Erdoğan, Atatürk Havaalanı’nda yaptığı son İstanbul mitingine, bütün Türkiye’yi İstanbul için seferber ettiğini belirterek ve İstanbul güzellemesi yaparak başladı:
“Anadolu’da gittiğim her yerde söylüyorum. ‘İstanbul’daki hemşerilerinizi lütfen arayın, telefonlarınız dinmesin.’
İnşallah 1 Nisan’da İstanbul yeniden sahiplerine kavuşsun.
Bu İstanbul ki Mihmandar-ı Nebevi Eyüp Sultan hazretlerinin uğrunda surları dibinde son nefesini verdiği yerdir.
Bu İstanbul ki Osman Gazi’nin evlatlarına ‘İstanbul’u aç, gülzar yap’ diye vasiyette bulunduğu Kızılelma‘dır.
Bu İstanbul ki Fatih Sultan Mehmet Han’ı 21 yaşında Fatih olarak dünyanın gördüğü en büyük hakanlardan biri yapmıştır.
Bu İstanbul ki asırlar boyunca kendi vatandaşlarına yurt, mazlumlara umut, mağdurlara gönül köprüsü olan anne şehirdir.
Bu İstanbul ki Roma’dan Bizans’a Osmanlı’dan Cumhuriyete adeta gergef gibi işlenerek sanat eserine dönüştürülmüş bir hazinedir.
Bu İstanbul ki şairlerin bir taşına dünyaları değişmediği, sadece bir semtini sevmeye ömrünün yetmeyeceğinden korktuğu şehirdir.
Bu İstanbul ki ressamların asırlardır çizdikleri, seyyahların asırlardır gezdikleri halde, her defasında yeni güzelliklerini keşfettikleri şehirdir.”
Arkadan “Balya balya, bavul bavul paralar bir yerlerden geliyor, bir yerlere gidiyor” diyerek CHP’nin İstanbul il binasının satın alınması sırasında çekilen görüntülerle yapılan dezenformasyonu kullandı.
Katılanların sayısını az bulduğunu belirterek sitem de etti:
“Şu an karşımda 650 bin kişi var. Biz bu meydanda 1.5 milyona alıştık bugün ise 650 bin kişi. Ama durmuyoruz” dedi.
Elbette katılanların gerçek sayılarının genellikle liderlerin söylediklerinin yarısı kadar olduğunu da unutmamak gerek.
***
Benim dikkat çekmek istediğim asıl konu, iktidarın, 31 Mart Yerel Seçimleri’nde de 2023 Genel Seçimleri’nde kullandığı taktikleri kullanıyor olması:
1) Din faktörü ve kimlik siyaseti.
2) Terör olgusu ve suçlaması.
3) Muhalefeti küçümsemek ve suçlamak.
4) Yapmadığı olumlu işleri yapmış, yaptığı baskı ve ayrımcılıkları yapmamış gibi ifade etmek.
5) Muhalif partilerin Demokratik rejimi korumak için giriştikleri her türlü ittifak arayışını sabote etmek; aralarını bozmak.
***
Sanıyorum, iktidar artık vaat edebileceği hiçbir olumlu husus kalmadığı için, beşinci maddedeki bütün çabalarını Kürt seçmenler üzerinde yoğunlaştırmış görünüyor.
17 Mart 2024’te serbestiyet adlı X hesabından Ahmet Türk’ün şu sözleri yayımlandı:
“Meclis’ten AK Partili isimlerle görüşüyoruz onlar da rahatsızlar, isim veremem, bu doğru olmaz.
Biz bu ülkede diyalog ve barış istiyoruz.
Ama CHP yapamaz.
Neden?
Derin devleti ikna edemez çünkü. Erdoğan isterse ikna edebilir.”
Evrensel’in internet sitesinin 24 Mart’taki haberine göre, Hilvan’daki konuşmasında Leyla Zana da şunları söylemiş:
“Geçmişte ve bugün CHP 100 yıla yakındır bu halkın emeklerini, duygularını ve tüm değerlerini sadece kendisi için kullanmak istedi.
CHP şimdi ‘İstanbul’da Kürtler bize neden oy vermiyor’ diyor.
100 yıldır Kürt halkı bilinçlendi, örgütlendi, güç haline geldi ve bu iradeyi artık kendisi için kullanmak istiyor.
Biz kimsenin uşağı değiliz.
‘Oyunu bana ver ama görünmez ol.’ Ama biz hayalet değiliz ki.
Bizi aptal yerine koyuyorlar. Biz aptal bir halk değiliz, biz kadim bir halkız. Bu coğrafyanın en gelişmiş duygu ve düşüncelerine sahip olan kadim bir halkız.
Bizi yok sayamazsın.
Senin her şeye hakkın var ama bizim bir oy kullanmaya bile hakkımız yok. Bunu ne vicdan ne de ahlak kabul eder.
O nedenle DEM bizim DEM’imiz diyoruz.
Oyumuza sahip çıkalım. 31 Mart’ta onlar üzülse de sevinse de Kürtler kazanacak.
Oyunuz sadece belediyeler için değildir, kimliğiniz ve varlığınız içindir.”
***
Evet, ne demiştik:
Dincilik, mezhepçilik ve etnikçilik üzerine dayalı kimlik siyaseti, Demokratik Rejim’in en büyük düşmanıdır!