Seçmen siyasetten bıktı: “Kim benim için kavga edecek?”

Siyasi ilgimizi 2023 seçimleriyle büyük ölçüde tükettik. 2024 seçimleri, sandık gününe haftalar kala, hala tam olarak seçmenin ilgisini çekemiyor. Mantığın sesi, bu ülkede yerel seçimlerin etkilerinin hiçbir zaman tümüyle “yerel” kalmayacağını, bilhassa İstanbul seçimlerinin genel siyaseti ne denli etkileyeceğini söyleyip dursa da seçmen kalbinde bunu tam da bu önemde hissetmiyor. Seçmenin önemli bir kısmı, 2023 seçimlerinden bu yana siyasetle takip mesafesini epey açmış görünüyor.

Hem iktidar hem muhalefet seçmeni siyasete ilgisiz

Daha önce Ekim ayında Reform Enstitüsü ile yaptığımız niceliksel çalışmada 2023 seçimleri sonrası akut biçimde ortaya çıkan seçmen apatisinin, yani siyasi ilgisizliğin, eriştiği boyuta dikkat çekmiştik. İstanbul’da yapılan bu çalışmada neredeyse 3 seçmenden biri ya sandığa gitmeyeceğini ya da kime vereceğini bilmediğini söylüyordu. Hem iktidar hem muhalefet seçmeni siyasi ilgi kaybından mustarip. Bu oran elbette seçime doğru düşecekti. Ama yine de o kadar çarpıcı bir seviyedeydi ki etkilerinin yok olmayacağını tahmin edebiliyorduk.

Aradan zaman geçti. CHP kurultayında bir lider değişikliği oldu. Diğer yandan, muhalefet ittifakı dağıldı. İktidar politikalarında başta ekonomi alanında olmak üzere “normalleşme” yönünde bazı değişiklikler oldu fakat vatandaşın hissettiği ekonomik sorunlar da devam etti. İktidar ittifakı ana hatlarıyla devam etse de Yeniden Refah Partisi ayrı aday çıkarma kararı aldı. Nihayet belki hepsinden önemli olarak seçim tarihi yaklaştı.

Tüm bunlar seçmen apatisini nasıl etkiledi? Seçime kısa süre hala seçmenin siyasi ilgisi ne seviyede ve ne yönde?

Şubat ayında İstanPol ile yürüttüğümüz siyasi ilgisizlik çalışmasında, bu kez niteliksel bir yaklaşımla bu sorulara ve daha fazlasına cevap aradık.

İlgisiz seçmenin güçsüzlük algısı

Araştırmanın detayları önümüzdeki günlerde yayınlanacak raporda mevcut olacak. Fakat bir “spoiler” vermek gerekirse bana göre araştırmanın, 2024 seçimleri çerçevesinde, en önemli bulgusu, seçimlere haftalar kala hala dikkat çekecek derecede yüksek seyreden seçmen apatisinin, yahut ilgisizliğinin, ardında yatan ve pek de geçici görünmeyen derin “güçsüzlük” algısı ve bu algının siyasi tercihlere yansıması. Araştırma ortaya koyuyor ki, bu seçmen profilinin siyasi tercihinde, yarışan adayların sunduğu siyasi içerikten daha fazla olarak, hangi adayın daha “güçlü” göründüğü belirleyici oluyor.

Bu yüzden de seçmenin güçsüzlük algısını ve apatetik tutumlarını, sadece sandığa gidip gitmemesini belirleyecek etkenler olarak düşünmek yanıltıcı olur. Çünkü, evet, seçmen apatetik tutumlarına rağmen sandığa gidebilir, fakat ortadan kaybolmayan bu duygular mutlaka kendini seçmenin tercihlerinde gösterir. Sandığa bu şekilde gönülsüz ve coşkusuz gidiş, seçmeni belli türden tercihler yapmaya iter.

Peki nedir bunlar?

Seçmen siyasi içeriktense siyasi performansa ilgi gösteriyor

Araştırmanın ortaya koyduğu üzere, seçmen, adayların vaatleriyle uzun uzadıya ilgilenmiyor. Adayların söylemlerinin siyasi içeriğiyle de ilgilenmiyor. Seçmenin ilgisini olsa olsa siyasetin performatif kısmı çekebiliyor. Yani, adayların “ne” söylediklerindense “nasıl” söyledikleri, kendilerini sahnede yahut sahada nasıl taşıdıkları, nasıl göründükleri, ne kadar dayanıklı durdukları, ne kadar becerikli yahut kıvrak zekalı oldukları ilgi uyandırıyor. Bütün bunlara bakarak ise seçmen aslında bir tek temel sorunun cevabını arıyor: hangisi benim için daha iyi kavga edebilir?

Bunun sebebi şu: Seçmen kendini içten içe o kadar güçsüz ve etkisiz, siyaseti o kadar karmaşık ve öngörülemez, siyasi kurum ve aktörleri ise o kadar güvenilmez görüyor ki, siyaseti çözüp şekillendirmek için uğraşmayı, buna emek ve zaman harcamayı boşa gidecek bir yatırım olarak görüyor. Bu yüzden de mevcut şartlar altında yapabileceği en “akıllıca” işin, en güvendiği ve en güçlü gördüğü lideri seçip onun arkasında durmak ve onun kendisi için karar vermesine, siyasetin “kötüleriyle” onun yerine kavga etmesine izin vermek olduğunu düşünüyor.

Bu arayış kimi koltuğa taşıyacak?

2023 seçimlerinde Erdoğan’ın bu işi Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi yapacağını düşünen seçmen, tüm şikayetlerine rağmen tercihini Erdoğan’dan yana kullandı. Kılıçdaroğlu, belki içgüdüsel bir şekilde, belki danışmanlarının geri bildirimiyle bunu son aşamada farkedip, ikinci tura masayı, göğsünü yumruklayan görüntülerle çıktı. Fakat bu tuhaf performans sahici bulunmadı ve satın alınmadı. Tersine, onda olmayanın büsbütün altının çizilmesine yol açtı.

Peki bu arayış 2024 seçimlerinde kimleri koltuğa taşıyacak? Araştırmamızın odaklandığı İstanbul seçimlerinden örnek verelim.

Oyu çoktan belli olan ideologları bir kenara bırakır, gerçekten bir “seçim” yapacak olan seçmenlere baktığımızda diyebiliriz ki, Murat Kurum’a oy verenler, onu, arkasında bulunan Erdoğan’ın gücünden ötürü tercih ediyorlar. Bu seçmenler aslında ne Erdoğan, ne AKP, ne de Kurum konusunda bir büyülenme içindeler. Fakat iktidarın “merkez-yerel işbirliği olmazsa hizmet aksar” söyleminden etkilenmiş durumdalar.

“Seçmen kendisi için kavga edebilecek lider arıyor”

İmamoğlu’nu tercih eden seçmen ise aradığı gücü doğrudan İmamoğlu’nda, onun şahsında, sözlerinde, bedeninde gördüğü için onun safında bulunan seçmen. İmamoğlu, 2019’da Erdoğan’a karşı meydan okuyuşuyla artık sahada Erdoğan’dan başka bir savaşcı daha olduğunu ve bundan böyle arkasına dizilenler için bu yolda ne kavga vermek gerekiyorsa vereceğini vaat etti. Ceketini çıkarıp gömleğinin kollarını sıvadığı görüntü seçmeni tam da bu sembolizm sebebiyle heyecanlandırdı. Bugün yalnız Türkiye’de değil dünyanın pek çok yerinde seçmen kendine “diplomatik” bir figür değil, onun için gömleğinin kollarını sıvayıp kavga edebilecek birini arıyor çünkü.

Muhalefetin daha önce zaman zaman dile getirdiği “engellendik” söylemi, İmamoğlu’nun bu güçlü imajını sarsar gibi olmuş, bir kısım seçmene “madem öyle, ben de engellenmeyecek olanın arkasında konum alayım” dedirtmişti. Bu söylem son zamanlarda dengelenmiş görünüyor. Nitekim İmamoğlu’nun geçtiğimiz gün bir TV programında bu konuyla ilgili sarf ettiği “evet engeller çıktı, ama biz o bileği çok defa büktük” şeklindeki cümleleri ise tam da bu duyguyu dönüştürmeyi hedefler gibi görünüyor.

Üçüncü partilere yönelimi artırıyor

Söz konusu apatetik tutumların bir başka siyasi sonucu da üçüncü partilere yönelim olabiliyor. Yeniden Refah Partisi, İYİ Parti yahut Zafer Partisi gibi partilerin adaylarına oy veren seçmenler, oy verdikleri adaya seçim kazandırtamayacaklarını pekâlâ biliyorlar. Bu durumda bu oy tercihini yapmalarında bir numaralı neden, “kimin kazandığı çok da fark etmez” şeklinde bir inancı paylaşmaları. ,

2024 seçimlerine, 2023’teki gibi bir kutuplaşma ortamında girmiyor olmamız, yani, bu kez seçimlerin ne bir “beka sorunu” ne de bir “kader seçimi” olarak görülmemesi, seçmenlerin siyasi ilgisini de onların iki büyük adaydan biri etrafına toplaşma motivasyonlarını da azaltıyor.

İmamoğlu bu dezavantajlı yarışı -2019 seçimlerinden farklı olarak- kendisi ve Erdoğan arasında bir yarış olarak tanımlayarak ve dolayısıyla muhalif seçmenin konuya ilgisini ve tansiyonunu yükselterek gidermeye çalışıyor. Erdoğan ise hem Erdoğan karşıtlığının muhalif seçmeni konsolide etmesine ve CHP adayları çevresinde toplaşmasına engel olmak, hem de kendi seçmeninin YRP gibi üçüncü partilere yöneltmesine mâni olmak için, “bu benim son seçimim” söylemini masaya koyuyor.

Seçime iki hafta kaldı. Seçimler İstanbul seçimlerinden ibaret olmasa da sonuçları itibarıyla en kritik olan da şüphe yok ki İstanbul seçimleri.

Öyle görünüyor ki, eğer İstanbul’da İmamoğlu kazanırsa Türkiye siyaseti tam da “zamanın ruhuna” uygun, kolları sıvalı, ve Bonnie Tyler’ın meşhur şarkısında söylediği gibi “kavgadan yeni çıkmış” (fresh from the fight) bir lider kazanacak. Kurum kazanırsa, Erdoğan yorgun bir savaşçı olarak artık ne kadar devam edebilirse o kadar daha devam edecek.