Bugün Avrupa Birliği’nin saygın bir para birimi ve merkez bankası var. Onu ayakta tutan ise artık sadece ekonomik çıkarlar değil, Kopenhag Kriterleri ile özdeşleşen hukuk ve demokrasi değerleridir. Yıllar önce biz de Ankara Kriterleri’nden söz etmiştik ama ne yazık ki bu gerçekleşmedi.
Türkiye Ortadoğu’da AB düzeni kurabilir mi?
SYKES-PICOT BİTERKEN
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi olan Thomas Barrack, 25 Mayıs 2025’te sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı açıklamada, Sykes-Picot Anlaşması’nın artık anlamını yitirdiğini açıkça ifade etti. Bu tarihi anlaşmanın Suriye ve genel olarak bölgeyi barış için değil, emperyal çıkarlar doğrultusunda böldüğünü ve bunun nesillere mal olan bir hata olduğunu vurguladı. “Bu hatayı bir daha yapmayacağız” diyerek Batı’nın müdahaleci döneminin sona erdiğini, geleceğin ise bölgesel çözümlere, ortaklıklara ve karşılıklı saygıya dayalı diplomasiye ait olduğunu belirtti.
Bu açıklama, ABD’nin Ortadoğu politikasında sembolik ve stratejik bir değişimi işaret ediyor olabilir. Ama aynı zamanda Sykes-Picot’la cetvelle çizilmiş sınırların siyasal anlam ve geçerliliğini kaybettiği yönünde bir vurguyu da beraberinde getirmektedir. Bu çıkarım, Ortadoğu’nun köklü değişimlere gebe olduğunu gösterir. Suriye’deki gelişmeler, Hizbullah, Hamas ve PKK üzerindeki yaptırımlar, bu yeni sürecin öncü adımları olarak okunabilir.
EMPERYAL MERKEZ’İN CAZİBESİ
Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, kapsamlı bir Irak gezisi gerçekleştirdi. Bu ziyaret, eski bir dışişleri bakanı ya da başbakanın vefa ziyareti olmanın çok ötesinde anlamlar taşıyordu. Devletin tepe kadroları ve ilgili kurumların bilgisi, hatta dolaylı desteğiyle gerçekleşen bu gezi, Davutoğlu’nun Ortadoğu’ya dair teorik ve özgün modellerinin yanında, anti-Siyonist net duruşu ve sivil ilişki itibarının ağıyla Süleymaniye dahil çarşıda halk nezdinde coşku uyandırdı. Ahmet Hoca’nın özel durumu bir yana, Türkiye’den herhangi bir devlet adamı ya da siyasetçi, mezhep, etnisite veya din fark etmeksizin Ortadoğu şehirlerinde benzer bir sempati ve ilgiyle karşılanabilecektir. Ne var ki böyle bir kamu diplomasisini hedefleyen girişimler yetkililerimiz arasında pek nadirdir.
OSMANLI BARIŞI YENİDEN MÜMKÜN MÜ?
Davutoğlu, son grup toplantısında Süleymaniye, Kerkük, Telafer ve Erbil ziyaretlerini anlatırken, PKK’nın feshi ve silahsızlanmasıyla birlikte doğan tarihî fırsatlardan söz etti. Tüm unsurların kazanacağı bir bölgesel barış modeli vurgusunu yaptı. Sınırların anlamsızlaştığı, ekonomik ve siyasal güvenliğin güçlendiği, Türkiye’nin merkezinde olduğu bu model aslında dolaylı bir Avrupa Birliği (AB) modeliydi. Sıklıkla “Yeni Osmanlıcılık” ya da “Yeni yayılmacılık” ile suçlanan Davutoğlu, bence burada Pax Roma – Pax Ottomana, yani Yeni Roma veya Osmanlı Barışı benzeri başka bir değişle çoğulcu ve demokratik entegrasyon bir modeli dile getiriyor ya da tartışmaya açmak istiyordu. Ancak bu mesaj Davutoğlu’nun duygusal-epik retoriği veya hakkındaki katı önyargılar nedeniyle kamuoyunca fark edilmesini sanki sağlayamamıştır.
MERKEZ-ÇEVRE İLİŞKİSİNDE ORTA BİR EKONOMİK MODEL
2010 yılında, Ekopolitik olarak danışmanımız Murat Soycengiz Bey ile birlikte bölgesel bir proje hazırlamıştık. İmparatorluk coğrafyasındaki tüm unsurları – Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar – dikkate aldık. Emperyal kültürün, geçmişteki düşmanlıklar ve kötü hatıralara rağmen, hâlâ bu bölgelerde etkisini sürdürdüğünü varsaydık. Bu karşıtlıkları bir araya getirebilecek tek şeyin, ortak kazanç ve ticaret olduğunu düşündük. Sırp, Boşnak, Azeri, Ermeni, Arap ya da Kürt gibi unsurlar arasında çıkar bağları oluşturacak ticaret ve yatırım zincirleriyle bir model tasarladık. Bu modeli yönetecek tarihsel Roma veya kadim merkez İstanbul olmalıydı ve yapı sivil, ticaret temelli olmalıydı. Ticaret odaları bu yapının temel taşları olarak öne çıkıyordu. Devlet, doğrudan müdahil olmayacak ama coğrafi güvence sağlayarak yatırımcıya arka planda destek sunacaktı. Sistem, mal değiş tokuşu (barter) ya da uzun vadede ortak bir bölgesel para birimi üretmeyi de hedefliyordu. Oluşacak ticari hareketlilik, siyaseti de yumuşatacaktı. Belki de farklı bir “AB hikâyesi” yaratılabilecekti.
Bu modeli sunmak için dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan randevu alabildik. Kendisi projeyi dikkatle dinledi, bizi Merkez Bankası’na yönlendirdi; ancak bürokrasi içinde konu bir daha toparlanamadı. TOBB veya İTO’ya dahi ulaşamadık.
KAÇINILMAZ EMPERYAL İLGİ
Birinci Dünya Savaşı sonrasında imparatorlukların dağılması ve ulus-devletlerin ortaya çıkmasıyla imparatorluk çağının sona erdiği genel kabul görür. Ancak Sovyetler dâhil olmak üzere özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyal gölgesi, aynı coğrafyada hâlâ varlığını sürdürmektedir. Soğuk Savaş sonrası ideolojik çöküşle birlikte, Türkiye gibi merkez ülkeler bu mirasın yeniden şekillenmesinde daha çok muhatap olmaktadırlar.
Demokrasi ve hukuk karnesi hızla gerileyen bir merkez ülke olan Türkiye, buna rağmen çevresindeki halklar – Ermeniler, Azeriler, Kürtler, Asuriler ve Araplar – nezdinde dizilerden Avrupa cazibesine kadar uzanan bir ilgi alanına sahiptir. Pratikte kimsenin Türkiye’yi parçalama niyeti ya da gücü bulunmamaktadır. Olabilecek olan, Türkiye merkezli bir entegrasyon modelidir.
Ortadoğu, öldürmenin en kolay olduğu ama barış yapmanın da en mümkün olduğu bir coğrafyadır. Bu coğrafya, Şark’ın makus talihinden kurtulmak için bir el beklemektedir. Soru şudur: 25 milyondan fazla savaş kaybı veren Şarlman’ın imparatorluğunun çocukları bugün Avrupa’da bir hukuk ve refah modeli inşa edebildiyse, Türkiye de Ortadoğu halklarının sevgisi ve ilgisiyle benzer bir modeli neden kuramasın?
AB HİKAYESİ SADECE ORTAK EKONOMİK ÇIKAR MI?
Bilindiği üzere, 9 Mayıs 1950’de Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, Avrupa’da kalıcı barışın ancak ülkelerin ekonomik çıkarlarını birleştirerek sağlanabileceğini öne sürdü. Bu bildiri, Avrupa Birliği’nin temel taşı kabul edildi. AB barışının temelinde ekonomik çıkar birlikteliği önemli yer tutar. Savaşın kaynakları olan kömür ve çelik üretiminin ortak bir otoriteye bağlanması, savaş ihtimalini azaltmak için stratejik bir adımdı. Ortak pazar ve gümrük birliğiyle işe başlandı. Bunları yazarken 1970’li yılların Türk sağının “Ortak Pazar milletime mezar” sloganı hâlâ trajikomik bir şekilde kulaklarımda çınlamaktadır.
Bugün Avrupa Birliği’nin saygın bir para birimi ve merkez bankası var. Onu ayakta tutan ise artık sadece ekonomik çıkarlar değil, Kopenhag Kriterleri ile özdeşleşen hukuk ve demokrasi değerleridir. Yıllar önce biz de Ankara Kriterleri’nden söz etmiştik ama ne yazık ki bu gerçekleşmedi.
SONUÇ
Pax Ottomana kavramı, Yeni Osmanlıcılık ya da yayılmacılık olarak görülmemeli. Bu model, farklı toplulukların barış içinde bir arada yaşadığı bir düzenin günümüzdeki izdüşümü olabilir. Geçmişin düzen fikri, bugünün krizlerine çözüm sunabilir. Ancak bu düzeni kurabilmek için önce Türkiye’nin kendisini hukuk devleti, güçlü kurumlar ve adaletle tanımlaması gerekir. Düzen kuramamanın alternatifi İsrail’in artık kontrolünde olan, kaos içinde olan atomize olmuş bir Ortadoğu’dur.
Ortadoğu’ya dönüşen değil, ancak Ortadoğu’yu dönüştüren hukukun üstünlüğü olan bir Türkiye; sınırların anlamını yitirdiği, güven ve refah temelli bir barış vizyonunun öncüsü olabilir.