Ankara’dan gecikmeli kalkan uçakla İstanbul’a gece yetişebildim. Havaalanından doğruca abluka altındaki il başkanlığımıza gittim. Kapının önündeki ve içerideki manzaraları biliyorsunuz yeniden betimlemeyeceğim. İl başkanlığımıza yönelik saldırı Cumhuriyet tarihimizin en kara lekelerinden biri olarak mevcut kötücül düzeni bir kez daha tarihe geçirtti.
Ertesi gün kamuoyuna yansıyan o içler acısı görüntüleri de pek çoğunuz izledi, tekrar anlatmayacağım. Herhalde kimin kim olduğu yeterince açık.
Ülkesini elinden geldiğince 40 yıl bir hariciye mensubu olarak en iyi biçimde temsil etmeye çalışmış bir yurttaş olarak şu düştüğümüz hallerden ne denli hicap ve hicran duyduğumu ise zaten anlatamam. Nitekim, eylül ayıyla birlikte görevimiz gereği katılmaya başladığımız AGİT ve NATO ile Avrupa Konseyi toplantılarındaki muhataplarımızın Türkiye’deki bu son gelişmelere dair sorularına ne cevap vereceğimizi bilemez olduk.
Zira, iktidar mensupları pek dışına çıkamadıkları küçük dünyalarından bakarak hiç sıkılmadan bizi yani CHP’yi Türkiye’yi Avrupa’ya ve Avrupa medyasına her fırsatta şikâyet etmekle suçluyor. Şu günümüzde haliyle uygunsuz kaçan ancak özü güncel kalan malûm kadı fıkrasında olduğu gibi kadıyı kime şikâyet edelim? Hedefimiz cumhuriyetimizi çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmek olmasın mı?
Öte yandan, Dışişleri Bakanı Fidan bir başka âlemde: Herhalde güzel kentin tılsımına kapılıp “Roma Tatili” havasına girmiş olacak ki, ev sahibi mevkidaşı Tajani’yle ortak basın toplantısında “AB'ye tam üyelik Türkiye için stratejik bir hedef olmayı sürdürüyor. Bu süreçte AB’den beklentimiz, dar siyasi hesaplarla ön yargılı bir tutum takınmaması ve Türkiye-AB üyelik sürecini canlandıracak adımlar içeren bir vizyon geliştirmesidir” buyurmuş.
Yani aynen bize burada dedikleri gibi Avrupalı müttefik ve muhataplarımıza “unutun İmamoğlu’nu, hukuksuzluğu, boğazlanan laik eğitimi, kısıtlanan özgürlükleri, kesilen sosyal hakları ve bütün yaptığımız haksızlıkları, yurttaşlarımıza reva gördüğümüz kara düzeni, bizi olduğumuz gibi kabul edin, yel kayadan toz alır, biz buradayız” demeye getiriyorlar.
Özetle, iktidar, kapısını omuzlayarak zorla gireceğini düşündüğü kulübe kendini üye yazdıracağını sonra da o kulübün kurallarına zinhar uymayacağını varsayıyor. Herhalde Fidan’ın zihin dünyasında laik cumhuriyet, demokrasi ve hukuk devleti gibi temel kavramlar “dar-ül harba” ait şirk koşmalardan ibaret ve dolayısıyla “takiyye” mübah olsa gerek. Fidan, AB üyeliğini Şara’ya kravat taktırıp, takım elbise giydirmek kadar basit bir siyasal gözbağcılığı sanıyor olsa gerek.
Eş zamanlı olarak, Erdoğan, 2020 yılından bu yana ülkemize ayak basmayan ancak defalarca ayağına gidilen dostu Putin’le yine bir resim verebilmek uğruna bu defa Çin’e kadar gidiyor. Buna karşılık Paris’te yapılan ve müttefiki olduğumuz Ukrayna’ya destek için gönüllüler koalisyonu toplantısına ise Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın video bağlantı ile Ankara’dan katılmasıyla yetiniliyor.
Bu arada, Polonya, hava sahasını ihlâl eden Rus İHA’larını düşürüp NATO’yu olağanüstü toplantıya çağırıyor. İsrail Katar’da Hamas yöneticilerini vuruyor. Katar, ABD’nin Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM’a evsahipliği ediyor. Ama aynı zamanda hava kuvvetlerimizin altı adet F-16’sı ve bir birliğimiz de orada konuşlu.
Trump, İsrail’in saldırısına destek olmadığı gibi kınamıyor da. Erdoğan ise Beyaz Ev’den beklediği davet bir türlü gelmediği için Trump’la önümüzdeki günlerde New York’ta yapılacak BM Genel Kurulu toplantısı marjında ayaküstü bir görüşme kotarmak derdinde. Dolayısıyla, susuyor. Ancak, Trump’la balayının çabuk bittiği anlaşılıyor. Nitekim, ABD ile ikili ilişkiler tıkalı kalmaya devam ediyor.
Bu durumun oluşmasında ABD’deki güçlü İsrail lobisinin payı olduğu aşikâr. Fidan’ın her fırsatta bol keseden övgüler düzdüğü Büyükelçi Barrack’ın benzer biçimde kamuya açık olarak Erdoğan, Fidan ve Kalın’dan sitayişle söz ederken, Ankara’dan aradığını bulamadığı da giderek daha fazla duyuluyor. Barrack kendi açısından haksız değil, zira ne Ukrayna ne Suriye dosyalarında Ankara’nın vaat edip de yerine getirebildiği bir ilerleme var.
Vaşington icraat bekliyor, Ankara kanaat paylaşıyor. Çünkü iktidarın deneyimli amatörlerinin diplomasiden anladıkları veya diplomasiyi kullanma biçimleri bir foto op’lar* dizisinden ibaret. Onlar kurnazlığı akılla karıştırıyor, âlemi küçümsüyor. Onlar için mazruf değil zarf önemli, diplomasi de bir “PR” veya “marketing” faaliyeti. Altına imza atılan, NATO Zirvesi bildirgelerini “nasılsa kimse okumuyor” diyerek umursamıyorlar. Gerçek sınamalar yerine “İsrail işgali” gibi sanal tehditler, öcüler yaratarak toplumu “gütmeye” yelteniyorlar.
İsrail Gazze’deki toptan işgalinin yanı sıra 72 saatte Katar, Tunus, Suriye, Lübnan, Yemen’de hedeflerini vurabilecek kadar pervasız, eli de artık İran’ın en doğusundaki Meşhed’e dek uzanabiliyor. Ama aynı zamanda Fransa ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği Filistin’de iki devletli çözüm girişimine BM’de Genel Kurul arefesinde 142 ülke destek veriyor.
Yani her ne kadar İsrail’i yalnızca ABD durdurabilecekse de İsrail bölgedeki mutlak askeri üstünlüğünü siyasi başarıya tahvil etmekte duvara dayanmış görünüyor.
Ukrayna’da benzer pervasızlıkla Putin Rusya’sı başkent Kyiv başta yerleşim birimlerini, sivil hedefleri görülmedik yoğunlukla vuruyor. Polonya hava sahasının ihlâli NATO’ya alarm verdiriyor.
Trump ilk kez Putin’le ilgili soruya “sabrının taşmakta olduğu” yanıtını veriyor. İsrail için olduğu gibi, Ukrayna’da da, denge ancak ABD’nin alana inmesiyle değişebilir.
Ankara ise “masaya oturturuz” diyemiyor, “evsahipliği ederiz” diyebiliyor. “Çözüm için taraflarla temas halinde ortaya koyduğumuz plan şu” diyemiyor, “ateşkes mevcut çatışma hattının dondurulmasıyla olası” diyebiliyor. Çünkü diplomasi buradan oraya nasıl gidileceğinin yordamıyla ilgili; mümkünü makulde aramakla, doğruları gerçeklerin üzerine kurgulamakla işlevsel. Diplomasi, laf ebeliği ve fotoğraf çektirmek değil.
Suriye’de de Şara İsrail’le doğrudan uzlaşı arayışında. CENTCOM Oramiral Cooper beraberinde (kağıt üzerinde) Ankara’da mukim Suriye Özel Temsilcisi Barrack’la beraber Şam’da Şara’yı ziyaret ediyor. Zira, Ankara’nın aracılığına ihtiyaç yok. Ankara’nın ise, Suriye siyaseti, Türkiye sıkletinde ve niteliğinde bir komşu ülkeye yakışmayacak biçimde tek boyuta, tek maksada indirgenmiş durumda: SDG kendi kendine dağılsın ve içerideki derme çatma “süreç” ilerlesin.
Yukarıda değindiğim üzere, Fidan AB’ye “bizi olduğumuz gibi alacaksınız” yollu üst perdeden çıkışırken, “kent uzlaşısı” suçu (!) süreçle çelişince Şişli Belediye Başkanı Şahan yolsuzluk suçlamasına dahil ettiriliyor. Bayrampaşa Belediye Başkanı tutuklanıp, belediye meclisinde çoğunluğu ele geçirmesine yetecek sayıda meclis üyesi de zindana attırılıyor. Ve bizden bu kafanın yaptığı ve yürüttüğü varsayılan dış politikayı Türkiye’ye sahip çıkmak adına savunmamız bekleniyor. Nereden baksanız tutarsız, nereden baksanız mantık dışı.
*“Photo Opp” bir siyasetçi veya liderle önceden planlanan fotoğraf çektirme seansı, “photo opportunity” tamlamasının kısaltılmış hali.