Kısa bir özet verelim: Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bütçesini ve rüşvet, tehdit, şantaj ile elde edilen gayri meşru geliri CHP’yi kurgulamak ve kendisini Cumhurbaşkanı adayı yaptırmak için kullandı. Elindeki parayla CHP’nin üzerine karabasan gibi çöktü. Kemal Kılıçdaroğlu’nu genel başkanlıktan uzaklaştırdı, Özgür Özel’i CHP’ye genel başkan yaptırdı. CHP içinden yapılan şikayetler ve tanıklıklarla İmamoğlu hakkında soruşturma açıldı, tutuklandı.
Bu arada, CHP’nin İstanbul İl Kurultayı ve 38. Olağan Kurultayı’nın da şaibeli olduğu, yargı tarafından bu kurultayların da iptal edilerek CHP’ye kayyım atanacağı söylentileri üzerine Özgür Özel Olağanüstü Kurultay çağrısı yaptı.
Özgür Özel, kurultay çağrısı yaptığı andan dün kurultayda seçilinceye kadar sert, kutuplaştırıcı, gerginliği artıran bir politika izledi. Kurultay’da tekrar seçilerek rüştünü ispat etmek, İmamoğlu’nun parası ve gölgesi olmadan da seçilebileceğini göstermek, koltuğunu korumak istiyordu. Gençleri sokağa döküp polisle çatıştırdı. Tabanı konsolide edebilmek için kışkırtıcı eylemlere başvurdu. Başarılı da oldu. Duygusal havanın etkisiyle karşısına rakip çıkmadı, seçime tek başına girdi ve delegelerin oyunu aldı.
CHP’nin de Özgür Özel’in de bu kurultayla şimdilik rahatladıklarını söylemek mümkün. CHP üzerindeki İmamoğlu vesayeti ortadan kalktı. CHP’nin Cumhurbaşkanı adayının artık Özgür Özel olduğunu söyleyebiliriz. İmamoğlu meselesi ise kapandı. Kısa süre içinde İmamoğlu’nu CHP’liler bile hatırlamayacak, hatırlasalar bile sadece yolsuzluk, hırsızlık iddialarıyla anacaklardır. İmamoğlu’nun Silivri’ye girmesini en çok CHP’liler istiyordu, çıkmasından ise en çok yine CHP’liler rahatsız olacaktır.
Ancak Özgür Özel’in önünde de dikensiz gül bahçesi yok.
CHP içi muhalefet pes etmeyecek, tartışmalar, kavgalar sürecektir.
Daha da önemlisi, eğer yargı 38. Olağan Kurultay’la ilgili “iptal” kararı verir ve CHP’ye kayyım atarsa, Özgür Özel’in genel başkanlığı da, dün yapılan kurultay da geçersiz olacaktır. İşte o zaman CHP içi muhalefet harekete geçecek, yeni ve zorlu bir kurultay süreci başlayacaktır.
Her şey bir tiyatrodan, kumpanyadan ibaretti, dün son sahnesi perdelendi. Şimdilik.
BİTMEYEN KİBİR
Dünkü Kurultay konuşmasında Özgür Özel şu ifadeleri kullandı: “CHP, istese tek parti olarak devam edecekken demokratik seçimlerle ülkeyi tanıştıran partidir.”
Hani bize “bir bitmedi mağduriyetiniz” diyorlar ya; evet bitmedi, çünkü sizin kibriniz bitmedi.
100 yıldır milletten kusursuz, sorgusuz, sualsiz tam bir itaat, iman ve ibadet bekliyorlar: “Her şeyi biz yaptık. Biz yoktan var ettik. Olmasaydık olmazdınız. Ülkenin mülkü, anahtarı bizde, tapusu bizim üzerimizde. Demokrasiyi, sandığı, özgürlüğü hep biz verdik size. Lütfettik. Hatta bizim sayemizde et yiyebildiniz. Biz olmasaydık isimleriniz Yorgo olurdu. Nankörsünüz nankör!”
Bu yersiz ve temelsiz kibir tükenmedikçe Türkiye’ye huzur gelmeyecek; neyse ki artık çok azlar.
Yeri gelmişken, son yazımda bahsettiğim “Anadolu” kavramı siyasi bir tabanı değil, işte tam olarak bu Kemalist/CHP kibri karşısında direnenleri kastediyor.
Bu arada İsmet İnönü çok partili hayata keyfinden değil, mecbur olduğu için geçti. Bu da ayrı bir bahis.
Halifesiz günler
Dün Yeni Şafak’ın sürmanşetinde Dünya Müslüman Alimler Birliği’nin fetvası vardı: “Gazze’deki soykırım karşısında cihat bütün Müslümanlara farzdır!”
Fetva önemli ama bir karşılık bulacak mı? Maalesef hayır. İsrail Mekke’yi işgal edip Kâbe-i Muazzama’yı yıksa, en fazla birkaç gün kitlesel protesto olur, bir de İslam Konferansı Örgütü vs. toplanıp “şiddetle” kınama yaparlar. O derece bir vurdumduymazlık, o derece bir aymazlık…
Başımıza ne geldiyse halifesizlikten geliyor.
Hilafet eski haliyle geri gelmez ama Dünya Müslüman Alimler Birliği gibi bir şuranın hilafet makamı gibi konumlandırılması mümkün olabilir. Neden olmasın?