İsrail-İran krizinden bir Kürdistan çıkar mı? Yeni senaryolar devrede

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan İsrail-İran krizinde gerilimi düşürebilmek için iki gün üst üste, 14 ve 15 Haziran’da ABD Başkanı Donald Trump ile görüştü. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan son olarak Rus ve İngiliz meslektaşlarıyla aynı konuda temastaydı. Tıpkı Ukrayna-Rusya krizi gibi İsrail-İran krizi de Türkiye’nin ekonomik ve siyasi çıkarlarına aykırı. Bu nedenle Binyamin Netanyahu “Savaşa devam” dedikçe Türkiye “diplomasi” demek zorunda.

İsrail’in 13 Haziran’da İran’a başlattığı saldırı ile şiddetle tırmanan İsrail-İran krizi, Türkiye’nin Kürt sorununa TBMM çatısı altında siyasi bir çözüm arayışının hassas bir aşamaya geldiği esnada Ortadoğu’daki siyasi dengeleri kökünden sarstı. Ankara PKK’nın silahları bırakması karşılığında parlamenter siyasete entegre olması projesinin, resmi adıyla “Terörsüz Türkiye” projesinin, -diğer pürüzler zaten ortadayken bu yüzden çökmesini istemiyor.

Türkiye’nin kendi içinde Kürt sorununu çözmesini istemeyen ülkeler arasında İsrail vardır.

Daha İsrail kurulmadan önce

Sadece Türkiye’nin değil, Kürtlerin yoğun yaşadığı Türkiye, İran, Irak ve Suriye için de geçerli bu. İsrail-İran krizi bunun son perdesi ama sonuncusu olacak mı?

İsrail’in ayrılıkçı hareketlerini bölgedeki diğer ülkeleri istikrarsızlaştırmak için kullanmak istemesi yeni değil; hatta İsrail’in 1948’de kuruluşunun öncesine gidiyor. Öyküsü çok öğreticidir; Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı’nda ayrıntılarıyla yazdım, meraklısı açıp okuyabilir ama burada birkaç cümlede özetleyeceğim.

Daha 1930’ların başında, ileride İsrail’in kurucu başkanı olacak Siyonist lider David Ben Gurion, bir yanda Filistin’de Yahudi devleti için “Hagana” örgütünün başına yeraltı faaliyeti yürütürken, 22 yaşındaki bir genci gizli bir görevle Irak’a göndermişti. Sahte kimliğiyle paravan işi Bağdat’taki Yahudi okulunda öğretmenlik ve yarı zamanlı gazetecilikti. Asıl işi ise Irak’ın kuzeyinde, Türkiye ve İran sınırlarındaki Kürt aşiretlerle ilişki kurmaktı. Bu genç, İsrail’in ilanından üç yıl sonra 1951’de istihbarat servisi MOSSAD’ı kurup başına geçecek olan Reuven Shiloah idi.

Kürt ayrılıkçılığı daha İsrail kurulmadan İsrail’i kuracak ekibin dış istihbarat operasyonlarının hedefiydi.

Komşuları birbirine kırdırmak

Shiloah’ın başlattığı ilişkiler İkinci Dünya Savaşından sonra kullanışlı hale geldi. İsrail, ABD’nin desteğiyle Iraklı Kürt hareketlerini Şah zamanında Irak’a, daha sonra da İran’a karşı kullandı. Sovyetlerin ABD ve İngiltere etkisine karşı kurdurttuğu KDP’nin başındaki Molla Mustafa Barzani’nin saf değiştirip ABD ve İsrail’e güvenip 1975 petrol anlaşmasıyla ortada bırakıldıktan sonra Kissinger’e yazdığı “Sizin için öldük” mektubuna cevap bile alamaması (*) acıklıydı. 1979’daki İran İslam Devrimi sonrasında da Kürt ayrılıkçıları Irak tarafından İran’a karşı desteklenmeye başlandı.

1978’de PKK’nın kuruluşu ayrı bir sayfa açtı. PKK dört ülkeden silahlı mücadeleyle koparacağı topraklar üzerine Marksist-Leninist yönetimde bir Kürdistan kurmayı amaçlıyordu. PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat mektubunda söz ettiği “reel sosyalizm etkisinden” kastı Sovyetler Birliğidir. Öcalan PKK’ya, 1998’de Türkiye’nin savaş tehdidiyle oradan çıkarılana dek Moskova’nın himayesindeki Suriye’den yönetmişti. Kendi Kürt vatandaşlarına kimlik dahi vermeyen Baas rejimi Türkiye’nin dengesini PKK ile bozuyordu.

Şimdi İsrail-İran krizinin ortasında Suriye’de ABD destekli PKK bağlantılı SDG gerçeği var.

İsrail-İran krizi ve PKK

Suriye Demokratik Güçleri, ABD özel Kuvvetleri tarafından, görünüşte PKK’nın Suriye kolu PYD ve onun silahlı kanadı YPG ile işbirliği yapmamış olmak için 2015’te kurduruldu. DEAŞ’la mücadelede (ABD’nin istediği dozda) başarı sağladı. ABD’nin, aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi olan Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, SDG’nin “müttefik” olduğunu ve yardıma devam edeceklerini söylüyor.

Ama Ankara, fesih ve silah bırakmanın PKK’nın Türkiye, Irak, İran ve Suriye’deki bütün unsurlarını kapsaması gerektiğini söylüyor.

PKK’dan ise, İsrail saldırısı ve İran’ın yanıtına dek iki işaret geliyordu: 1- Anlaşma Suriye ve İran’daki örgütlenmeyi (PJAK) bağlamaz, 2- Türkiye siyasi ve hukuki garantiler vermedikçe silah bırakmayız.

13 Haziran’dan sonra İsrail-İran krizinin tırmanışa geçmesiyle durum farklılaştı. Netanyahu, İsrail’e saldırısının görünürdeki gerekçesi nükleer programını durdurtmak olsa da asıl amacın rejimi devirmek olduğunu açıkça söylemeye başladı.

Bu çağrıya ilk olumlu yanıt verenlerin İranlı Kürt ayrılıkçı gruplar olduğu medyaya yansıdı.

Ne yapmalı?

İsrail-İran krizinin Ankara’nın 1 Temmuz’da Meclis’in tatile girmesi ardından beklediği PKK’nın silah bırakma sürecinin durmasına yol açma ihtimali görmezden gelinemez. Kandil de bekle-gör vitesine geçip bu arada Ankara’dan ne koparabilirse almaya çalışabilir.

Şu anda durum ne kadar umutsuz görünse de Türkiye’nin diplomasiyi zorlaması en azından bu söylemde ısrar etmesi doğru. Bunun “Terörsüz Türkiye” süreci ile de organik bağları bulunuyor. Tekrar etmeliyim, İsrail bu sürecin başarısını istemiyor; işin doğrusu İran da istemez.

Öte yandan PKK’nın yarım asra yaklaşan kanlı mücadelesinin son bulup, parlamenter siyasete entegrasyonu için atılması gereken adımlar da var. PKK’nın bu kadar kökleşmesinde uzun yıllar boyu Kürt vatandaşların varlıklarının dahi inkâr edildiği baskı politikalarının da bulunduğu unutulmamalı. Şimdi değişim sözü veriliyorsa bu gösterilmeli de.

Geçenlerde DEM Parti’nin yaptığı çağrı meşru bir başlangıç noktasını gösteriyor. O da hazır CHP de destek vermişken, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un meclis tatile girmeden yasal hazırlık için komisyonu oluşturup tatil boyunca çalışmasını sağlamaktır.

İsrail-İran krizinin Türkiye’nin toplumsal barış, kalkınma ve demokratikleşme fırsatını baltalamasına izin verilmemeli.

Not:

(*) Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı, s 258-259