Kullanılan dil, hem bilinçaltımızı hem de onu içeren kimliğimizi belirleyen çok etkili bir araçtır.
Bir başka deyişle dil, bilinçaltımızı ve önemli ölçüde bilincimizi de biçimlendiren ancak bilinçüstümüzle, yani vicdan ve ahlak anlayışımızla kişisel egemenliğimizi ve tercihlerimizi belirtebileceğimiz bir araçtır.
Kendi dilimizden, Türkçeden örnekler vermek gerekirse, bütün insanlığı simgeleyen “İnsanoğlu” kelimesi, insanın yetişkin ve yetkin bir aşamaya erişmesini niteleyen “Adam olmak” deyimi, güvenilir söz vermek anlamında kullanılan “Erkek sözü” ve “Erkekçe” ifadeleri, cinsiyetçi bir anlayışın, “Erkek egemen” “Feodal” bir “Eril” kültürün, kadını yok sayan veya küçümseyen bir Ahlak anlayışının belirtileridir. Ben, “İnsanoğlu” yerine “İnsanlık” sözcüğünü, “Adam olmak” yerine “İnsan olmak” deyimini kullanıyorum.
***
Dil elbette kimliğimizi de belirliyor:
Cumhuriyet Devrimi, Atatürk Devrimleri (Reformları) aracılığıyla Türk kimliğini ve kültürünü, Batı ve Doğu Emperyalizmlerinden kurtarmak için Dil ve Tarih Derneklerini kurmuş, önemli bilimsel verilerle toplumsal ve kültürel sonuçlar elde etmiştir.
Çünkü Türkçe, Cumhuriyet öncesinde (ve önemli ölçüde sonrasında da) Batı Emperyalizminin Fransızca ve İngilizce dillerinden, Doğu Emperyalizminin de Arapça ve Farşça dillerinden çok etkilenmiş, “Osmanlıca” denilen yapay dille, hem halktan kopmuş hem de adeta kimliğini yitirme sınırlarına gelmiştir.
Nitekim, 1950’de “Demokrasi” adına iktidara gelen, Endüstri Devrimi öncesi Din Tarım Toplumu egemenleri olan Toprak Ağalarıyla Tarikatları ve Emperyalistleri temsil eden Demokrat Parti iktidarının yaptığı ilk iş, Ezan dilini Arapçaya, Anayasa dilini de Osmanlıcaya çevirmek olmuştur.
***
Türkçe, günümüzde beş ana tehlike ile karşı karşıyadır:
1) Yukarıda belirttiğim, kadını yok sayan veya küçümseyen “Erkek egemen” “Feodal” “Eril” dilin kullanımı. (Ben kesinlikle kaçınıyorum.)
2) Türkiye’yi Ortaçağ’a geri götürmek isteyenlerin, “Gericilerin” savundukları, Arapça, Farsça ve (uyduruk bir dil de olsa, Sarayda kullanılan) Osmanlıca dillerinin, küçük farklılıklar (nüanslar) taşıdıkları ya da alışkanlık oldukları için kullanılan sözcük ve deyişleri. (Arada ben de zorunlu olarak bazen yapıyorum.)
3) İleri teknoloji sahibi olan ülkelerin ürettikleri kavram ve terimlere karşılık bulunamamasından veya bulunan karşılıkların tutmamasından kaynaklanan İngilizcenin ve az da olsa Fransızcanın kullanılması. (Arada ben de zorunlu olarak bazen yapıyorum.)
4) Anayasada “Türkiye vatandaşlığı” biçiminde hukuki olarak tanımlanan “Türk” kavramını, Etnikçilerin, kültürel kimliğe indirgeyerek reddetmeleri ve onun yerine “Türkiyeli” terimini kullanmaları gibi dilin mantığını zorlayıcı dayatmalar.
5) İktidarın, Devlet, Hükümet, Cumhurbaşkanı, Parti, Millet ve Lider kavramlarını eşleştirerek, hepsini “Devlet” ve “Millet” kavramları ve terimleri ile kutsal bir anlamda kullanmaya, yüceltmeye, korumaya ve sadece kendilerine mal etmeye çalışmaları.
***
CHP’nin en büyük hatası, İktidarın Demokratik Rejime hiç de uygun olmayan Siyasal Ahlakını yansıtan bu dilini benimsemesi ve kullanmasıdır:
“Helallik istiyorum” gibi söylemler, “Yumuşama, Normalleşme” gibi terimler, “Cuma Namazı sonrası Cami önünde yapılan siyasal yorumlar” (ki tutum ve davranışlar, “lisan” olarak kullanılan dilden daha da etkin mesajlar verir) Laik ve Demokratik Cumhuriyet’in Kurucusu ve Kurtarıcısı olarak kendisine bağlanan umutları zedelemektedir.
Hele bir de tamamen bir Hukuk zorlaması olan CHP’ye “Kayyım” atanması tartışmasını parti liderliğinin benimsemiş olması, sadece CHP’li seçmenler arasında değil, bütün toplumda, kaygı, umutsuzluk ve hatta kızgınlıkla izlenmektedir!