Geçen hafta German Marshall Fund’ın 20’ncisini düzenlediği Brüksel Forumu’nda, ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna Özel Temsilcisi Keith Kellogg’u dinliyordum.
Bir ara Trump’la ilgili şunu söyledi:
“Kendi aramızda kullandığımız bir laf var, Trump time (Trumpvari zaman). Bir talimat verdiğinde, zaman dilimi günler, haftalar ya da ayları kapsamıyor; hemen, anında, hiç vakit kaybetmeden anlamında kullanıyoruz.”
An itibarıyla İsrail’in İran’ı vurmasıyla zamana karşı bir yarış yaşandığını düşünüyorum.
Trump sürgit ilanihaye devam eden süreçleri sevmiyor. Nitekim Rusya-Ukrayna savaşını 24 saatte bitireceğini söylemişti. (Gerçi Kellogg’un kıvırmasına göre, '24 saat' demiş ama hangi ayda bitireceğini söylememiş!)
Putin’i masaya getirmeye ikna edemeyince Trump sıkıldı tabii. ‘Sabrım taşıyor’ demeye başladı.
Trump’ın çelişkileri
Trump tam da İran’la müzakerelerin devam ettiği bir süreçte İsrail’in başlattığı saldırı ile ilgili olarak da “60 gün süre tanımıştım, saldırı 61. günde yapıldı” dedi ama 64. günde İran ile ABD arasında Umman’da müzakerelerin devam etmesinin öngörüldüğünü düşünürsek, kendiyle çeliştiğini görürüz. Ama çelişkilerine de alışkınız.
Elbette ki İsrail, ABD’den doğrudan ya da dolaylı yeşil ışık almadan saldırıyı başlatamazdı. Elbette askerî ve istihbarat birimleri arasında yakın temas ve eşgüdüm var. Ama Trump’ın büyük bir hevesle Netanyahu’yu teşvik ettiğini de sanmıyorum.
Bakmayın Netanyahu’nun “Trump bana soğuk davranarak aslında hedef şaşırttı” demesine. Netanyahu, ABD adına Trump’ın çok hoşlanmayacağı bir kumar oynuyor.
İran’ın kolunun kanadının kırılması elbette Trump’ı üzecek değil. Ama kumar da o noktada başlıyor. İran karşılık vermeden kolunun kanadının kırılmasını, tüylerinin yolunmasını, istiskale uğramayı oturup seyredecek değil. Savaşı bölgeye yayacak ve ABD’yi de içine çekecek türden adımlar atması, ABD’nin sert karşılığı üzerine, İran’da içeride yaşanacak huzursuzluk, iç savaş benzeri süreçler, Trump’ın seçim vaatleriyle çelişen fotoğraflar ortaya çıkartabilir. Zaten bu yüzden Trump, İsrail’in Hamaney’i öldürmesine karşı çıktı.
Molla rejiminden hayatta kalma stratejisi
Benim tahminim, İran’daki rejim şu anda “hayatta kalma” stratejisine geçmiş durumda. Mesele İran değil, mesele molla rejiminin bekâsı. O nedenle “cehennemin kapılarını açacağız” gibi sert söylem ve İsrail’e askerî saldırılara karşın, arka kapı diplomasisiyle bir an önce İsrail’in saldırılarının durması, müzakerelere geri dönülmesi için çalmadık kapı bırakmıyordur.
Türkiye’nin de acelesi var
Sadece İran değil, bence Türkiye’nin de acelesi var.
Baştan söylemek gerekirse, İran’ın nükleer silah edinmesi, İsrail’den çok Türkiye’ye tehdit oluşturur. O nedenle İran’daki nükleer tesislerin zarar görmesine, İran’ın nükleer programının sekteye uğramasına Türkiye gözyaşı dökmez.
Bırakın nükleer silahı, İran’ın füzelerine karşı NATO’nun 5. maddesinin sağladığı koruma -yani birimize karşı yapılan saldırı hepimize karşı yapılan saldırıdır- dışında, bir de Güneydoğu’da NATO müttefikimiz İspanyolların Patriotları dışında, sağlam bir korunma mekanizmamız var mı? İsrail’e kızıp ‘Malatya Kürecik’deki NATO radar üssü kapatılsın’ diyenlere, Rusya’ya parasını peşin verdiğimiz S400’leri de paketinde tuttuğumuzu hatırlatmak gerekir.
Öte yandan İsrail, İran’a saldırıyor diye Türkiye’nin sevinçten dans edecek durumu da yok. Tersine, askerî tırmanmanın Türkiye’yi de içine çekecek bir alev topuna dönmesi riski, İran’ın bir vakitte nükleer silah yapma riskinden an itibarıyla çok daha büyük. Kaldı ki ezelden beri Türkiye’nin savunduğu görüş, İran’ın nükleer programından askerî yöntemler, yaptırımlarla vazgeçirtilmesinin mümkün olmadığıdır.
Türkiye’nin çizgisi İran’la diyalog, angajman yoluyla nükleer programının gözetim altında tutulması olmuştur.
Halen de Türkiye’nin bu çizgide olduğunu düşünüyorum.
Ankara’nın acelesi ise hem askerî tırmanmanın geri dönülmez bir noktaya gelmeden durdurulması hem de Trump’ın “bir an önce sonuç alma” refleksinden kaynaklanıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 24 saat içinde iki kez Trump’la telefonda görüştü. İran lideri Mesud Pezeşkiyan’la da temasta.
Erdoğan’ın Trump’a İsrail mesajı
Malûm, İsrail’in nükleer silah sahibi olmadığını bilmeyen yok. Bu durum Türkiye’yi rahatsız etse de İsrail’in bu konudaki dokunulmazlığını açıktan sorgulayan kişi Erdoğan oldu.
Erdoğan 2019’da yaptığı konuşmada “Birlerinin elinde nükleer başlıklı füze var, bir tane iki tane değil… Ama benim elimde nükleer başlıklı füze olmasın! Ben bunu kabul etmiyorum" dedi.
Hatta aynı konuşmada “Yanı başımızda İsrail. Var mı? Var. Ve bütün her şeyiyle onunla korkutuyor. Değerli kardeşlerim biz şu anda çalışmamızı yürütüyoruz” da demişti.
Öte yandan Ankara’nın resmî söyleminde İsrail bölgenin en tehlikeli istikrar bozucu aktörü olarak konumlanıyor.
Benim tahminim Erdoğan, Trump’la konuşmasında “Netanyahu çıldırdı hepimizi ateşle atacak, İsrail’in nükleer bomba sahibi olmaya hakkı varken başkalarının hakkı niye olmasın” dediğini sanmıyorum.
Zaten ne diyecekse, Trump’ın odaklanma sınırını zorlamadan söylemesi gerekir.
Tahminim iki noktaya işaret edecektir ya da etmesi gerekir.
Ey Trump;
“1) Şu anda Ortadoğu’da olup bitenler en çok kimi sevindiriyor? Çin’i, Kuzey Kore’yi, hatta Rusya’yı, yani senin rakiplerini.
2) Eğer İsrail saldırı dozunu artırır ve İran’da bıçak kemiğe dayanırsa, rejim öyle bir intiharvari adımlar atar ki Ortadoğu’dan çıkmak ne kelime, başkanlığının geri kalan üç yılını sadece Ortadoğu’ya vakfetmek zorunda kalırsın. Demedi deme...”