Öncelikle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 11 Temmuz’da PKK’nin silah bırakmaya başlaması ardından gözlerin çevrildiği 12 Temmuz konuşmasının “Dağ fare doğurdu” demesek bile beklentileri boşa çıkardığını söylemek mümkün. Özellikle AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in iki gün üst üste yaptığı duyurudan sonra beklentiler siyasi af ilanından, yerlerine kayyım atanan belediye başkanlarının göreve iadesine, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına uyularak siyasi mahkûm tahliyelerinin başlayacağına dek yükseltilmişti.
Buna karşılık Erdoğan’ın konuşmasında üç önemli unsur vardı.
Erdoğan konuşmanın bir yerinde PKK’nın 11 Temmuz silah bırakmasını kastederek “Türkiye kazanmıştır” dedi. Şu anda PKK’yı daha fazla ajite etmemek için pek kullanılmıyor bu ifade.
Diğer ikisi tartışmaya açık unsurlardı. Biri, konuşma boyunca birkaç kez vurguladığı Türk-Kürt-Arap “birlikteliği” mesajıydı. Oraya birazdan geleceğim.
Diğeri de bu süreçte AK Parti, MHP, DEM birlikteliğiydi.
İlk aşamada pek çok yayın kuruluşu haberi buradan gördü. Ama ilerleyen saatlerde bu durum değişti.
Çünkü konuşmanın bu kısmına Cumhurbaşkanlığı sitesinde de AK Parti sitesinde de yer verilmediği görüldü.
Erdoğan’ın süreç üçlüsü
Oysa Erdoğan’ın sözleri, bu video kaydında da izleyebileceğiniz gibi gayet açıktı. Cumhurbaşkanı kurulması beklenen TBMM Komisyonuna değindikten sonra şunları söylüyordu:
• “Altını çizerek söylüyorum. Cumhur İttifakı olarak AK Parti, MHP ve DEM heyetiyle de birlikte, evvel Allah pişirerek taşıyacağız.
• “AK Parti, MHP, DEM; biz en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürüme kararı aldık.”
Bu sözler akla ister istemez PKK’nın silahsızlandırılması yoluyla Kürt sorununa siyasi çözüm bulma, ya da resmi adıyla Terörsüz Türkiye sürecinin yeni Anayasa çalışmaları konusunda da geçerli olabileceğini getiriyordu. AK Parti ve MHP’nin parlamentodaki sandalye sayıları yeni Anayasa taslağını referanduma götürmeye yetmiyordu ama eğer DEM’in katılımıyla bir “süreç üçlüsü” oluşmuşsa, bu üçlü Erdoğan’ın yeniden aday olup seçilebilmesi için erken seçim kapısını da açabilirdi. Tabii DEM seçmeninin bu durumda parti kararına tam uyacağı varsayımıyla.
DEM Partili Pervin Buldan bu işbirliğinin “sadece süreç” için geçerli olduğunu söyledi; daha fazlası değildi. Erdoğan’ın çıkışının DEM yönetimi seçmeni gözünde zorladığı anlaşılıyor
Türk-Kürt Arap: yine Osmanlı mı?
Oysa Erdoğan’ın konuşmasında koyu AK Partili olmayan çoğu izleyicinin “Nereden çıktı?” diyebileceği Türk-Kürt-Arap birlikteliği söylemi, hem Cumhurbaşkanlığı hem AK Parti sitelerinde korunmuştu.
Erdoğan’a göre,” Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır”.
Cumhurbaşkanı Müslümanlık ortak paydasında konuşuyor, Çanakkale ve İstiklal Savaşı ruhundan söz ediyordu. Sözleri, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve aynı zamanda ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın geçenlerde “Osmanlı millet sistemini” övmesini getirdi.
Nitekim AK Partili Mücahit Birinci, hemen “Türkiye İmparatorluğu fikri Kemalistleri neden çıldırtıyor?” deyiverdi; bu sözlerin Iraklı ve Suriyelileri ne kadar rahatsız edeceğini düşünmeden. Türkiye İmparatorluğu lafı nereden çıktı, Kemalistler ne zaman tepki gösterdi? Orayı hiç sormayın, maksat Atatürk’e laf söylemek.
ABD, Suriye, Irak
Erdoğan’ın konuşmasında Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine sürece katkıları nedeniyle teşekkür etmesi normal. Irak Dışişleri Bakanlığının süreci övüp, Türkiye ile “güvenlik ve kalkınma” işbirliğine atıfta bulunması önemliydi.
Suriye’deki SDG/YPG belirsizliği konusunda, Erdoğan’ın ismini vermeden Barrack’ın Suriye temaslarına atıfta bulunmasıysa dikkat çekiciydi. Şam’da Ahmed Şara ve SDG’nin başındaki Mazlum Abdi ile görüştükten sonra Vaşington’da gazetecilere konuşan Barrack, SDG’nin YPG, YPG’nin de PKK bağlantılı olduğuna dikkat çekmiş, “Onlara bir devlet kurma borcumuz yok” deyivermişti. Erdoğan’ın bu sözlerden memnuniyet duyması da doğaldı; Türkiye 2014’ten bu yana, bunu anlatmaya çalışıyordu zaten.
Erdoğan konuşmasının sonlarına doğru “Çıkış yolu arayana kapıyı ardına kadar açarız” dedi, PKK’nın yenilgisini ima ederek; “Ama sular tersine akarsa, gereğini de yaparız.”
Daha önceki süreçlerin daha kanlı çatışmalarla bittiği akıllarda ama bu defa Türkiye’nin hem askeri hem siyasi eli daha yüksek.
Varlığını silahlı mücadele üzerine kurmuş bir örgütün, uluslararası gözlemciler önünde silahlarını bırakıp ateşe vermesi müthiş bir siyasi-psikolojik kırılmadır.
Bu sürecin başarıya ulaşması halinde etkilerinin dalga dalga Ortadoğu ve ötesine yayılması kaçınılmaz.