Örgütün silah bırakma açıklaması, Türkiye için bir devrin kapanmasına ve siyasetin normalleşmesine dair işaretler taşıyor.
1970’lerin ortalarından bu yana Kürt çatışmasında yaşanan kayıplar ortada. Bu çatışmanın ülke siyasetine ve demokrasisine çıkardığı fatura da öyle. Sadece son 10 yıl özellikle bu bakımdan korkunç bir bilanço içerir. Dış politikasının militerleşmesi, güvenlik ideolojisinin hükümranlığı, temsili demokrasinin özünü bozan kayyum uygulamaları, ölçüsüz terör yasaları, siyasi tutuklamalar ve keyfilikler, (FETÖ ve) “Kürt tehdidi” üzerinden dile getirildi ve gerekçelendirildi. Otoriter bir düzen buradan hareketle yapılandı. Muhafazakar-asker-milliyetçi kutsal ittifakı, bu tehdit algısı mümkün kıldı.
Barış süreci nasıl ilerleyecek, henüz bilmiyoruz, ancak başlangıçlar umut vericidir.
Özellikle silahın susması son derece kritiktir.
Umut beslemeye, demokrasi istikametinde düş kurmaya, düşlere bir adım yaklaşmaya işaret eder. Silahın susması, devletin, Kürtlerin siyaset yapması önündeki engelleri kaldırması, yasal düzenlemelerle Kürt taleplerinin karşılanması, Türk-Kürt ortalığının toplumsal yeni ruh halini tanımlaması bu düşler arasındadır.
Bunlar, yılların, en azından son 10 yılın öyküsü karşısında muhtemel bir kopuşu, en en azından bir kopuş fırsatını ve arayışını ifade ederler. Kürt meselesini çözmüş bir Türkiye’nin zaman içinde demokratik toplum istikametinde yükselmesi doğal istikamet olur.
Ama bu sadece bir başlangıç….
Devamı siyaset, çaba ve irade gerektirir. Bu nedenle aklı selim sahibi herkesin, korkularını, kayıtlarını bir kenara koyarak bu sürece destek olması gerekir.
Gelin görün ki, PKK’nın kongre kararını ilan ettiği bildiri, kimi çevrelerde, bir dizi “garip” tartışma yarattı. Lozan tartışması bunların başında geliyor.
Bir alan temizliği yapmak lazım.
PKK’nın bildirisi esas olarak iki hususun altını çiziyordu: Silah bırakmak ve siyaset yapmak…
Ayrıca bu bağlamda, yerleşik Kürt siyasi belleğine de göndermeler yapıyordu Türk milleti tanımını ilk kez resmileştiren ve Kürtlerin kendilerini dışlanmış hissettikleri 1924 Anayasası ve Osmanlı’nın Kürt nüfusunu üç ayrı ülkeye bölmesiyle Kürtler bakımından bir travmayı ifade eden Lozan anlaşması, bu belleğin referansları arasında yer alıyor, hatta isyanların, silahlı mücadelelerin gerekçeleri olarak tanımlanıyordu.
Ne var ki, geleceği tanımlayan ne Lozan ne 1924 öncesine geri dönüştü.
Bildiride gelecek ve siyaset referansı, “demokratik Cumhuriyet ve ortak vatan”dı. Lozan ve 1924 dünü bölünme ve yok sayılmayı ifade ederken, yarını demokrasi, vatan ve bir aradalık tanımlıyordu.
Olanı, barışı ve dünyayı anlamak için, siyaset yapmak meselesinin en az silah bırakmak kadar önemli olduğunu kavramak hayatidir.
Kürt hareketi, sadece silahı bıraktığını, bundan böyle siyaset üzerinden mücadale edeceğini ve hedefinin demokratik Türk-Kürt birlikteliği olduğunu söylüyordu. Birliktelik, toplumsal farklıların hemhal olması kadar, kimlik ve haklarına sahip çıkmasıyla tanımlanır. Kürtlerin de taleplerinden vazgeçmedikleri, bunun müçadelesini siyaset üzerinden yapacakları söyleniyordu bildiride.
PKK’nın bildirisine verilen tepkinin temelinde de esasen bu siyaset meselesi yatıyor. Lozan bunun bir bahanesi…
Türkiye’de bir kesim Kürt siyasi hareketinin bir anlamda buharlaşmasını, yok olmasını o denli umuyor, hayal ediyor, bekliyor ki, örgüt ya da Kürtler tarafından gelen her türlü siyaset iması ya da işareti tedirginlik ve rahatsızlık yaratıyor. Bu çerçevede akıllar barış sürecinin çözüm değil, sorun getireceğine gidiyor. En ılıman yaklaşım bile “şu olur, bu olmaz” diyerek siyasete kayıt koymaya çalışıyor.
Kürt sorunu bu ülkede kangrene çeviren bu bakış açısıdır.
Umarım bu kez değişim fikri galebe çalar, devlet ve örgüt bunun gereklerini yerine getirir.
Bir söz de CHP’ye…
Tarih dışı kalmayın… Demokrasiye dönüş, eğer mümkün olursa, buradan başlayacaktır. Bunu taşımanın yollarını bulun…