Bu da “yepyeni-Osmanlıcılık”: Türk-Kürt-Arap ittifakı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün çok büyük bölümünü yeni çözüm sürecine ayırdığı konuşmasında dikkat çekici hususlardan birisi Türk, Kürt ve Arapların ittifakını geçmişten örneklerle gündeme getirmesiydi. “Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır” diyen Erdoğan’ın bundan böyle bu ittifakı sürekli gündemde tutmak isteyeceği anlaşılıyor.

Yakın geçmişte Ahmet Davutoğlu’nun önce dışişleri bakanı, ardından başbakan olarak Türkiye’ye dayattığı ve tam bir fiyaskoyla sonuçlanan dış politika stratejisine “yeni-Osmanlıcılık” dendiği hatırlanacak olursa Erdoğan’ınkine de pekala “yepyeni-Osmanlıcılık” diyebilir ve kolaylıkla bunun da fiyaskoyla sonuçlanacağını öngörebiliriz. Peki neden? Hızlıca muhtemel nedenlere göz atalım:

Uzak tarih-yakın tarih uyuşmazlığı

Erdoğan Türk-Kürt-Arap ittifakını çok geçmişe giderek yeniden gündeme getiriyor. Onun tarih okumasını doğru kabul etsek bile Türk, Kürt ve Arapların yakın tarihi ittifak değil düşmanlıklar ve savaşlardan ibaret. Kürtler hem Türklerden (Türkiye), hem Araplardan (Suriye, Irak); Araplar Türklerden (Osmanlı İmparatorluğu), Türkler de hem Kürtlerden hem Araplardan şikayetçi. Bunun sonucu olarak Türk milliyetçiliğinde Arap ve Kürt alerjisi; Arap milliyetçiliğinde Türk alerjisi; Kürt milliyetçiliğindeyse hem Türk, hem Arap (bu arada fazladan Fars) alerjisi söz konusu.

Birleştiren ve ayrıştıran İslam

Erdoğan aynı konuşmada “Malazgirt Zaferi, Kudüs’ün Fethi, İstanbul’un Fethi, Çanakkale savunması, İstiklal Savaşı, Türk, Kürt, Arap ve daha nice Müslüman halkın ortak savaşları, zaferleridir. Binbir Gece Masalları’nın Bağdat’ını Türk, Kürt ve Arap inşa etmiştir. Kudüs’ü Selahaddin Eyyubi’nin komutasında Türk, Kürt, Arap fethetmiştir. Şam bizim ortak şehrimizdir. Diyarbakır bizim ortak şehrimizdir. Mardin, Musul, Kerkük, Süleymaniye, Erbil, Halep, Hatay, İstanbul, Ankara bizim ortak şehrimizdir” dedi. Görüldüğü gibi Erdoğan bu üçlü ittifakı esas olarak İslam temelinde oluşturmak istiyor. Fakat bu üç halkın tamamı Müslüman değil; Müslüman olanların çoğu Sünni olsa da Şii ve Alevilerin sayısı hayli yüksek; en önemlisi seküler yaşam tarzı özellikle yeni kuşaklar da her üç halk içinde de hayli rağbette.

Türkiye’nin liderliği

Erdoğan hiç kuşkusuz bu ittifakın lideri olarak Türkiye’yi düşünüyor. Ama ortada çok soru var: İlk akla gelen ülkeler olan Irak ve Suriye’deki, her ne kadar ciddi hasar görmüş olsalar da ulus-devletler ne olacak? Kendi ülkesinde yarın seçim olsa yüzde 50+1 oyu alması hayli şüpheli olan Erdoğan nasıl daha geniş bir coğrafyanın liderliğini üstlenecek? Yıllardır ekonomik krizle cebelleşen ve bundan nasıl çıkacağı meçhul olan Türkiye, böylesine iddialı bir projeyi nasıl finanse edecek? En önemlisi bir zamanlar Avrupa Birliği’ne aday, halkın çoğu Müslüman olmakla birlikte laik demokratik bir ülkeyken bile cazibesi sınırlı bir Türkiye’yi, Batı’dan giderek kopmuş, otoriterliğin bile sınırlarını zorlar bir haldeyken kim kendisine lider olarak seçer?

İran faktörü

Erdoğan’ın Türk-Kürt-Arap ittifakı hayali, İran’daki İslami rejimi fazlasıyla rahatsız edecektir. Bunun bir nedeni İran’ın hatırı sayılır bir Türk, Kürt ve Arap nüfusa sahip olması. Ama daha önemlisi İran tarihsel olarak bölgedeki en büyük rakibi Türkiye’nin bölgenin hegemon gücü olmasını kendi bölgesel iddiaları için ciddi bir tehdit olarak görecektir.

İsrail faktörü

Son dönemde Trump’tan aldığı destek sayesinde İsrail’in bölgenin yeni hegemon gücü olduğu yolunda yorumlar yapılıyor. Bu kadar olmadığını varsaysak bile İsrail’in gücünü inkar etmek mümkün değil. Öte yandan İsrail’in geleneksel olarak iyi ilişkiler içinde olduğu Türkiye ile Erdoğan iktidarı döneminde bir tür çatışma içinde olduğu muhakkak. Bu nedenle Türkiye’nin Türk-Kürt-Arap ittifakı kurmasını İsrail asla istemez ve engelleme için elinden geleni yapar.

ABD faktörü

Erdoğan belli ki “dostu” Trump’a çok güveniyor. Ama Trump’ın ipiyle kuyuya inilemeyeceği aşikâr.

Bitirirken şunu söylemek isterim: Dün “yeni-Osmanlıcılık” bir maceraydı ve çok ağır bir faturası oldu. Bugün de bölgede “Türkiye/Erdoğan gelsin de bizi kurtarsın” diye dört gözle bekleyen pek fazla Arap ve Kürt bulamazsınız. Bu sefer “yepyeni-Osmanlıcılık” nedeniyle çok daha ağır bedeller ödeyeceğimiz muhakkak. Bu maceraya hiç kalkışmamak, Türkiye’de Türk-Kürt barışına yoğunlaşmak en akıllıca iş olacaktır.