İstanbul’daki Ukrayna-Rusya görüşmeleri, Suriye’nin geleceği üzerine Türkiye’nin rolü ve PKK sorununa çözüm, eş zamanlı bir diplomasi fırtınası görünümünde.
Rusya-Ukrayna görüşmeleri Türkiye’nin ev sahipliğinde, ABD’nin de katkısıyla İstanbul’da yapılıyor. Böylece 2022’de savaşın başlaması ardından iki ülke arasında yapılan iki görüşme ardından üçüncüsüne de Türkiye’nin arabuluculuğu ile gerçekleşiyor.
Bir başka açıdan baktığımızda modern tarihte eşine az rastlanır bir görünümle karşı karşıyayız. Gelişmeler Rusya-Ukrayna, Suriye ve Kürt sorunu konularında eş zamanlı diplomatik çözüm gayreti olarak yorumlanabilir. Çözüm elbette kolay gelmeyecektir ama son birkaç günde hızlanan birkaç aylık süre içinde bu üç alanda da önemli ilerleme sağlandığı görülebiliyor.
Bu süreçte ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile birlikte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da başrollerde.
Bu eş zamanlı diplomasi hamlesi tutarsa Türkiye kuzeyindeki Rusya-Ukrayna, güneyindeki Suriye ve PKK sorunlarını eşzamanlı olarak hafifletecek. Rusya toprak, sanayi altyapısı ve iş gücü kazancı yanı sıra savaş ekonomisinden kurtulmuş, ABD’de Avrupa-Ortadoğu yüklerini, üstelik onlara ödeterek hafifletmiş olacak. Ukrayna ise ne yazık ki en büyük kaybeden durumunda, tek kazancı daha fazla kaybetmemek sayılacak.
Trump cephesi
Trump, kendi iç politikası bakımından Demokrat iktidarlar (Barack Obama ve Joe Biden) döneminde içinden çıkılmaz hale getirilen Ukrayna ve Suriye meselesini, ikinci başkanlık döneminde, geleneksel diplomasiyi sarsan kendi yöntemleriyle çözmeye çalışıyor.
Aslında böylece ABD üzerinde “eski dünyanın”, Avrupa-Ortadoğu coğrafyasının yükünü azaltıp içeriye ve Çin’le ticaret mücadelesine yoğunlaşmak istiyor. Avrupa ve Ortadoğu coğrafyasındaki bütün operasyonlarının maliyetini de İran korkusuyla titreyen Arap ülkelerine fatura ediyor: 13-16 Mayıs arası Suudi Arabistan, BAE ve Katar turunun ABD ekonomisine net katkısı 4 trilyon dolar, yapılan anlaşmaların toplam hacmi ise 10 trilyon doları buluyor.
Trump, ABD açısından “kaybedilmesinde” ilk başkanlık döneminde kendi payının da bulunduğu Türkiye’yi Erdoğan üzerinden yeniden “kazanmak” da istiyor. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz politikasının yalnızca İsrail çıkarlarını korumaya, özellikle de kendisine ne yapması gerektiğini dikte etmeye çalışan Binyamin Netanyahu’yu dinlemeye bağlamak istemiyor. Yeni Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın Senato’da vurguladığı gibi, işin İran, Kafkaslar, Çin ve Afrika boyutları da var.
Putin cephesi
Putin, alacağını aldı: Kırım ve Kırım’la Rusya Federasyonu’nun karasal birliğini topraklarına kattı. Oradan çıkarılması zor ki Avrupa Birliğinin Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’ye -Ukrayna’yı çok sevdiklerinden değil kendi çıkarları gereği- desteğine rağmen Trump da bunu kabul etmiş görünüyor. Ama savaş ekonomisi pahalıya patlamaya başladı.
Erdoğan, 15 Mayıs’ta İstanbul’da yeniden başlaması öngörülen Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine Putin’in gelip gelmeyeceğini beklerken, Putin önemli bir iç politika hamlesi yaptı: güçlü Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Oleg Salyukov’u görevden aldı. Kremlin şahinlerinden, “Sloviki” üyesi Salyukov 2014’te Kırım’ın işgal ve İlhakından bu yana görevdeydi; Suriye operasyonu ve Ukrayna’nın işgali harekâtını da yönetiyordu. Salyukov, geçen hafta 9 Mayıs Zafer Gününde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in de katılımı ABD ve AB’ye Ukrayna uyarısı sayılan törenlerin de sorumlu subayıydı. Bunun bir darbe girişiminin bastırılması olup olmadığını şu anda bilmek mümkün değil.
Putin’in bu kararı İstanbul toplantılarına diplomat, asker ve istihbaratçılardan oluşan güçlü bir heyetle katılma kararıyla aynı gün alması arada bağlantı olabileceğini gösteriyor.
Erdoğan cephesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’ın Ortadoğu tutunun ilk durağında, Suudi Arabistan’daki Suriye’nin geleceği üzerine dörtlü toplantıya katılımı Türkiye’nin bölge politikalarındaki yerini dosta düşmana gösterdi. Ertesi gün, 14 Mayıs’ta Rusya-Ukrayna toplantısının 15 Mayıs’ta İstanbul’da yapılacağı kesinleşmişti. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ve -Riyad’dan gelen- ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio Antalya’da NATO Dışişleri Bakanları toplantısındaydı. Trump, “Putin gelirse bende İstanbul’a gelirim” demişti.
Zelenski Ankara’ya gelmişti ama Ukrayna’nın Putin’in gelmeyeceği toplantıya gelmesi kesin değildi. Erdoğan ve Zelenski 2 saat 45 dakikayı bulan uzun bir görüşme yaptı. Sonunda Zelenski, Erdoğan ve Trump’ın ısrarı üzerine 16 Mayıs’a, yani bugüne alınan toplantıya Ukrayna heyetinin de katılacağını açıkladı.
İlerleyen saatlerde İstanbul’da Rus heyetinin başı, Putin’in danışmanı Vladimir Medinski’yle görüşecek olan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, o sırada Antalya’da Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani ile üçlü görüşme yapıyordu.
“Terörsüz Türkiye” bağlantısı
İki gün önceki dörtlü görüşmede Trump’ın Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’ya, yaptırımları kaldırma karşılığında bütün “yabancı savaşçıları” ülkeden çıkarma ve PKK’yla bağlantılı YPG-SDG tarafından korunması ABD desteğine gerekçe yapılan DEAŞ tutuklu kamplarının yönetimini Şam’ın devralmasını istediği biliniyordu. Erdoğan bunun üzerine, Şara isterse, Türkiye’nin bu kampların idare ve güvenliğini üstlenebileceğini söylemişti.
Fidan’ın aynı gün, PKK karlarına rağmen Suriye’deki PKK örgütlenmesinin, YPG’nin askeri yapısının “çözülmesi” konusunda hiçbir adım atılmadığını açıkladı. Konunun Rubio ve Şeybani ile konuşulduğu anlaşılıyordu.
Irak’ın Kandil Dağlarındaki PKK yönetiminin, bu süreç Putin’in 11 Mayıs’ta Ukrayna ile İstanbul’da görüşebileceklerini söyleyerek başlatmasından bir gün sonra 12 Mayıs’ta “silahlı mücadeleye son” ve “kendini fesih” kararını açıklaması bu diplomatik fırtınanın Ankara tarafından daha kolay yönetilmesini sağlıyor.
Yeni nesil diplomasi
Bu diplomatik fırtına Rusya-Ukrayna, Suriye ve PKK’nın silahsızlandırılması yoluyla Türkiye’deki Kürt sorununa siyasi çözüm konularını irtibatlandırıyor.
Bu süreçte ABD’nin de (trump’ın Ortadoğu Temsilcisi Steve Witkkoff tarafından dolaşıma sokulan) Hamas’ın silahsızlandırılması yoluyla Filistin siyasetine katılması fikri de Türkiye’yi bir şekilde kapsama alanına alıyor. Bu fikir Filistinlileri Gazze’den askeri yolla çıkarma niyetindeki Netanyahu’yu rahatsız etmekle kalmıyor, ikinci plana itiyor.
Rusya-Ukrayna görüşmelerinde ilerleme sağlanması, Trump’ın ABD yönetimi almasıyla boyut atlayan, askeri tehdidi öne çıkarmadan hissettirip ortak çıkar odaklı diplomasiyi öne çıkaran ve Erdoğan’ın da son Dışişlerinde Fidan dönemiyle izlemeye başladığı yeni nesil diplomasi açısından bir sınav da olacak.
Türkiye’nin bu süreçten en büyük kazancı PKK’nın silahsızlandırılması yoluyla Kürt sorununa siyasi çözüm olacaktır. Erdoğan’ın bu süreçte Anayasanın ilk dört maddesi gibi, Lozan Anlaşması gibi, aslında “Terörsüz Türkiye” hedefine tereddütsüz destek verecek laik demokratlara AK Parti bünyesinden gelen itici çıkışları dengelemesi ve içeride siyasi rekabet ve hukuk devleti ihlallerini durdurması Türkiye’nin iç barışı açısından da gerekli görünüyor.