayasa öyle veya böyle siyasal alanın meselesi kılınıyorsa, olan nedir?
Siyasal Kapasite, Seçim Kaybetmekten Çok Daha Öte Bir Olgudur
Soruyu farklı bir şekilde daha formüle edelim: Anayasa, bir doğru/yanlış oyununa dâhil edildiğinde olan nedir?
Sonuçlar değil, sebeplere yoğunlaşmayı öneriyorum. Çünkü sonuçlar, bugün birilerinin siyasal gösterisinden fazlası olamıyor. Sebepler açısından bu sorunun esas yanıtı, anayasayı var eden ve onun kurguladığı siyasal sahnede oluşan dengesizliktir. Çünkü anayasalar, dondurulmuş siyasal kavgalardır, sevgili okur.
Eğer donma düzeyinde bir sıcaklık değişimi başlamışsa bu duruma itirazın yanında buna sebep olan siyasal temsiller üzerine iyi düşünmelisin.
Anayasanın güvence altına aldığı demokratik çerçevede hükmetme oyunun dışında kalmayı uzun süre başarabilmiş olanların yüzüne dikkatli bakmalısın.
Anayasa, faillerden bağımsız şekilde doğru/yanlış oyununun nesnesi kılınıyorsa, bunun nedeni olan siyasal dengesizliğin sorumlularını iyi tespit etmek gerekir.
Yazılarımda sıklıkla vurgulamaya çalıştığım gibi, güçlü siyasal muhalefet, hem iktidarlar hem de toplum için bir güvencedir. Aynı şekilde siyasal dengenin korunması açısından da elzemdir.
İktidarların, toplumsal desteğinin en güçlü olduğu dönemlerinin, muhalefetin de alternatif olma kapasitesi ortaya koyduğu dönemler olması boşuna değildir.
Demokrasinin asli odağı müzakereyi anlamlı kılan da anayasal düzen içerisindeki siyasal rekabetin kıyasıya gerçekleşiyor olmasıdır.
Kabul edin ya da etmeyin: Hukuksal çerçeveler siyasal ve demokratik mücadelenin seyrini belirlediği gibi, demokratik ve siyasal mücadelenin etkinliği de hukuksal çerçevenin güvencesidir. Anayasa ve onun güvencesi altındaki siyasal düzen tam olarak bu dengedir. Bu denge boşluk kaldırmaz.
Boşluk oluştuğunda anayasanın bir hakikat oyunun parçası kılınması, muktedirin kim olduğundan bağımsız şekilde gerçekleşir.
Siyasetin, oyuna dâhil olmaktan çok daha fazlasını, yani oyun kurmayı talep ettiği uğraklar vardır.