8 Eylül’de CHP’nin 102’inci kuruluş yıldönümüne bir gün kala İstanbul İl Binası önünde yaşananlar CHP’nin olduğu kadar, Türkiye’nin iniş çıkışlarla dolu demokratik hayatı için de kara bir sayfa oldu. Geçmişte CHP’de Genel Sekreterlik gibi yüksek bir görev yapan Tekin’in, tartışmalı bir mahkeme kararıyla kayyım (*) atandığı İstanbul İl Başkanlığına polis zoruyla girdiğine ve “Al Polislerini git” diye çıkarıldığına tanık olduk.
Bu son kısmını Ensar Aytekin’den dinledim. Aytekin, CHP lideri Özgür Özel’in parti örgütünden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı. Dün, Gürsel Tekin’in polisle etrafı kıra döke İstanbul İl binasına girişinden kısa süre sonra, binanın kütüphanesinde, dış politikadan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Namık Tan ile birlikte Tekin’i sıkıştırırken görüntülerini gördük onun. İşaret parmağını masaya vura vura Tekin’e bir şeyler anlatıyordu.
Konuşmanın bir kısmı medyaya yansıdı. Tekin, dışarıda medyaya söylediği “CHP’yi birleştirmeye geldim” mealindeki sözlerini yineleyince, Aytekin sözünü kesmiş, “5 bin polisle mi gelinir?” demişti.
Size aktaracaklarım medyaya yansımamış kısmı.
Karşılıklı ters köşe hamleler
Olaylar bir gece önce, 7 Eylül’de İstanbul Valisi Davut Gül’ün, CHP’liler giremesin, Tekin girebilsin diyerek binayı polisle kuşattırmasıyla başlamıştı. Tekin’in gelişiyle milletvekillerinin tartaklanmasından protestocuların gözaltına alınmasına ve Çevik Kuvvet zoruyla binaya girip biber gazı kullanmasıyla zirveye ulaştı. CHP’nin artık o binayı İl Başkanlığı değil, Genel Başkanın İstanbul Ofisi olarak kullanma kararı sonrası Tekin’in binadan ayrılmasıyla olayların yatışmasından birkaç saat sonra Aytekin’i aradım. Parmağını masaya vura vura başka ne anlatmış ne konuşmuşlardı?
Örneğin, Tekin, “5 bin polisle mi gelinir?” sitemine, “Polisleri ben getirmedim” karşılığını verince Aytekin “Doğru, sen getirmedin, polisler seni getirdi” demişti. Ayrıca, az önce Ankara’dan gelen kararı hatırlatmış, artık bu binanın İl Başkanlığı olarak değil, Genel Başkanın İstanbul Ofisi olarak kullanılacağını, yani Tekin’in kullanamayacağını.
Aytekin, mahkeme kararıyla da olsa İstanbul İl Başkanlığı yürütmeyi kabul ettiğine göre, parti örgütlenmesinden sorumlu olarak Tekin’e bundan böyle kendisine bağlı çalışacağını, parti talimatlarını kendisinden alacağını söylemişti.
Ensar Aytekin (solda) Gürsel Tekin ile tartışırken. (Foto: ANKA Ajansı)
Polisle gelen, polisle gider
Aytekin, konuşmanın “Al polislerini git” sözüyle bittiğini söyledi.
Yaraya tuz basmaktır.
Gürsel Tekin, kırk yıllık üyesi olmakla övündüğü partisi CHP, Ekrem İmamoğlu ve belediyeler soruşturmalarıyla boğuşurken iyi bir sınav vermedi.
Daha birkaç ay önce CHP’ye kayyım olarak atanmayı onursuzluk sayarken, -gerçi kendisi kayyım olmadığını sözlük anlamıyla izaha çalışıyor- kayyım atanmayı kabul etti.
İstanbul İl Başkanlığından değil evden de çalışabileceğini söylerken binaya gideceği tarihi ilan etti.
Binaya polisle gitmeyeceğini söylediği gün, binaya polisle gitti, sonra da -koruma polislerini kast etmiyorum- polisle ayrıldı.
Kırk yıllık siyasi kariyerinin son bulduğuna değil, zirvesinde olduğuna inanıyor olabilir.
Süleyman Demirel’in meşhur lafıdır: “Siyasetçi, kendi söylediği yalana ilk inanan kişi olmak mecburiyetindedir.”
Eğer iktidar cephesinden Tekin üzerinden CHP’yi bölme planı yapan varsa, doğru tercih yapmış sayılmaz; ama verdiği hasar ne gizlenebilir ne inkâr edilebilir ağırlıkta.
15 Eylül provası
8 Eylül CHP İstanbul İl Başkanlığı olayı bir bakıma 15 Eylül’de Ankara 42’inci Asliye Hukuk Mahkemesinin 2023 CHP Kurultayını “mutlak butlan”, yani yapılmamış sayma kararı ardından yaşanabileceklere dair bir fikir veriyor. Mahkemenin 15 Eylül’ü beklemeden, tıpkı İstanbul’da 45’inci Asliye Hukuk’un Özgür Çelik’e yaptığı gibi Özgür Özel ve yönetimini “tedbiren” görevden uzaklaştırma ihtimalini daha önce tartışmıştık.
Atanacak kayyım -lütfen o kayyım sayılmaz demeden önce dipnota bakın- ister Kılıçdaroğlu isterse başkası olsun, Genel Merkeze gelişinde direnişle karşılaşırsa, Tekin’in yaptığı gibi polisle gelip, “yasal hakkını kullanmak için” içeriye polisle girmeye kalkarsa, bugün “demokraside kara sayfa” olarak gördüğümüz İstanbul olayları yanında Nasrettin Hoca fıkrası gibi kalır.
İstanbul’da tanık olduğumuz, Ankara’da tekrarlanmaya kalkılırsa misliyle yankılanabilir.
Ama İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın “Müsaade etmeyeceğiz” sözlerinden AK Parti yönetiminin bunu göze aldığı sonucu çıkarılabilir.
Gürsel Tekin’in İstanbul İl Başkanlığının kendisine de iktidara da bir hayrının dokunmayacağı anlaşılıyor.
İktidar için de muhalefet için de yanlışın neresinden dönülürse kârdır demenin sırası.
Not:
(*) Öncelikle, doğrusu “kayyum” değil, “kayyım”. Kayyum, Kuran’a göre Allah’ın sıfatlarından biri. Kayyım, Arapça “kayyim”den geliyor, cami imamından, ülkenin hükümetine dek, yetkili bir makam tarafından belli bir işi, belli bir süre yapmakla görevlendirilen kişi demek.
İkincisi, günlük kullanımda kayyım, bir görevi hak etmediğine inanıldığı halde, yetkili makam tarafından o işin emanet edildiği kişi anlamına dönüşmüş durumda. Buna örnek olarak da Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Naci İnci’nin yasal statüsü kayyım olmadığı halde, öğretim üyeleri ve öğrencilerce “kayyım” algısıyla isim takılması gösterilebilir.