Erken seçime gidilmediği koşullarda 2028’e daha üç yıl var, senaryolar değişebilir ama Erdoğan sonrası Türkiye’de üç siyaset ekseni var.
Türkiye’nin ikinci yüzyılının ilk on yılı kader belirleyici olacak. Bu dönem yalnızca iktidarın el değiştirmesi değil; devletin yönetişim biçiminin, ekonominin işleyişinin, toplumsal uzlaşının ve ülkenin dünya sahnesindeki konumunun yeniden tanımlanacağı bir eşik niteliği taşıyor. Erdoğan sonrası Türkiye, çeyrek yüzyıldır alıştığı tek merkezli iktidar yapısından çıkarken, yeni dengeler ve ittifaklarla bambaşka bir siyasal manzaraya girebilir.
Bugün üç ana akım belirginleşiyor.
• Kan kaybettikçe Saadet ve Yeniden Refah ile “al gülüm ver gülüm” pazarlıklarla ayakta kalmaya çalışan AKP’nin İslamcı-muhafazakâr hattı.
• Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu liderliğinde moral bulan, merkezileşmeye çalışan ama önü de zaman zaman kesilmeye çalışılan CHP.
• Henüz tam şekillenmemiş ama giderek güçlenme potansiyeli taşıyan yeni sağ cephe.
AKP Cephesi
AKP, geniş sosyolojik tabanı ve çeyrek yüzyıllık birikimi nedeniyle sahneden bir anda silinmeyecek. Ancak Erdoğan sonrasında kaçınılmaz olarak liderlik mücadelesi, hizipleşme ve menfaat çatışmaları yaşanacak. Ekonomideki krizler, uzun iktidarın yorgunluğu ve genç kuşakların yeni talepleri, bu hareketin tek başına iktidar iddiasını zayıflatıyor. AKP’nin en gerçekçi senaryosu, Erdoğan sonrası dönemde kendisini dinlenmeye çekmesi ve Saadet ile Yeniden Refah’la ittifak ederek varlığını sürdürmesi. Ama bu artık tek başına iktidar dönemi olmayacak.
CHP Cephesi
CHP, Özel ve İmamoğlu’nun dinamizmiyle yeni bir merkez inşa etme gayretinde. Parti, klasik sol kimliğinin ötesine geçerek gençlerle, kentli orta sınıfla ve Kemal Kılıçdaroğlu döneminde başlatılan muhafazakâr kesimlere açılımı derinleştirmeye çalışıyor. Ancak tek başına iktidar için milliyetçi tabanla daha güçlü bir bağ kurmak zorunda. CHP’nin geleceği, bunu sosyal demokrat kimliğini kaybetmeden ne kadar dengeli yapabileceğine bağlı.
Milliyetçi Yeni Sağ
En kritik ve belirleyici hat ise yeni sağ cephe. Devlet Bahçeli liderliğinde MHP’nin Türk milliyetçiliğinin bayraktarlığını yeterince yapamaması, ülkücü tabanda hoşnutsuzluk yaratıyor. Parti, bağımsız milliyetçi bir vizyon yerine iktidarın sessiz ortağına dönüştü; kimi zaman da Cumhuriyet’in en kritik dönemlerinde aldığı beklenmedik kararlarla Amerikan çizgisine daha yakın bir izlenim verdi. Bu boşluk, yeni arayışları tetikliyor.
İYİ Parti’nin merkez sağa yakın kimliği, Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi’nin güvenlikçi söylemi, Yavuz Ağıralioğlu’nun Anahtar Partisinin dili, Bahçeli sonrası MHP’de olası liderlik değişimi ve DEVA–Gelecek’in muhafazakâr demokrat mirası birleşirse yüzde 25’e yaklaşan güçlü bir blok doğabilir. Bu yalnızca bir seçim başarısı değil, Türkiye’nin siyasal dengelerini yeniden kuracak bir kaldıraç anlamına gelir.
Böylesi bir yeni sağ cephe, Türk milliyetçiliğini yeniden ayağa kaldırmanın ötesinde, merkez sağın dağılmış parçalarını da toparlayabilir. Ancak bunun gerçekleşmesi kişisel rekabetlerin aşılmasına ve kapsayıcı bir ortak vizyon üretilmesine bağlı. Seçmen, güven vermeyen parçalı yapılardan ziyade istikrarlı ve güvenilir bir merkez arıyor.
CHP+Yeni Sağ?
Bugün itibarıyla en gerçekçi iktidar senaryosu, CHP ile yeni sağ cephenin kuracağı yumuşak geçiş modeli görünüyor. Bu, kırılgan bir koalisyon değil; güç paylaşımı ve dışarıdan destek üzerine kurulu, dengeye dayalı bir formül olabilir. CHP demokratik meşruiyet ve şehirli tabanı temsil ederken, yeni sağ cephe muhafazakâr demokrat ve milliyetçi seçmeni sisteme bağlayabilir. Böylece tek adam yönetiminden çıkış, istikrarsızlığa düşmeden mümkün hale gelir.
Ekonomi bu senaryonun kalbinde yer alıyor. Yatırımcı güveninin yeniden tesisi, bağımsız kurumların güçlendirilmesi, öngörülebilir maliye ve para politikaları, hukukun üstünlüğü ve liyakat ilkelerinin hayata geçirilmesi iş dünyası için olmazsa olmazdır. CHP ile yeni sağ cephenin ortak zemini, bu alanlarda güven veren bir vizyon ortaya koyabilirse kalıcı olabilir. Aksi halde günü kurtarmaya dönük ittifaklar, Türkiye’yi yeni krizlere sürükler.
Yol Ayrımına Doğru
2028’e doğru gidişat aslında bugünden okunabiliyor. Eğer CHP ve yeni sağ cephe akıllı bir stratejiyle buluşursa, Türkiye yeniden yatırım çeken, üretim ve ihracatta ivme kazanan, gençlerini sisteme bağlayan bir ülke olabilir. Tersi durumda parçalanmış muhalefet, otoriter refleksler ve ekonomik dar boğazların gölgesinde kalmaya devam ederiz.
Siyasetin doğası gereği senaryolar elbette değişebilir. Önümüzde en az üç yıl var; erken seçim olmadığı sürece bugünkü denklemler defalarca yeniden kurulacak. AKP içinden beklenmedik bir lider çıkabilir, DEVA ve Gelecek yeniden güç toplayabilir, Zafer Partisi gibi keskin söylemler seçmen nezdinde daha fazla karşılık bulabilir. Hiçbir tablo mutlak değil.
Erdoğan Sonrası Türkiye
Ancak görünen köy kılavuz istemez. Erdoğan sonrası Türkiye, bu üç ana akımın dengesiyle yönetilecek. Kritik olan, bu dengenin öngörülebilirlik ve güven üretip üretemeyeceği. Eğer üretirse, Türkiye ikinci yüzyılına yalnızca siyasal değil, ekonomik açıdan da güçlü bir başlangıç yapar. Sermaye akışı hızlanır, yabancı yatırım geri döner, Anadolu’daki KOBİ’ler için sürdürülebilir bir rekabet ortamı doğar. Eğer üretilemezse, ülkenin önü belirsizlik ve istikrarsızlıkla dolu olur.
Türkiye’nin kaderi, AKP’nin yorgunluğunu nasıl yöneteceğine, CHP’nin ne kadar kapsayıcı olabileceğine ve yeni sağ cephenin kişisel hırsları aşıp gerçek bir vizyon inşa edip edemeyeceğine bağlı. En akla yakın senaryo, iktidar bayrağının CHP ve yeni sağ cephenin ortaklaşa kuracağı taze bir dengeye devredilmesidir. Bu yalnızca siyasal değil, ekonomik bir yeniden doğuşun da anahtarı olabilir.
Unutmayalım: Milliyetçiliğin kaderi aslında Türkiye’nin kaderidir.