Prof. Dr. Ahmet Özer: Benim haksız yere tutuklanmam barış süreci geliştikçe bumerang etkisi yaptı; Bahçeli, CHP’ye yönelik operasyonların barış sürecine zarar verdiğinin farkında

Türkiye olarak tam olarak nasıl bir siyasi sürece maruz bırakıldığımızı çözümlemek kolay değil. İktidarın çelişkiler sarmalı içinde iteklediği ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin nereye varacağını kimsenin bugünden öngörmesi mümkün görünmüyor. Sürece dönük en büyük riskin ise hükümetin paralel bir hatta ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’ni kriminalize etme ısrarı olduğunu bir tek karar vericilerin kendisi görmek istemiyor sanki. 19 Mart’ta zirve yapan CHP’ye yönelik paralel hattın işaret fişeği ise 30 Ekim 2024’te CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in apar topar tutuklanması olmuştu. Ahmet Özer geçen hafta tutuklanmasına neden olan ‘terörle iltisak’ suçlamalarına dair davada tahliye edildi. Ancak tutuklandıktan sonra hakkında bir de ‘ihaleye fesat karıştırma’ iddiası yedeklendiği için hala cezaevinde.

Bir akademisyen olarak tanıdığım ve yıllardır Kürt sorununun çözümüne dair çalışmalarını takip ettiğim Ahmet Özer ile kızı Seraf Özer aracılığıyla pek çok kez mesajlaştık. Bu tür davalarda ‘doğru zaman’ var mı bilemiyorum. Ama Ahmet Hoca ile yazılı sorular üzerinden konuşmak için hakikaten de ‘doğru zaman’ olduğunu düşünüyorum zira hayatını Kürt meselesine adamış bir akademisyen olarak PKK’nın silahlarını yaktığı o görüntüleri mahpustaki hücresinde televizyondan izledi. Kendi yaşadığı ‘hukuk garabeti’ne rağmen de ‘Terörsüz Türkiye’ sürecini gönülden destekliyor. Zaten içerde olmasını da CHP ile Kürt seçmeni yakınlaştıran ana karakterlerden biri olmasına bağlıyor. İktidar partisinin peşine düştüğü aritmetiğe bakılırsa, sanırım haksız değil.

Kürt seçmenle kurduğum bağ ve Kürtlerin CHP’ye oy vermesi hükümeti rahatsız etti

- ‘Silahlı terör örgütü PKK/KCK üyesi olmak’ suçundan 15 yıla kadar hapis istemiyle yargılandınız ve tahliye edildiniz. Bu arada savcılığın üyesi olduğunu iddia ettiği örgüt kendini lağvetme açıklaması yaptı ve hatta sembolik olarak ‘silah yaktı.’ Ve bu sürecin akışı aslında sizin tutukluluk sürecinizle paralel gitti. Devlet ya da hükümet bu süreçte bir ‘CHP’li belediye başkanı’ olarak sizi içerde tutarak tam olarak ne yapmaya çalıştı?

Bana yapılan operasyonun üç önemli hedefi vardı. Birinci hedef benim kısa sürede Esenyurt’ta hem hizmet yönünden hem de siyasi açıdan yarattığım yüksek sinerjiyi yok ederek Esenyurt Belediyesi’ni hedefe koymaktı. Seçimle alamadıkları ve çok önemsedikleri Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atamalarının tek yolu buydu. Ben de kimliğine sahip çıkan bir Kürt siyasetçi olarak hedefleri haline getirildim. Keza halkla aramda kısa sürede yüksek bir sinerji oluştu. Halk ne denli çalıştığımı ve hizmet aşkımı, azmimi gördü ve bir daha Esenyurt’u alamamaktan korktular. İkincisi, benim Esenyurt özelinde Kürt seçmenle kurduğum bağ ve onların CHP’ye oy vermesi hükümeti rahatsız etti. Bir yanda bu bağı koparmak istediler öte taraftan beni örgütle iltisaklı ve irtibatlı göstererek CHP’nin içini karıştırmaya yeltendiler. Niyetleri buydu. Üçüncüsü de 22 Ekim 2024 tarihinde Bahçeli’nin çıkışına verilen cevap niteliğindeydi.

Benim haksız yere tutuklanmam barış süreci geliştikçe bumerang etkisi yaptı

- MHP lideri Bahçeli iktidarın ortağı değil mi? Neden Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, Bahçeli’nin çağrısı sanki kendilerinden bağımsız bir konuymuş gibi bir tutum içinde olma gereği duysun ki?

Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı çağrı kendi tabanında sarsıntılara yol açacağı için, “Bakın biz terörle mücadele ediyoruz” mesajı vermek istediler bir bakıma. Yani bu girişimin tabanda yaratacağı rahatsızlığı kendilerince böyle gerçek dışı bir algı yaratarak önlemeye çalıştıklarını düşündüler. Bütün bunlarla birlikte Esenyurt’tan İBB’ye bir tünel kazarak güçlü Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nu oyun dışına atmak, elimine etmek istediler. Daha tutuklandığım gün bu tespiti yaptım ve zikrettim. Öyle ki henüz tutuklamaya sevk edilmemişken, savcı kararını beklerken avukat da olan kızıma bunu doğrudan söyledim.

Dolayısıyla tabiri caizse bir taşla bir kuş vurmak değil bir taşla kuş katliamı yapmaya çalıştılar. Ancak bütün bunların sonucu benim haksız, hukuksuz yere tutuklanmam barış süreci geliştikçe bumerang etkisi yaptı. Zira bir yandan barış süreci yürütüp öte yandan ömrünü barış ve demokrasiye adamış birini örgüt üyeliği iddiası ile tutuklamak yaman bir çelişki oluşturmakla birlikte akla, mantığa, vicdana aykırıdır. Bundan ötürü bu düzmece dava baştan itibaren halkın vicdanında da mahkum olmuştu.

Ahmet Özer

Bahçeli CHP’ye yönelik operasyonların barış sürecine zarar verdiğinin farkında

- Bu arada ilk sorumdaki ‘devlet ya da hükümet’ ifadesini bilinçli olarak kullandım. Size göre bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan devlete tam olarak hâkim midir? Yoksa mesela MHP lideri Devlet Bahçeli birilerinin ileri sürdüğü gibi devletin ‘asıl aklı’nı mı temsil ediyor? Yani size ilişkin davalar süreçlerinde iktidar bloğu içindeki kadrolar arasında herhangi bir makas hissettiniz mi?

AKP bugün için devlete hakim görünüyor. Hatta bu sebeple parti devleti kavramsallaştırılması kullanılıyor. Öte taraftan tersi de mümkün. Çünkü AKP devleti değiştirme iddiası ile iktidara geldi ama güçlendikçe devleti değiştirmek yerine kendi kendisi değişti ve devletçi oldu. Fetö darbe girişiminden sonra sayın Bahçeli’nin sürece dahil olması ile AKP bu krizi atlattı ve MHP’nin yardımıyla krizi fırsata çevirdi sistem değişikliğine giderek, kendine göre tahkim etti. Yani MHP ile birlikte bir devlet bloğu oluşturarak yönetti. Hatta Ergenekon’dan tutuklattıkları bazı kişi ve partilerle müttefik oldular. Fakat gelinen noktada, özellikle barış sürecinin yürütülüş biçimi, Bahçeli ile aralarındaki yaklaşım farkını ortaya çıkardı. Bahçeli barış sürecinin nihayete erdirilmesinde daha istekli, daha samimi ve kararlı davranırken AKP ve sayın Erdoğan işi yavaştan aldılar. Adeta bir ‘bekle gör’ politikası uyguladılar. Ayrıca Bahçeli, CHP’ye ve belediyelerine karşı yürütülen siyasi operasyonların barış sürecine zarar verdiğinin farkında ve buna kendi çapında ittifakı bozmayacak ölçüde itiraz ediyor.

Ana muhalefet dışlanarak toplumsal barış sağlanamaz

- Bahçeli’nin CHP’ye yönelik operasyonlar konusunda Erdoğan ile aynı sayfada olmadığını nereden anlıyorsunuz?

Kendisi ve hukukçu kurmaylarının zaman zaman yaptığı “tutuksuz yargılama esastır, iddianameler bir an önce yazılmalı, adil yargılanma yapılmalı, davalar CHP’nin istediği gibi TRT’de yayınlanabilir” gibi doğru çıkışlar bunun en bariz göstergesi. Şu gerçek göz ardı edilmemeli; ana muhalefet dışlanarak toplumsal barış sağlanamaz. CHP’ye yönelik yargı yoluyla yapılan bu siyasi kuşatma sürerken barış süreci başarıya ulaşabilir mi? Türkiye’nin en köklü, en büyük partisi düşmanlaştırlarak iç cephe güçlendirilebilir mi? Bu soruların cevaplanma biçimi önümüzdeki süreci belirleme niteliğine sahip.

AKP yavaş davranıyor çünkü oy hesabı yapıyor

Kürt sorununun çözülmesi birilerinin Cumhurbaşkanı olmasından önemlidir

-Cumhurbaşkanı Erdoğan aslında gerçek manada bir ‘Barış Süreci’nden hiç bahsetmedi. Sanki ‘Terörsüz Türkiye’ ifadesini de tam bunun için buldular. ‘Terörsüz Türkiye’ ifadesi demokratikleşmeden ziyade güvenlik politikalarına vurgu değil mi?

Cumhurbaşkanı’nın belirttiği ‘Terörsüz Türkiye’ için ‘Demokratik Türkiye’ gerekli. Hukukun herkese eşit uygulandığı, hukukun siyasetin emrinden çıkıp üstünlüğünün ihya edildiği, tarafsız ve bağımsızlığının şart olduğu bir Türkiye gerekli. Evet, silahların bırakılmasını desteklemek gerekir. Ama demokratik adımların atılmasını da desteklemek gerekir. Kürt sorununu böyle bir ortamın sunduğu fırsatı heba etmeden sadece üç parti değil, bütün partilerin katılımı ile çözmek gerekir -ki hükümetin büyük ortağı bu konularda pek istekli görünmüyor- AKP yavaş davranıyor çünkü oy hesabı yapıyor. Kürt sorunu oy hesapları yapılarak çözülemez. Geçmişte de bu yüzden çözülmedi, şimdi de bu hesapla çözülemez. Bu sorunun çözülmesi birilerinin bakan ya da Cumhurbaşkanı olmasından çok daha önemlidir.

Devlet Bahçeli ve Feti Yıldız

Devlet çözmek istediği sorunları hep karşıtlarıyla çözmeye girişmiştir

-Biraz önce Bahçeli ve kurmaylarının zaman zaman ittifak ortakları olan AKP’ye kamuoyuna yaptıkları açıklamalarla mesaj verdiğini hatırlattınız. Benzer bir mesajı MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız sizinle ilgili olarak X’te yaptığı paylaşımla verince, pek çoğumuz ertesi günkü duruşmada ‘terör’den tahliye edilme ihtimalinizin kuvvetli olduğunu anladık. Madem MHP 2024 yılında Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini keşfedecekti o zaman size göre aynı parti ve lideri yıllarca ‘Kürt partisi’ olarak gördükleri DEM’in öncülü HDP’nin kapatılmasını talep edecek kadar ileriye götürüyorlardı işi? Ülkücü hareketin bugünkü noktaya gelmesini samimi buluyor musunuz?

13 Temmuz’da MHP’nin hukukçu kurmayı Sayın Feti Yıldız’ın beni referans göstererek yaptığı açıklama önemliydi. Kaldı ki Feti Bey sadece benimle ilgili bu türden bir açıklamayı yapıyor değil. Daha önce de defaatle yargılamaların hukuktan ayrılmadan yapılması gerektiğini belirten çokça açıklaması oldu. Bu açıklamalar hem hukuk güvenliği hem de hukuka olan güvenin yeniden tesisi için önemli açıklamalar. Ama tabii önemli olan hükümetin bunlara uyması.

Öte yandan MHP’nin Kürt sorunu açısından bu denli büyük bir değişimin içinde olması bölgesel konjonktürün ve gelinen noktada bu işin hem ekonomik hem siyasi açıdan yüksek maliyetler üreterek taşınamaz bir hal almasının sonucu. Bunun hale yola girmesi de ancak MHP ve Bahçeli ile mümkün olabilirdi. Nitekim devlet çözmek istediği sorunları hep karşıtları ile çözmeye girişmiştir. Bu önemli sorunda da böyle oldu. Her ne olursa olsun sayın Bahçeli’nin risk alarak attığı bu girişimi çok kıymetli buluyorum. PKK’nın kendini fesih ederek silah bırakmaya karar vermesi hem Türkiye hem de bölge barışı bakımından tarihi bir fırsat sunuyor. Bu fırsat heba edilmemeli. Sezar’ın hakkı Sezar’a; bu sürecin başlatılmasında ve ilerlemesinde Sayın Devlet Bahçeli’nin payı büyüktür. Ama barışsız demokrasi olmayacağı gibi demokrasisiz de barış olmaz. Her ikisinin zemini ise tarafsız ve bağımsız bir hukuktur.

Tutuklandığımda bana gizli tanık beyanları sorulmadı

- Sizin ‘terör’den tahliye edilip, ‘yolsuzluk’tan yargılanmaya devam edecek olmanızı şöyle yorumlayanlar oldu: “PKK’lılara af hazırlığı yapan, Selahattin Demirtaş’ı tahliye etmeye hazırlanan bir hükümetin Ahmet Özer’in hala terör iddiasıyla içerde tutulmasını meşrulaştırmakta zorlanacaktı.” Bu yoruma katılıyor musunuz? Yani siz de aslında ‘Terörsüz Türkiye’ projesi açısından mı araçsallaştırılmış oldunuz bir yandan?

Özellikle vurgulamak isterim ki ben salt süreçten dolayı tahliye olmuş değilim. Kuşkusuz onun da etkisi oldu. Ama zaten ben düzmece bir dosya, boş ve temelsiz iddia ve isnatlarla tutuklandım. Öyle ki alelacele verilen bu kararı uygulamaya koyanlar “Ver belediyeyi, gir içeri, suçunun ne olduğuna sonra karar veririz” dediler. Yani ceza yargılamasının temeli olan delilden faile gitme yok burada, beni önce suçlu ilan edip içeri attılar sonra delil aramaya ve uydurmaya çalıştılar. Uyduramayınca yargının bağrına saplanmış paslı bir hançer olan gizli tanık garabetini bir gecede icat ettiler. Öyle ki ne kollukta ne savcılıkta ne de sorgu hakimliğinde bana gizli tanık beyanları sorulmadı. Çünkü o zamana kadar yoktular. Dosya boş olunca ben tutuklandıktan sonra bu kullanışlı aparatlar, yalancı iftiracılar bir gecede devreye sokuldular. Sonra da zaten söyledikleri yalanlar birer birer ortaya çıktı ve bu girişim çöktü. Bu davadan beraat edeceğime olan inancım da tamdır. Gerçek anlamda hukuk verecekse kararı, böyle olmalıdır. Bunu her cenahtan ülkenin en iyi ceza hukukçuları da söylüyor. Öte yandan Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay ve benzer kişiler AİHM, Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen hala içerideler. Bunlara son verilmelidir.

Başta sayın İmamoğlu olmak üzere belediye başkanları, seçilmişler ve belediye çalışanları tutuksuz yargılanmalıdır.

Aziz İhsan Aktaş da dahil olmak üzere aleyhimde beyanda bulunan kimse yok

- Tahmin ediyorum ki sizin gibi bir akademisyen için ‘yolsuzluk’ iddiasıyla hala içerde olmak belki de diğer iddialarından çok daha ağır geliyordur. Hakkınızda “Aziz İhsan Aktaş örgütüne üye olma” iddiası var. Aziz İhsan Aktaş’ı tanır mısınız? 30 Ekim’de tutuklandığınızda bu iddia da gündemde miydi? Zira biz Aziz İhsan Aktaş’ın ‘itiraf’ diye kamuoyuna yansıtılan ifadelerini 19 Mart’tan sonra hükümet medyasından okumaya başladık. Sizinle ilgili olarak söylediği tam olarak nedir?

Öncelikle Aziz İhsan Aktaş da dahil olmak üzere aleyhime beyanda bulunan kimse bulunmuyor. 14 Temmuz 2025 tarihinde ‘Kent Uzlaşısı’ çerçevesinde yargılandığım davadan tahliye olunca, bazı yayın organları, yorumcu ve yazarlar beni son derece rahatsız eden bir söylemle “Ahmet Özer terör dosyasından tahliye olduğu, yolsuzluk dosyasından içeride kalmaya devam edecek” şeklinde yanıltıcı bilgi içeren yayınlar yaptılar. Elbette bundan son derece rahatsızlık duydum çünkü bunlar doğru değil. 30 Ekim 2024 tarihinde düzmece bir dosya ile gözaltına alınıp jet hızıyla tutuklandım, yerime kayyım atandı. Bu dosya boş olunca 17 Ocak’ta başlatılan Beşiktaş Belediyesi operasyonuna diğer bazı CHP belediyeleri gibi Esenyurt Belediyesi de dahil edildi. Ancak 20 Ocak 2025 tarihinden bu yana tutuklu bulunduğum bu ikinci dosyada hakkımda ‘rüşvet’ ya da ‘yolsuzluk’ iddiası söz konusu değildir. Soruşturma ‘ihaleye fesat karıştırma’ iddiasıyla açılmıştır ve bu iddiayla benim uzaktan yakından bir ilgim yoktur. Söz konusu ihalede yer teslimi yaparak ihaleyi onaylayan ve bu ihaleyle halka hizmete başlayan, hak ediş ve ödeme yapan kayyım yönetimidir. En yakın zamanda bu davadan da hukukun tecelli ederek, özgürlüğüme kavuşacağıma olan inancım tamdır. Kiminin kasten kiminin de bilgi eksikliği nedeniyle hakkımda yaptıkları yanlış yayınlara yanıt verme fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim.

İmralı Heyeti'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesi

AKP-MHP-DEM ittifakını olası görmüyorum

- Malumunuz ‘silah yakma’ seromonisinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şöyle bir açıklaması oldu: “Biz AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik.” Doğal olarak bu sözler “Yeni bir ittifak mı kuruluyor?” sorusuna neden oldu. DEM Parti bu iddiayı yalanlasa da en azından Erdoğan’ın arzusunun bu yönde olduğu anlaşılıyor. Bu durumda size ve diğer bazı CHP’lilere yöneltilen ‘Kent Uzlaşısı’ suçlaması yok hükmünde mi olmuş oluyor? Zira bu suçlamanın kökeninde DEM ile iş birliği vardı.

Öncelikle AKP, MHP ve DEM arasında bir ittifakı olası görmüyorum. Şimdilik görülen beraberlik barış süreci ile ilgilidir. Zaten DEM yetkilileri de bunu açıkladı. Çünkü barış sürecinin temel aktörlerinden ve yürütücülerinden biri DEM’dir. Süreç aslında devletle yürütülüyor, bugün için devletin en önemli kurumu hükumette ise AKP var. O nedenle devlet adına muhatap AKP‘dir. DEM’in sürecin başarıya ulaşması için AKP ve MHP ile iş birliği içinde çalışması gerekir. Ayrıca sürecin kalıcı bir barışla sonuçlanması için bu zorunludur.

‘Kent Uzlaşısı’ meselesine gelince, bu zaten başından itibaren tabiri caizse öküz altında buzağı arama girişimiydi. AKP, CHP’nin Kürt seçmenle seçimde güç birliği yapmasından büyük rahatsızlık duydu. Çünkü bu güç birliği CHP ve DEM’e kazandırırken AKP’ye kaybettirdi. O nedenle bu siyasi güç birliğini bozarak ortadan kaldırmak için ‘Kent Uzlaşısı’nı kriminalize etmeye çalıştı. Öyle ki iddianamelerde “Batıdaki Kürtlere temsil hakkı vermekle” suçlandık. Ancak süreç bu durumun absürtlüğü ortaya koyunca bundan vazgeçildi.

Kaldı ki demokrasi bir uzlaşı rejimidir. ‘Kent Uzlaşısı’ kavramını da baştan beri DEM kullandı ve sahiplendi. CHP ‘Türkiye İttifakı’ ve ‘İstanbul İttifakı’ kavramlarını kullanıyor. DEM Esenyurt’ta da aday çıkarmadı ve bizi destekledi. Biz Esenyurt’ta AKP’den de 25 bin civarında oy aldık. DP ve TİP de aday çıkarmayarak bizi destekledi. MHP ise aday çıkarmayıp AKP’yi destekledi. İktidara ‘yasal’ olan, neden muhalefete yasak oluyor? Bu çifte standarttan vazgeçilmeli. Sırf barış süreci olduğu için değil, hukukun gereği olarak vazgeçmeli.

Kürt seçmen bunca yıl kendisine yapılanı unutup iktidara oy vermeye koşmaz

- Belki de asıl soru şu; oy verdikleri CHP’li ve DEM’li belediye başkanları içerdeyken ya da yerlerine kayyım atanmışken Kürt seçmen bir anda Adalet ve Kalkınma Partisi’ni ‘doğal adres’ olarak görmeye başlayabilir mi? Bu son hamleler Türkiye’nin Kürtlerini 2015 Kasım’ından beri kendilerine yaşatılanları unutmaya ikna edebilir mi?

Kürt seçmenin bunca yılda kendisine yapılanları unutup iktidara oy vermeye koşacağını sanmıyorum. Şimdilik konjektürel olarak bir iş birliği var ama dünya görüşü açısından hükümetin uygulama pratikleri açısından büyük ayrılıklar ve farklılıklar var. Kaldı ki Kürt sorununun çözümü siyasi çıkarlar gözetilerek çözülmeye çalışılırsa başarılı olamaz. Çünkü bu sorun sadece bir iki partinin değil, bütün ülkenin sorunudur o nedenle çözüm ve barış süreci sırf oy uğruna bir kez daha heba edilmemeli. Kalıcı barış için hem bütün siyasi partilerin, hem de halkın katılımının sağlanması önemli. AKP 2015 Haziran’da seçimi kaybedince tekrar güvenlikçi politikalara geri döndü. Umarım bu kez böyle bir durum ortaya çıkmaz.

Yapıyormuş gibi yapılarak sonuca ulaşılamaz

- Yıllarca “Türkiye’nin Kürt sorunu nasıl çözülür?” sorusuna yanıt arayan makaleler, kitaplar yazdınız. Hükümet cenahından PKK’nın sembolik silah yakma töreninden beri sanki sorun çözülmüş gibi açıklamalar geliyor. Oysa hala yolun başındayız. Size göre bundan sonra sürecin nasıl ilerlemesi gerekiyor?

Çözümün başarılı olması için önce sosyo-psikolojik altyapı oluşturmalı ve eş zamanlı olarak da somut adımlar atılmalıdır. Psikolojik altyapı için dört kavrama içerik kazandırmalı; niyet, empati, barış dili ve bölünme paranoyası. Niyet, yapmanın yarısıdır. Çözüm için her iki tarafın da niyetinin samimi olması şart! Yapıyormuş gibi yapılarak sonuca ulaşılamaz.

İkincisi, empati yapılmalı. Batıda yaşayanlar Kürtlerin yıllardır çektiği acıları içselleştirmeli. Kürtler de bir bütün olarak Türklerin hassasiyetlerini dikkate almalı. Acılar yarıştırılmamalı. Örneğin ilk etapta her iki taraftan da çocuklarını kaybeden anneler bir araya getirilerek barışın kökleri burada aranmalıdır. Üçüncüsü, barış zamanı bile savaş dilini kullanırsanız farkına varmadan barışı zehirlersiniz. Üstenci, ötekileştirici, ‘zafer-yengi’ gibi bir üslup terk edilmeli.

İyi niyet göstergesi olarak kayyım politikası lağvedilmeli

- Somut adımların ilki ne olmalı size göre?

Bir iyi niyet göstergesi olarak; kayyım politikası lağvedilip seçilmiş başkanlar görevlerine iade edilebilir. Hasta tutuklular hemen bırakılabilir. Toplumsal barışı bozan antidemokratik yasalar ayıklanabilir. Bir düzenlemeyle cezaevlerindeki on binlerce tutuklunun önü açılabilir.

Bu adımlar kısa vadede atılabilecek bazı somut adımlardır. Bunlar gerçekleştiğinde, işte o zaman toplumun barışa olan inancı köklenir ve sıra sivil, özgürlükçü bir anayasa yapmaya gelir. Bir de yıllardır topluma aşılanan bir bölünme paranoyası var, hala bu süreçte de birileri bunu kendi amaç ve görüşleri doğrultusunda kullanıyor, bundan vazgeçilmeli. Çünkü tarihsel beraberlik, sosyolojik gerçeklik Kürtlerle Türklerin eşit temelde barış ve demokrasi içinde bir arada yaşamalarını gerektiriyor. Bugün de yapılmaya çalışılan budur, bu nedenle bu girişim Türkiye’nin geleceği açısından son derece kıymetlidir.

Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu

Özel ve İmamoğlu’nun Kürt sorununun bizim iktidarımızda çözüleceğini söylemesi son derece değerli

- CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in tüm bu süreçteki tavrını nasıl buldunuz? Aslında Öcalan’la başlatılan sürece yekten karşı durmadı ama komisyona katılma noktasında olumsuz. Size sorsa ya da sorduysa…nasıl bir strateji önerirdiniz?

Sayın Özgür Özel’in bu konudaki tavrını son derece cesur, doğru ve tutarlı görüyorum.

CHP belediyelerine yapılan onca operasyona rağmen “Silahların bırakılmasını ve barış sürecini destekliyoruz” dedi, hatta bir adım daha ileri giderek “Türkiye’de Kürt sorunu var, hala çözülmüş değil, bu sorunu biz çözeceğiz” diye ekledi. Ben de böyle düşünüyorum. Yıllarca bu ülkede “Kürt yok” denildi, şimdi de “Kürt var ama Kürt sorunu yok” deniliyor. Bir yarım asır da bununla mı geçireceğiz?

Silahlar, yıllarca siyasette otoriterleşmenin, ekonomide ise eşitsiz gelişmenin gerekçesi yapıldı. Şimdi madem silahlar artık ortadan kalkıyor o zaman demokratikleşmenin ve bölgeler arası ekonomik dengesizliğin de giderilmesin tam zamanıdır. Sorunları çözenler, geleceğe güçlü, saygın ve demokratik bir Türkiye bırakacakları gibi tarihe de altın harflerle yazılacaklardır. O nedenle CHP, Sayın Özgür Özel ve Sayın Ekrem İmamoğlu sadece barış sürecini savunmakla kalmıyor aynı zamanda Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini de söylüyorlar. İkisinin de Kürt sorununun bizim iktidarımızda gerçekleşeceğini söylemeleri son derece değerlidir. Komisyon konusunda da partinin olumsuz bir duruşa sahip olduğunu sanmıyorum. Zira CHP baştan beri sorunun TBMM çatısı altında ele alınıp çözülmesini ve mecliste kurulacak bir komisyonu savunuyor.

Böyle bir dönemde 11 yıl önce bir İmralı görüşmesinde iradem dışında ismim geçti diye sorgulanmam bir hukuk garabeti

- Tutukluluğunuz sırasında verdiğiniz mülakatlarda hep şunu ileri sürdünüz: “11 yıl önce İmralı’da heyet üyeleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan ile Öcalan arasında geçen bir konuşmada çözüm sürecine katkı vermesi gereken aydın akademisyenler arasında, üstelik iradem dışında üçüncü şahıslar arasındaki görüşmede adım geçiyor diye tutukluyum. Öte taraftan tam da bu nedenle bir barış süreci yürütülüyor, Öcalan’ın mektubu yüzlerce ulusal ve uluslararası basın mensubu önünde okunuyor. Bahçeli bu görüşleri çok önemli ve değerli buluyor. Ben ise, sırf 11 yıl önce adım İmralı görüşmelerinde geçti diye hapiste tutuluyorum.” Bundan nasıl bu kadar emin oluyorsunuz? Ayrıca o bahsedilen 2013 görüşmesinde adınız tam olarak nasıl bir çerçevede geçtiğini de bizzat sizin hatırlatmanızı isterim.

Kolluk ve savcılık ifadelerinde bizatihi bana yöneltilen sorulardan bu sonuca varıyorum. Öyle ki kollukta bana yöneltilen sorularda baştan hükmüm verilmiş gibi İmralı görüşmelerinde adımın geçmesi ile ilgili doğrudan niyet ve amacım soruldu. Bu görüşmelerde adımın geçmesinde irademin veya bilgimin olup olmadığı sorgulanmadı. 11 yıl önce yine bir çözüm sürecinde İmralı’daki görüşmelerde sürece katkı sunabilecek akil insanlar, akademisyenlerle ilgili istişarede bulunurken benim adımın geçmiş olması, bugün seçimle kazandığım Esenyurt Belediyesi’nde görevden uzaklaştırılıp yerime kayyım atanmasına gerekçe haline getirildi. Öyle ki yine o çözüm sürecinde dönemin Meclis Başkanı Naci Bostancı, “Hocam bu sorunu nasıl çözebiliriz?” diye fikrime danışmış, meclise davet etmişti. O davet üzerine mecliste 3 saat süren bir sunum yapan da yine bendim. Ayrıca gelinen noktada, 11 yol önce iradem dışında bir İmralı görüşmesinde ismimin geçmesinin bir anlamı ve izahı yoktur. Kaldı ki iddia edilen aynı İmralı görüşmelerinde Sayın Numan Kurtulmuş’un da adı geçmektedir. Bugün Sayın Kurtulmuş Meclis Başkanı olarak muteber insan, ancak hayatını barışa adamış ve Türkiye’nin en büyük ilçesi olan Esenyurt’ta halkının iradesini temsil eden Prof. Dr. Ahmet Özer terör örgütü üyesi, öyle mi? Bu hem bir yargı garabeti hem peşinen cezalandırmak hem de barış sürecinin ruhunu zehirleyen bir tutum değil midir? Bunu sadece ben değil Türkiye toplumu da sorguluyor. Ayrıca bu çelişki ‘Terörsüz Türkiye’ sürecine zarar veriyor.

Bana ‘geçmiş olsun’ mesajı gönderen AKP’lileri rızalarını almadan açıklayamam  

- 14 Temmuz’daki savunmanızda eski AKP’li bakanların kızınız Seraf Özer’i arayarak tutukluluğunuz nedeniyle üzüntülerini bildirdiğini söylediniz. Arayanlar kimdir? Şu an iktidar partisinde görev yapan kimseden bir mesaj aldınız mı?

Soruşturma ve kovuşturma sürecinde bir çok mesaj aldım, hatta ziyaretime gelenler de oldu.

Şimdiki AKP milletvekilleri, eski bakanlardan çok mesaj aldım. Halihazırda vekil olanların ismini rızalarını almadan burada anmak istemem. Ama eski bakanların bir kısmı zaten televizyonlarda yaptıkları konuşmalarla ve sosyal medya paylaşımlarıyla bu tavırlarını açıkça kamuoyuna önünde sergilediler. Örneğin eski Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Hüseyin Çelik. Onun bu cesur, ilkeli ve aynı zamanda ülke yararına olan tavrına hem teşekkür ediyorum hem de takdir ediyorum.

‘Sandıkla gelenin sandıkla gitmeyeceği’ kanaati pekişiyor

-“Adlarımız farklı olsa da soyadımız Türkiye” hakikaten de sizin sloganınız mıydı? Şu sıralar büyük şehirlerde panolarda “Milletin adı Türkiye” diye bir afiş görüyoruz. Gerçi kimin neden bastırdığı belirsiz ama iktidarın sizinkine benzer bir söylemi yeni dönemde, özellikle anayasa değişiklikleri gündemdeyken, ısıtmaya başlayacağını tahmin etmek güç değil herhalde, değil mi?

Bu sloganı geçmişten beri ‘bir arada yaşamanın’ şiarı olarak makalelerimde yıllardır kullanıyordum. Ayrıca 31 Mart 2023 seçimlerinde ve seçildikten sonra da hep kullandım. Hatta Esenyurt Belediye Meclisi’nin ekim ayındaki toplantısında da kullandım. Haksız ve hukuksuzca tutuklandığım 30 Ekim’den bir gün önceki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında Esenyurt Meydanı’nda toplanan on binlerce insana yaptığım konuşmada da kullandım. Ayrıca 31 Mart’ta 2024’te seçildikten sonra Esenyurt için ‘Barış ve Kardeşliğin Kenti’ mottosunu kullandım. Kayyım gelince bunları apar topar söktü ve her yere Türk bayrağı asarak sanki şehri Yunan işgalinden kurtarmış gibi davrandı. Oysa bugün anketler benim geçen sene yüzde 50 ile kazandığım seçimi bugün olsa yüzde 65 ile kazanacağımı ortaya koyuyor. Bu realite bile kayyım garabetinin halk ve yerel yönetim gerçeğine uymadığının kanıtı. Zira kayyum Esenyurt’u en az on yıl geriye götürdü. Benim en büyük üzüntüm de bu. Çünkü kayyım uygulamaları toplumsal kopuş demektir. Bu uygulamalar, seçmen nezdinde “sandıkla gelenin sandıkla gidemeyeceği” kanaatini pekiştirmiş, seçimlerin anlamını yitirdiği duygusunu doğurmuştur. Oysa demokrasilerde sandık sadece oy verme aracı değil, halkın kendi geleceğine dair söz hakkını kullanma mekanizmasıdır.

Anayasa meselesine gelince Türkiye’nin elbette sivil, özgürlükçü ve demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. Böyle bir anayasa sihirli bir değnek gibi birden her şeyi çözmez elbette ama sorunların çözümünün yolunu açar, olanaklı hale getirir. Ancak bugün yeni bir anayasa yapmak için hükümetin samimiyet testi olarak önce var olan anayasaya uyması gerekir. Henüz mevcut anayasaya bile uymayan bir anlayışla yenisi nasıl yapılabilir orası da endişe verici bir muamma.

Süleyman Soylu

Süleyman Soylu bana takdir ve teşekkürlerini sunmuştu

- Bu arada şunu da bilmiyordum, savunmanız sayesinde öğrendim. “2013 yılında AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu tarafından ‘Çatışmaların Çözümü’ çalıştayına görüşlerime başvurulmak üzere davet edilmiştim ve bu davetten sonra Süleyman Soylu tarafından Ahmet Özer’e teşekkür yazısı gönderilmiştir” dediniz. Söz konusu çalıştayda Sayın Soylu nasıl bir tavır sergilemişti?

Yıl 2013 idi, Soylu AKP’ye daha yeni katılmış sayılıyordu ve tavrı da son derece pozitifti.

O çalıştaya Türkiye’nin tanınmış, konusunda uzman birkaç akademisyeninden biri olarak ben de çağrılmıştım. Ayrıca sanatçılar, yazarlar, gazeteciler ve toplumda akil olan insanlardan oluşan yaklaşık 40 kişilik bir gruptu. Sabahtan akşama bir tam gün sürmüştü. Benim yaptığım konuşma ve katkılardan sonra Soylu yanıma gelip takdir ve teşekkürlerini sunmuştu. Nitekim bunu daha sonra yazılı ve resmi olarak da bildirdi.

Cengiz Çiçek, Tülay Hatimoğulları, Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder, Tuncer Bakırhan, Faik Özgür Erol

‘694 teröristle görüştü’ diye algı operasyonu yaptılar

Önüme konanan HTS listesinde merhum Sırrı Süreyya da var, Pervin Buldan da Tuncer Bakırhan da

- Yine savunmanızdan öğrendiğim önemli bir detay var. Tutukluluğunuzun ilk günlerinde yandaş medya sizin için “694 teröristle görüştü” manşetleri atmıştı. Meğerse bu isimlerin arasında DEM’den Pervin Buldan, rahmetli Sırrı Süreyya Önder ve Tuncer Bakırhan da sayılmış. Öyle mi?

Evet. İddia makamı dosyaya sunacak kanıt bulamayınca benim 13 yıllık HTS kayıtlarımı tek tek incelemiş. Bu kayıtların içinde 13 yılda görüştüğüm kişiler arasında adli işlem geçirmiş 694 kişiyi ayıklayarak çıkarmış. Bu kişilerin adli işlemlerinin büyük çoğunluğu arasında PKK-KCK örgütü bulunmuyor. Savcı o kadar telaşlı ve o kadar özensiz davranmış ki Fetö'den işlem geçirmiş kişileri, Ergenekon’dan işlem geçirmiş kişileri veya başka bir nedenle hakkında adli işlem olmuş kişileri dosyaya boca etmiş. Bir kere ben bir insanı ararken ya da biri beni ararken hakkında adli işlem var ya da yok bilemem. Bu kişileri ararken GBT’sini sormam da mümkün değil, böyle bir olanak da yok. Şimdi sokaktan geçen sıradan birini çevirin, bırakın 13 yılı son bir yıl içinde hakkında adli işlem geçirmiş onlarca kişiyle görüştüğünü görürsünüz. Böyle bir ayıklama düpedüz bir fişlemedir. Akla mantığa aykırı olduğu gibi hayatın olağan akışına da aykırıdır. Ayrıca, bu 694 kişiyi 13 yıl içinde ben mi aramışım yoksa onlar mı beni aramış belli değil. “Ne konuşmuşuz ne hakkında konuşmuşuz?” sorusunun yanıtı olacak bir içerik ortada yok. Daha da fenası, “694 teröristle görüştü” diye algı operasyonu için adını geçirdikleri kişilerin çoğu toplumda tanınan bilinen saygın insanlardır. Kimi siyasetçi, kim akademisyen, kimi ilahiyatçı, içinde hükümet de devlette çalışanlar da var. Siyasetçilerden CHP milletvekili Prof. Dr. Yüksel Taşkın, Zeynel Emre, DEM’den Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, Tuncer Bakırhan, Rüştü Tiryaki... Bu liste böyle uzayıp gidiyor. Şimdi sorarım size; daha geçen ay Sayın Cumhurbaşkanı Pervin Buldan’ı telefonla aramamış mıydı? Merhum dostum Sırrı Süreyya’yı makamında kabul eden Cumhurbaşkanı Erdoğan değil miydi? Aynı şekilde Sayın Bahçeli neredeyse on günde bir Tuncer Bakırhan ile ya yüz yüze ya da telefonla konuşmadı mı?

Baştan savma bir liste hazırladıkları için AKP’lileri ayıklamaya zaman bulamamışlar’

-Siyasetçiler dışında kamuoyunun tanıdığı kimler var ‘şüpheli HTS kaydı’ diye önünüze konulan görüşmeler arasında?

Akademisyenler Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, Prof. Dr. Şükrü Aslan, Prof. Dr. Mahmut İlhan, Prof. Dr. Sinan Bayram... Bu insanlar ya hukuk fakültesi dekanı ya bölüm başkanı ya da alanında ünlü birer doktor. Gazeteciler Hasan Cemal, Necdet Saraç, Merdan Yanardağ, Faik Bulut. Pek çok belediye başkanı, ilahiyatçılar ve iş adamları. Bir kısmı da vefat etmiş. İşte böyle uzayıp gidiyor liste. Şimdi ben bu insanlarla telefonda konuşmuşum diye suçlanıyorum. Böyle bir garabet olur mu? Hatta listede bazı AKP’li bazı başkan ve siyasiler bile var. Herhalde soruşturma aşaması aceleye geldiği için onları ayıklamaya zaman bulamamışlar ya da gözlerinden kaçtı. Bu da her şeyin nasıl baştan savma, sırf mesnetsiz iddialara gerekçe uydurmak için itibar suikastı yapıldığının bir başka göstergesi.

Toplumsal rıza zor kullanarak sağlanmaz erken seçimle halkı rahatlatmak şart

-Savunmanızda mahkeme heyetine şu soruyu yönelttiniz: “Biz toplumun üçte birini temsil eden bir siyasi partinin seçilmiş belediye başkanlarıyız. Türlü bahanelerle yargılanmak yerine cezalandırılırken, iç cephe nasıl güçlendirecek?” Belki de toplumun cezaevindeki CHP’li belediye başkanlarını zamanla unutup yoluna bakması umut ediliyor. Buna ihtimal verir misiniz, dünyadaki ve bölgemizdeki istikrarsızlık Türkiye toplumunu bir kez daha ‘devlet baba’ etrafında konsolide edebilir mi edemez mi?

Kuşkusuz bu operasyonları planlayanlar sorunuzda değindiğiniz gibi “Bunlar üç beş gün bağırır çağırır, sonra her şey unutulur, biz yolumuza devam ederiz” diye düşünüyorlardı ama yanıldılar. Çünkü başta Genel Başkanımız Özgür Özel ve parti teşkilatı bizlerin arkasında kararlılıkla dimdik durdu. İnsanüstü bir gayretle eylemlilik ve etkinliklerle topluma gerçekleri anlatmaya çalıştılar ve hala da çalışıyorlar. Sayın Özel dünyada örneğine az rastlanır şekilde altı günde altı miting yaptı. Ayrıca halk da yapılanın siyasi operasyon olduğunu gördü ve bu eylem ve etkinliklere destek verdi. Yoksa iki ayda 40’ın üstünde miting nasıl açıklanabilir?

Bu andan sonra da ne yaparsa yapsınlar artık cin şişeden çıktı. Bundan tek çıkış yolu hukuka dönmek ve gerekli demokratik adımlar atmaktır. Aksi taktirde üretilmeyen toplumsal rıza zor kullanarak sağlanamaz. Ve halk bu hatayı asla affetmez. Yapılanlar belki bir süre toplumu suskunluğa itse bile günü geldiğinde bu tepki mutlaka su yüzüne çıkar.

Cumhurbaşkanı iç cepheyi güçlendirmekten bahsediyor ancak toplumun yarısı dışlanarak toplumsal barış sağlanamayacağı gibi iç cephe de güçlendirilmez. Siyaset bir savaş alanı değil, yarış alanıdır. Partiler, siyasi nezakete uygun yarışmalıdır. Kayyımlara son verilmeli, halkın iradesine saygı duyulmalı, seçimle gelen seçimle gitmeli. Seçimler serbest, eşit, özgür ortamda gerçekleşmeli ve artık gelinen nokta bir toplumsal ferahlama için erken seçim her bakımdan şart, bir erken seçim yaparak halkı rahatlatmak şart.

Kürt nüfusuna dair istatistik devletin tekelinde ancak tahminlerimiz 25 milyon civarında  

-Son olarak da bir akademisyen sorusu gelsin. Çeşitli kaynaklarda hep farklı rakamlar var. Bunca yıllık çalışmadan sonra sizin elinizdeki verilere göre Türkiye Kürtlerinin gerçek nüfusu nedir? Ve onlardan biri olarak bugün onlara mesajınız nedir?

1927 nüfus sayımından sonra ‘etnik kimlik’ sorusu sorulmadığı için tam olarak Kürt nüfusu ne kadardır bilinmiyor. Ayrıca bu gibi konularda istatistik tekeli devletin elindedir. Ancak yaklaşık 25 milyon civarında bir Kürt nüfusu olduğu tahmin ediliyor. Fakat bu nüfusta evlilikler, göçler, pazar birliği yoluyla önemli bir karışım geçirmiştir. Bu bakımdan Türkiye’deki Kürtlerin durumu ve konumu diğer ülkelerdeki Kürtlerden ayrılır. Ayrıca din birliği ve tarihsel beraberlik bu süreçleri daha da pekiştirmiştir. O nedenle bugün yürütülen barış süreci her iki halk açısından önemlidir ve tarihi bir fırsattır. Çözüm ne bastırmadan ne de ayrılmadadır, çözüm eşit temelde demokrasi ve barış içinde bir arada yaşamdadır. Aksi taktirde kimse Ortadoğu’daki emperyal devletlerin kurtlar sofrasında yem olmaktan kurtulamaz.