Suriye’de rejim değişikliğinin perde arkası bağlantıları ortaya çıkıyor

Toz duman dağıldıkça Suriye’deki rejim değişikliğinin görünenden daha karmaşık perde arkası bağlantıları da su yüzüne çıkıyor. Fotoğrafta Suudi Veliaht Prens Selman, Şara’yla el sıkışırken Trump onları izliyor. 14 Mayıs’ta Riyad’daki görüşme birazdan Erdoğan’ın telefonla katılmasıyla dörtlü nitelik kazanacak. Hiç bir fotoğrafta görülmeyen İngilizlerin süreçte etkili rol oynadığı anlaşılıyor.

2024 yılının Aralık ayında Suriye’deki rejim değişikliği, dünya kamuoyunu şaşırtacak kadar hızlı, on üç yıllık kanlı iç savaşa bakıldığında nispeten kansız ve dışarıdan bakıldığında oldukça düşük profilli bir biçimde gerçekleşti. Ahmed el Şara yönetimindeki Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) güçlerinin Beşar Esad’ın 8 Aralık’ta Rusya’ya kaçarak terk ettiği Baas rejiminin yerine geçmesi yalnızca Suriye merkezli iç dinamiklerle, yalnızca Türkiye’nin etkisiyle açıklanamayacak kadar karmaşık ve çok katmanlı bir sürecin ürünüydü. Şimdi, taşlar yerine oturdukça bu operasyonun perde arkasındaki başka aktör, strateji ve amaçlar daha net görünmeye başladı.

Planın gizli mimarları

Independent Arabia’da yer alan son iddiaya göre göre bu değişim, iki yıldan fazladır arka planda yürütülen bir diplomasi ve istihbarat operasyonunun ürünüydü. Operasyonun başlıca mimarları arasında Londra merkezli arabuluculuk kuruluşu Inter Mediate, eski ABD Şam Büyükelçisi Robert Ford, İngiltere’nin ulusal güvenlik danışmanı Jonathan Powell, Suudi istihbaratı ve ABD-İsrail ekseni yer aldı. Bu tesadüf değil; bilinçli, planlı ve aşamalı bir geçiş mühendisliğinin parçasıydı.

Tony Blair’in “Kabine şefi” olarak tanınan, Kuzey İrlanda barış sürecinin mimarı sayılan Jonathan Powell, bu kez Suriye meselesinde devletin atadığı “sivil arabulucu” olarak devredeydi. Son beş yılda, Robert Ford ile birlikte Şam rejiminin içinden ve çevresinden pek çok aktörle “arka kapı diplomasisi” yürüttü. Türkiye’deki diplomasi ve sivil toplum kanalları sürece destek sağladı.

Powell’in bu kez Londra’nın resmi ulusal güvenlik danışmanı (Esad devrilmeden altı gün önce bu göreve atandı) olarak sahada bulunması, İngiltere’nin Suriye politikasını dış müdahaleden çok, jeopolitik mimarlık çerçevesinde ele aldığını gösteriyor.

Riyad, Şam’ın siyasi ve mali hamisi

Ahmed Şara’nın ilk yurt dışı ziyareti için –Türkiye’den önce- Suudi Arabistan’ı  tercih etmesi, sembolik olmaktan öte anlamlar taşıyor. Bu adım, Körfez’in sadece maddi değil, siyasi meşruiyet sağlayan bir güç merkezi olarak öne çıktığını gösteriyor. Unutmayalım ki Suriye nihayetinde zengin kültürel ve tarihi mirası olan bir Arap ülkesi. Yeni rejim altında Suriye’de Türklerin etkili olduğu görüntüsü Arap dünyasında gurur kırıcı görülecekti. Özellikle 700 milyar dolara ihtiyaç duyulan Suriye’nin yeniden imarında, Körfez’in oynayacağı rol, yalnızca ekonomik değil, stratejik düzeyde belirleyici olacak.

ABD’de Joe Biden döneminde temelleri atılan ve Donald Trump döneminde olgunlaştırılan bu strateji, Powell’in koordinasyonunda şekillendi. Körfez fonlarının Suriye’ye yönelmesini mümkün kılacak şekilde yaptırımlar gevşetildi. Riyad ile Şam arasında enerji, altyapı ve bankacılık sektörlerine dair anlaşmalar hızla devreye sokuldu. Trump’ın son Riyad ziyaretinde “Veliaht ne istediyse verdik” sözleriyle duyurduğu anlaşmaların arka planında, Washington-Riyad hattının artık Suriye dosyasının yeni patronları olduğunu ilan ettiği açıkça görüldü.

Türkiye sahada güçlü, ya masada?

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), bu satrançta sessiz ama dikkatli bir oyuncu olarak konumlandı. Özellikle doğu Suriye’deki yeniden imar projelerine yatırım yapma isteği, Abu Dabi’nin diplomatik temkinliliği ekonomik girişimle birleştirmek istediğini gösteriyor. PYD kontrolündeki alanlara yatırım yapılması, Türkiye açısından hem diplomatik hem de güvenlik açısından yeni zorluklar doğurabilir.

Suriye krizinin başından bu yana en ağır bedeli ödeyen ülkelerin başında gelen Türkiye, hâlâ sahada etkin bir aktör. Zaten Körfez ülkelerinin mali kudreti, İngiltere’nin perde gerisi diplomatik ağırlığı, ABD ve İsrail’in askeri nüfuzuna rağmen, Riyad’daki dörtlü toplantının da gösterdiği üzere masada yeri olmasını da sahadaki ağırlığına borçlu.

PKK/PYD’nin statüsü, uluslararası çevrelerce “istikrar sağlayıcı unsur” olarak görülmeye başlandı. Fırat sularının paylaşımı çözülmemişken, bazı Suriye haritalarında Hatay’ın hala “geçici kayıp” olarak gösterilmesi, alarm verici. Bu ihtilaflı konular hemen çözüme bağlanmalı; ileride çok daha karmaşık hale gelebilir. İsrail’in Şam hava sahasında rahatça hareket etmesi, rejimin ise bu saldırılara karşı sessiz kalması, Türkiye’nin hem askeri caydırıcılığını hem de diplomatik etkisini tehdit ediyor.

Şam’ın dört ayaklı stratejisi

El-Şara liderliğindeki yeni rejim altında Suriye’nin dış politikasını dört ana eksene oturtması bekleniyor:

– Batı ile normalleşme ve yaptırımların kaldırılması

– Türkiye ile sahada pragmatik ve yapıcı bir iş birliği geliştirilmesi

– Körfez ülkeleriyle ekonomik ve diplomatik entegrasyonun artırılması

– İsrail ile birlikte yaşam koşullarının belirlenmesi

Bu strateji çerçevesinde, Rusya tamamen dışlanmış değil; “kontrollü mutabakat” süreci ile geçişe razı edildi. Ancak İran hem siyasi hem de askeri olarak ciddi biçimde resim dışına atılmış durumda. Tahran destekli vekil unsurlar da bölgede etkisizleştirildi ve sıradaki hedefin doğrudan İran olabileceği ihtimali ciddi biçimde tartışılıyor.

Rejimle jeopolitik denklem değişti

Bu geçiş, yalnızca Esad’ın iktidardan ayrılması anlamına gelmiyor. Aynı zamanda, Suriye üzerindeki ittifaklar, çıkar dengeleri ve güç merkezlerinin yeniden tanımlanması söz konusu. Türkiye, coğrafi olarak ne kadar önemli bir konumda olursa olsun, yeni dönemin kurgusunda belirleyici aktör olmaktan tedricen uzaklaşıyor, rol paylaşmak zorunda kalıyor gibi görünüyor. Artık Şam’da perde arkasında değil, doğrudan sahnede bir Riyad var.

Suriye dosyası, Türkiye için önümüzdeki on yıllarda da ulusal güvenliğin en öncelikli alanlarından biri olmaya devam edecek. Bu nedenle Ankara’nın artık daha sonuç alıcı, kurumsal kapasitesi güçlü ve tüm ana oyuncularla uluslararası koordinasyonu etkin bir vizyonla hareket etmesi gerekiyor. Sahadaki varlık, diplomatik masada stratejik bir akılla desteklenmedikçe, elde edilen kazanımlar kalıcı olmayabilir. Yeni Şam yönetimi, yeni riskler ve fırsatlar barındırıyor. Bunları iyi okumak, Türkiye’nin kaderini etkileyecek ölçekte önem taşıyor.