PKK’nın güçlü sembollerle gerçekleştirdiği ve tarihe geçebilecek nitelikteki silah bırakma seremonisinden sonra, devlet cephesinden sürece dair bazı gelişmelerin hız kazanacağına dair beklenti oluştu. AK Parti kurmayları ve kurumsal yapısı da bu beklentiyi besler şekilde, Kızılcahamam kampının açılışında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “tarihi” mesajlar vereceğini ifade etti.
Bu “tarihi konuşma” beklentisi, kamuoyunda farklı biçimlerde yankılandı. En yaygın beklenti; siyasi düşünce temelli, adi ve yüz kızartıcı suçlar dışındaki mahkûmlar için genel bir af ilanıydı. KCK çevreleri ise Öcalan şahsında daha bütünlüklü bir af süreci beklentisindeydi. İktidara yakın bazı yorumcular bunu “yeni bir doğal kaynak keşfi” veya “savunma sanayi yatırımıyla” ilişkilendirdi. Ancak gerçekçi beklenti, silahsızlanma hamlesiyle paralel, çözüm sürecine dair tematik bir siyasi iradenin beyanı yönündeydi.
Sabah geç kalktım, ilk iş internet üzerinden gazetelerin manşetlerine göz gezdirdim. Erdoğan’ın konuşmasına dair ilk dikkatimi çeken manşet şuydu: “AK Parti, MHP ve DEM birlikte yürüyeceğiz.” Bu ifade ilk etapta beni karamsar bir değerlendirmeye itti. Zira bu türden bir söylem, “terörsüz Türkiye” vizyonunun halen kutuplaştırıcı bir siyaset çerçevesinde ele alındığını düşündürtüyordu.
Ardından sosyal medyada kısa bir tarama yaptım ve Ruşen Çakır’ın konuklarıyla yaptığı canlı yayında Erdoğan’ın konuşmasına dair yorumlarını dinledim. Konuklar benim kadar karamsar değildi; metnin zayıf oluşuna ve tematik eksikliğine rağmen, ideolojik yargılarının ardında saklı bir iyimserliğin izlerini taşıdıkları izlenimini bana veriyorlardı.
Bu yorumlara tamamen haksız diyemedim. Zira Erdoğan’ın güçlü liderlik profili ve geniş halk kesimlerini ikna etme becerisi, yapısal dönüşümler açısından her zaman önemli bir avantaj sundu. Ancak Erdoğan’ın geçmiş pratiği, uzun vadeli ideallerden çok kısa vadeli siyasi realizme meyilli olduğunu bizlere gösteriyor. Bunun örneklerini Gezi ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde görmüştük. O zaman yaşananlar, net bir biçimde çözüm sürecini sekteye uğratmıştı. Bu noktada, Kürt siyasi hareketinin zaman zaman sergilediği “ergen” tutumları ve PKK’nın süreçten anladığı egemenlik yanılgısı da sürecin rayından çıkmasında etkili olmuştu. Fakat bu yeni çözüm sürecinde Bahçeli’nin yöneten figür olarak öne çıktı, Erdoğan ise daha temkinli tavır sergiledi.
“Osmanlı projesi”
Taner Akçam, Çakır’ın programında Erdoğan’ın konuşmasında ortaya koyduğu vizyonu bir “Türk-İslam sentezi” ya da “Yeni Osmanlıcı” açılım olarak değerlendirdi ve buna karşı çıktığını söyledi. Ben ise bu yorumu dinlerken, Akçam’ın hâlâ 1915’te takılı kaldığını düşündüm. Fakat öte yandan, bu iddia bana Tom Barrack’ın Türkiye-Ortadoğu ilişkileri bağlamında öne sürdüğü “Osmanlı millet sistemi”ni hatırlattı. Bugünlerde Türk-Kürt-Arap ittifakına dair, ABD destekli sınırların anlamsızlaştığı yeni Osmanlı projesi üzerine çok sayıda yorum gündemde zaten.
Nihayetinde Erdoğan’ın konuşmasının tam kaydını baştan sona izledim. 2000’li yılların başlarındaki AK Parti toplantılarındaki atmosfer ve heyecan yeniden aklıma geldi. Hâlâ trenin dışında bırakılmamış bazı kurucu akil figürlerin ön sıralarda yer aldığını görmek dikkat çekiciydi. Konuşmanın içeriği, ilk manşetlerin verdiği izlenimin aksine, bence son derece makul tespitler ve dolaylı da olsa özeleştirileri de barındırmaktaydı. Kürt meselesine doğrudan atıflar, çözüm sürecine dönük temkinli ve kapsayıcı bir dil de mevcuttu.
Gülenist yapı ve Gezi olaylarına katılanlara ilişkin genel af beklentisi şimdilik boşa çıkmış görünüyor. Ancak Erdoğan’ın konuşmasında, Taner Akçam’ın işaret ettiği türden bir gelecek vizyonunun izlerini görmek mümkün. Taner Hoca doğruyu yakalamış.
“AK Parti, MHP ve DEM birlikte yürüyeceğiz” manşetinde atlanan detay ise belki de “şimdilik” ifadesiydi. Bu detay, kutuplaşmanın sürekliliğine değil, mevcut çözüm sürecinin herkesi içeren bir siyasi uzlaşıya yöneldiğine dair umut taşıyor. Erdoğan’ın konuşması retorik, her ne kadar popülist olsa da bu kez genel bir kapsayıcılık ve teşekkür dili içeriyordu.
Ortadoğu’nun yeni bir Osmanlı barışına ihtiyacı var
Bu noktada Erdoğan’ın ortaya koyduğu vizyonun daha fazla tartışılması gerekir. Türk-Kürt-Arap işbirliği söylemi, ümmet eksenli bir yaklaşımı çağrıştırıyor. Bu vizyon tarihsel ve yapısal referansları doğru oturtulmadığı sürece kavramsal bulanıklık üretme riski barındırıyor. Son 30 yılda kültürel popülizmin gölgesinde kalan kamusal tartışmalar, “emperyal ideal” dediğimiz kapsayıcı çoğulculuğu kavramayı zorlaştırıyor. Oysa klasik Osmanlı veya onun model aldığı Roma sisteminde, “öteki” hep sistemin bir parçasıydı. Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanmasında Türkiye merkezli bir vizyon ancak bu çoğulcu ve kapsayıcı anlayışla mümkün olabilir. Burada otoriter bir model güçlü merkez Türkiye değil de demokratik hukuk üstünlüğü olan bir merkez Türkiye, AB modeli işbirliği çerçevesinde Türkmen-Kürt-Arap ve öteki Ortadoğu halkları için model olmalıdır. Erdoğan’ın liderliği burada devreye girmelidir. Ortadoğu’nun popülist Neo Osmanlı’ya değil, yeni bir Osmanlı barışına ihtiyacı var.
Sonuç olarak; Erdoğan’ın konuşması, kimi eksikliklerine rağmen iyi niyetli, bütünleştirici ve ortak bir geleceğe dair çağrı niteliği taşıyor. Bu konuşmanın tarihsel bir anlam kazanıp kazanmayacağı ise Erdoğan’ın politik kaygıları aşarak, bu kapsayıcı vizyonu istikrar ve kararlılıkla sürdürüp sürdüremeyeceğine bağlı olacak. Muhalif aydınların ve istinasız tüm toplumun kendisinden tarihsel beklentisi bu yönde.