Kuzeyimizde Ukrayna, güneyimizde Suriye doğaları farklı da olsa iki sıcak çatışma alanı. Suriye 12 yıllık iç savaşın ardından kırılgan, başka deyişle kalıcı olup olmayacağı henüz kestirilemeyecek bir göreceli istikrara kavuştu. Ukrayna’nın komşusu Rusya tarafından işgali ise sürüyor ve orada da savaşın sonu henüz görünmüyor. Her iki çatışma alanı da Türkiye için birer sınama oluşturuyor. Bu iki çatışmadan algılanacak tehditlerin niteliği mutlak değil politik.
Trump ile Putin Alaska’da bir araya geldi. Kuşkusuz o düzeyde küresel bir önemi haiz değil ama Türkiye ve Suriye dışişleri bakanları Şeybani* ve Fidan da kaçıncı kez Ankara’da görüştü. Bu iki güncel teması Ankara’dan bakışla bizim için birleştiren hat, sözünü ettiğim kuzeyden ve güneyden iki önde gelen tehdit algısının kaynaklarını ilgilendirmesinde. Ve gerek Ukrayna gerek Suriye politikaları bir türlü -deyim yerindeyse- “akort” tutmuyor, amaçları anlaşılmıyor, sonuç üretmiyor.
Suriye’den başlarsak ortak basın toplantısında Fidan, herhalde aklında söylemlerine birkaç talimatlı kalemşör dışında aradığı desteği bulamamasının gerginliği olacak ki, bizleri artık alıştırdığı standardın da altında bir basit üslupla konuştu. Hangi dinleyici kitlesine hitap ettiği de belli olmadı.
namık tan 17 ağustos
Trump ve Putin Alaska'da bir araya geldi (solda), Şeybani ve Fidan Ankara'da görüştü
Kuzeyimizde Ukrayna, güneyimizde Suriye doğaları farklı da olsa iki sıcak çatışma alanı. Suriye 12 yıllık iç savaşın ardından kırılgan, başka deyişle kalıcı olup olmayacağı henüz kestirilemeyecek bir göreceli istikrara kavuştu. Ukrayna’nın komşusu Rusya tarafından işgali ise sürüyor ve orada da savaşın sonu henüz görünmüyor. Her iki çatışma alanı da Türkiye için birer sınama oluşturuyor. Bu iki çatışmadan algılanacak tehditlerin niteliği mutlak değil politik.
Trump ile Putin Alaska’da bir araya geldi. Kuşkusuz o düzeyde küresel bir önemi haiz değil ama Türkiye ve Suriye dışişleri bakanları Şeybani* ve Fidan da kaçıncı kez Ankara’da görüştü. Bu iki güncel teması Ankara’dan bakışla bizim için birleştiren hat, sözünü ettiğim kuzeyden ve güneyden iki önde gelen tehdit algısının kaynaklarını ilgilendirmesinde. Ve gerek Ukrayna gerek Suriye politikaları bir türlü -deyim yerindeyse- “akort” tutmuyor, amaçları anlaşılmıyor, sonuç üretmiyor.
Suriye’den başlarsak ortak basın toplantısında Fidan, herhalde aklında söylemlerine birkaç talimatlı kalemşör dışında aradığı desteği bulamamasının gerginliği olacak ki, bizleri artık alıştırdığı standardın da altında bir basit üslupla konuştu. Hangi dinleyici kitlesine hitap ettiği de belli olmadı.
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) durumdan vazife çıkarmakta hiç gecikmedi. Sözcüsü ağzından “Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal birliğini” savunmaya devam edeceğimiz açıklandı. MSB’ye iddia edilen bu görevi kimin, ne zaman tevdi ettiğiyse belirsiz. Esasen adında “milli” olduğunu göz ardı etmişe benzeyen bakanlık Erdoğan’ın mahut “Türk, Kürt, Arap…” çıkışının peşinden koştuğu izlenimi vermiyor değil.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani, Savunma Bakanı Murhef Ebu Kasra ve İstihbarat Başkanı Hüseyin Salameh ile Bakanlık'ta bir araya geldi
Fidan’ın öfkesi ise son günlerde medyaya verdiği söyleşileri sıklaştıran Mazlum Abdi ve İlham Ahmet gibi SDG komutan, yönetici ve temsilcilerinin ifadelerine yönelikti. Alanda gördüğü kafasında canlandırdığına ve kuvvetle muhtemel sıralı amiri Erdoğan’a anlattığı hikâyeye uymadıkça yılgınlığının arttığını dışa vuruyordu. Kendi deyişiyle “enayi” olmadığını vurgulamak ihtiyacı hissetti.
Hangi dosyaya baksa, kendinde vehmettiği “istihbaratçılık” uyarınca birilerinin başka birilerine “çektiği operasyonları” görme eğilimindeki Fidan’ın yalnız bırakılmaya yanıtı, MİT Başkanı Kalın’ın “yönetimini” yaptığı görülen “süreci” sabote etmek yahut en azından o sürece angaje olmayı reddetmek diye yorumlanmaya müsait. İşin doğrusu ne Mazlum Abdi’nin İmralı’dan gelen yönlendirmelere harfiyen uyacağı, ne SDG’nin “entegre” olabileceği bir askeri ya da sivil yapının Şam’da varlığı ve Kandil’in düzenlediği göstermelik veya temsili törenden hiza alıp silah bırakacağı belli.
Kuzeyimizdeki Rusya’nın ise komşusu Ukrayna’yı işgal girişimi tüm müttefikleri ayağa kaldırır, Finlandiya ve İsveç’i de NATO üyeliğine iterken, Erdoğan havaya bakıp ıslık çalmayı yeğlemişti. Altına imza attığı NATO zirve bildirgelerine de bunların üzerlerine basıldığı kağıtlar kadar dahi değer vermediği görülüyordu. Ankara, okunaksız “dört kol çengi” politikaları “denge siyaseti” diye yutturmaya çalışageldi.
Enerji tedarikinde Rusya’ya bağımlılığın had safhaya çıktığı yetmezmiş gibi, Akkuyu nükleer santrali de adeta altın tepside Putin’e sunulmuştu. S-400 kepazeliğinin açıklaması bugüne dek yapılamadı ve yine bugüne dek kendi kazdığımız bu çukurdan çıkış yolu bulunamadı. Olası çıkış yolu olarak gösterilen de ancak her konuda Trump’ın suyuna gitmek ve yara sarma kabilinden Eurofighter uçağı satın almak.
Şimdi Nobel Barış Ödülü peşindeki Trump, Zelenskiy’nin de (geçen gün yaptıkları ortak video konferansta hemfikir oldukları açıklansa da) Avrupalı müttefiklerin de kolunu bükerek kestirmeden ateşkesi sağlamaya çalışıyor. Putin’e ikincil ekonomik yaptırım ve Ukrayna’ya artan askeri destek tehdidini gösteriyor. Zelenskiy ve Avrupalı müttefikleri de çatışmanın güncel hat üzerinden dondurulması karşılığında Rusya’nın işgal ettiği yerlerdeki egemenliğini fiilen tanımaya razı etmeye çabalıyor.
Trump ile Putin arasında Alaska'da düzenlenen zirvede, Trump'a ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un eşlik etti. Putin'e Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Kremlin Dış Politika Danışmanı Yuriy Uşakov eşlik etti
İki lider Alaska’da üçer kişilik heyetler halinde üç saat görüştüler. Bu defa somut bir sonuç çıkmasa da Trump’ın önerdiği zeminde uzlaşı olasılığı bulunmadığı iddia edilemez. Gerçekleşirse olumlu yanı çatışmanın durması, olumsuz yanı ise (Avrupa’da bile!) zor kullanarak sınırların değişmesi yönteminin meşrulaştırılması olacak. Ardından Ukrayna’nın elinde kalan toprağını savunabilecek askeri güce erişmesi, egemenliğini pekiştirmesi ve bu yolda Avrupa Birliği ile NATO üyeliği yönünde ilerlemesi gibi meselelerin çözülmesi gerekecek.
Suriye’den ise Türkiye’ye varoluşsal bir tehdit olduğu, şu efsunkâr “dış bağlamın” ya da “bölgesel gelişmelerin” iç siyaseti zoraki yönlendirdiği tümüyle geçersiz iddialar. Gerçek olan şu ki, Suriye her an kendi içine çökebilir. 12 yıl süren iç savaş sona erdi ama görülecek hesap, atılacak barut bitmedi. Tek seçeneğin bu olduğunu iddia etmiyorum ancak güçlü olasılıklar arasında bu felaket senaryosunun da bulunduğunun altını çiziyorum. Devlet idaresinde yanılgı olacaksa, bunun ihtiyattan yana olması gerektiğini hatırlatıyorum.
SDG, ABD desteği sayesinde silâh ve personel açılarından Şam’a bağlı silâhlı kuvvetlerden güçlü ve daha derli toplu görünüyor. Şam’a bağlı kuvvetlerin tek bir komuta-kontrol merkezine bağlı olmadığı hem kıyı bölgesindeki Arap Alevi hem İsrail’e sınırdaş güney bölgesindeki Dürzi katliamlarında yeniden anlaşıldı.
Ayrıca, devlet kapasitesinin ihyasında henüz yolun çok başında olunduğu gibi komşu Irak’takine benzer bir doğal kaynak zenginliği yani “bölüşülemeyecek hacimde” bir zenginlik de Suriye’de yok.
Alternatifi görünürde olmasa da Şara’nın Suriye halkının tamamı nezdinde meşruiyetini oturtamadığı ve vizyon konusunda kısıtları ortada. Ankara, işin içine özellikle Fransa’nın ve (Trump’ın iştahsızlığına güvenerek) ABD’nin de karışmasını engellemeye uğraşıyor. Fidan’ın, Suriye’de, yukarıdaki satırlarda Kalın’ın müzakereci tutumuyla çelişkili olduğunu ileri sürdüğüm “bozucu” veya “müdahaleci”yaklaşımı da, içerideki “süreç” ve komisyon adımlarını ister istemez sakatlayıcı nitelikte.
Bu itibarla, Şam’la imzalanan eğit-donat anlaşmasını kaldıraç yaparak SDG ile bir vekalet savaşına girişmek akla hatta sağduyuya aykırı; biraz “hem tereyağını satıp hem tereyağını yemek” tutarsızlığını çağrıştıran bir olasılık. Ankara, bölgede tek veya vazgeçilmez oyuncu olduğunu sansa da sekiz yıldır süregiden ekonomik çöküntü ve türlü dosyalardaki karşılıklı bağımlılıklar kadar dosyaların da birbirleriyle ilintisi, içeride maalesef artık kanıksanan hoyratlığın dışarıya yansıtılmasını durduruyor.
Yeniden kuzeye dönersek, Alaska’da bu ilk turdan uzlaşı çıkmaması ama Trump’ın Çin’e Rusya’dan petrol tedariki nedeniyle uygulayacağı yaptırımları birkaç hafta ötelemesi, Ukrayna’nın kendiliğinden yeni bir Soğuk Savaş dönemi Finlandiya’sına dönüşeceği ve başka seçenek bulunmadığı anlamına gelmiyor. Trump’ın Putin’in zirve sonrası tutumunu izlerken, Zelenskiy ve Avrupalı müttefikleri kendi bakışına göre “gerçekçi” olmaya zorlayacağı kestirilebiliyor.
Kuzeyimize ve güneyimize baktıkça son derece ayık, uzgörülü ve akılcı olmak gerekiyor. Alıngan, öğrenim durumu sorgulanan ve ideolojiyi stratejinin önüne koyan bir Dışişleri Bakanı; kariyerlerinde yükselmek için Erdoğan’a yaranmayı, siyasal iktidara yanlamayı giderek usûl ittihaz eden bir silahlı kuvvetler komuta kademesi ve Genelkurmay Başkanlığı’na dönüştürülmüş bir Savunma Bakanlığı ile bu tek adam rejiminde ne derece ayık, uzgörülü ve akılcı olunabileceği ise kuşkulu.
*Hemen öncesinde Şam’da yapılan ikili görüşmenin ardından düzenlenen Ankara seyahatinde Şeybani’ye Suriye’nin savunma bakanı ve istihbarat başkanı da eşlik ediyordu.