Terörü bitirmek ve Türk-Kürt kardeşliğini yeniden tesis etmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Bahçeli çok büyük siyasi risk aldılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçmişte, “siyasi hayatıma mal olsa bile bu sorunu çözeceğim” demişti. En son Kızılcahamam konuşmasında, “Terörsüz Türkiye için canımızı, kanımızı, bütün tecrübemizi, bütün hayatımızı ortaya koyduk” ifadelerini kullandı.
Devlet Bahçeli’nin aldığı risk çok daha büyük: Daha işin başında “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun” diyerek en üst perdeden çağrı yapmış, kapıları ardına kadar açmıştı.
İşler iyi gidiyor. Öcalan’ın çağrısıyla terör örgütü kendisini feshettiğini duyurdu; sembolik bir törenle silahlarını yaktı. Uzun zamandır terör örgütüyle çatışma yaşanmıyor. TBMM’de bir komisyon kuruldu ve çalışmalara başladı. DEM Parti son derece uyumlu şekilde sürece destek veriyor. CHP’nin de komisyona katılmasıyla sürece destek azami seviyeye ulaştı.
Tüm taraflar temkinli olsa da süreç iyimserlik üzerinde ilerliyor. Hepimiz “aman nazar değmesin” diyerek kıymetli ve narin bir vazo gibi süreci pürdikkat taşıyor ve takip ediyoruz. Birkaç şom ağızlının kenafir bakışları iyimserlik içinde kayboluyor.
Suriye’nin kuzeyindeki terör yapılanması, 10 Mart’ta imzaladığı mutabakatla, silahları bırakacağı, Suriye ordusuna katılacağı, kontrol altında tuttuğu bölgeyi de Şam idaresine teslim edeceği sözünü vermişti. SDG, bu sözünü tutmadı. Dahası, SDG, İsrail ile arasındaki irtibatı artık gizleme gereği bile duymuyor. İsrail, Suriye’nin parçalanması ve kuzeyden kendi sınırına kadar bir koridor kurulması için çabalarken, güneyde Dürziler, kuzeyde SDG bu korkunç plana destek veriyor, piyon oluyorlar.
Ne Suriye’nin ne de Türkiye’nin böyle bir plana göz yumma ihtimalleri var. Özellikle Türkiye’nin tavrı çok net: SDG ya silah bırakacak, ya da bu mesele zor kullanarak çözülecek.
İsrail’in Suriye üzerindeki bu kirli planı, içerde, Terörsüz Türkiye iyimserliğine ciddi bir tehdit oluşturuyor. DEM Parti’den bu konuda sorumsuz açıklamalar geldi. Bazı Kürt kanaat önderlerinin tehdit ve şantaj dolu açıklamaları da, SDG’ye yönelik bir operasyon durumunda Terörsüz Türkiye sürecinin yara alacağına işaret ediyor.
İşin başından beri, “aman nazar değmesin” diyerek, büyük bir iyimserlikle ilerletilen, üstelik Erdoğan ve Bahçeli’nin büyük risk aldıkları bu meselede artık o zor ve tatsız soruları sormak zorundayız: Ya süreç istendiği gibi yürümezse? Ya bozulursa? Türkiye SDG’ye operasyon yaptığında ya içerde ipler koparsa? O zaman ne olacak?
Terörsüz Türkiye madalyonunun şüphesiz bir de öteki yüzü var. Eğer terör örgütü PKK, SDG’ye operasyonu bahane ederek ya da bir başka gerekçeyle yeniden silaha sarılırsa, o zaman madalyonun diğer yüzü devreye girecektir. Şu ana kadar şefkat, merhamet, tahammül ve hoşgörü çehresiyle hareket eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti, o zaman azametli yüzünü gösterecektir.
Allah korusun ama işler ters gittiğinde, ne ABD ne de Avrupa geçmişte yaptıkları gibi terörün arkasında durabilecektir. İsrail’in de İran’ın da terör örgütüne faydası dokunmayacaktır. Zaten bitme noktasına gelmiş teröre “suhuletle” bir çıkış fırsatı sunulmuşken, işler tersine dönerse, devreye şimdiye kadar örneği görülmemiş bir güç girecektir.
O zaman hiç kimse Erdoğan ve Bahçeli’yi “barışı sabote etmekle” itham edemez. Her ikisi de çok büyük siyasi risk alarak bu sürece girdiler. Ne gerekiyorsa yaptılar. Sabrettiler. Tahammül ettiler. Alttan aldılar. Kucak açtılar. Tabanlarının şaşkın bakışları altında en uç söylemlerle terör örgütüne çıkış fırsatı sundular. Kimse onları “barış karşıtı” olarak etiketleyemez.
İşler iyi gitmezse bundan Kürtler de, onarılmakta olan Türk-Kürt kardeşliği de zarar görmez. Tam tersine Kürtler, hem terörün hem de İsrail’in tasallutundan kurtarılmış olur ki “iç cephe” o zaman daha da güçlenir.
DEM Parti’nin eline büyük fırsat geçti: Türkiyeli bir parti olup, çürümüş ve çökmekte olan CHP’nin yerini doldurabilir. Ama madalyonun diğer yüzü çevrilirse, ortada DEM kalmaz; Kürt siyasi hareketi daha “yerli” bir zeminde başka mecralarda akar.
Terörsüz Türkiye projesinin iki yüzü var: Ya Türkiye ile yürünecek, ya da İsrail’in uşağı olmak tercih edilecek. İkincisine kimsenin tahammülü olmaz; en başta da Kürtlerin.