Türkiye, 41 yıldır devam eden, 10 bin güvenlik görevlimizin şehit olmasına, 40 bin vatandaşın ölmesine, trilyonlarca doların kaybe-dilmesine sebep olan kanlı terörü nihayet bitirme noktasına geldi. 11 Temmuz’da PKK sembolik bir törenle silahlarını yaktı. 12 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan Kızılcahamam’da gelinen noktayı “yeni bir gün” olarak tanımlarken, milletin sevinmesi, coşması, bayram etmesi gerektiğini söyledi hatta cadde-sokakların bayraklarla donatılması çağrısını yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasına yatıştırıcı, güven verici bir üslup hakimdi. Şehit ailelerine, gazilere, kafasında soru işareti olan kesimlere özellikle seslendi Erdoğan. “Türkiye’nin başını asla öne eğdirmeyiz” dedi, bir müzakere, bir al-ver sürecinin olmadığını ifade etti, projenin arkasında Sayın Bahçeli ve kendisinin olduğunu bir “garanti” olarak vurguladı.
Ne var ki bütün bu telkinlere, ikna çabalarına, garantilere rağmen terörün bitmesi toplumda hatta AK Parti ve MHP tabanında bile beklenen coşkuyu, heyecanı estirmedi, estirmiyor.
Hafta içinde Kastamonu, Yozgat, Kayseri, Adana, Mersin, Karaman ve Konya’yı kapsayan uzunca bir seyahat yaptım; esnafla, çobanlarla, çiftçilerle, gençlerle bir çay içimi sohbetlerimiz oldu. Toplumda bir tereddüt var, temkin var, tam olarak izah edemediği, çerçevesini çizemediği, kelimelere dökemediği bir belirsizlik, bir güvensizlik, sürece yaklaşımda bir “kekremsilik” var.
Toplumda, terörün bitmesi karşısındaki heyecansızlığı 3 başlıkta özetleyebiliriz:
1. Terör örgütünün silahla ezilmesi, yok edilmesi, perişan edilmesi varken, örgütün kongresini toplayarak, şov yaparak, özgüvenli açıklamalarla, Öcalan’ın da inisiyatifiyle silah bırakması bir burukluk oluşturmuş. Toplumda sanki, “iş yarım kaldı” duygusu oluşmuş.
2. Terörün bitmesi olumlu karşılansa bile “bundan sonra ne olacak?” ya da “karşılığında ne veriliyor?” soruları zihinleri kurcalıyor. Bu soruları ulusalcı/ırkçı partiler de çoğaltıyor. Ülkenin bölüneceği, federasyona gidileceği, Türk egemenliğinin paylaşılacağı, teröristlerin affedilip katillerin sokakta dolaşacağı hatta militanların orduda istihdam edileceği gibi ipe sapa gelmez iddialar toplumda az ya da çok karşılık buluyor.
3. Bütün bu sürecin, DEM’i Cumhur İttifakı’na almak, birlikte Anayasa değişikliği yapmak için yürütüldüğüne, yani kısa vadeli bir siyasi manevra olduğuna inananlar da az değil.
Tek tek gidelim: Birincisi, Türkiye terörle mücadelede güç kullanarak nihai noktaya gelmişti ancak son aşama öncekilerden çok daha zor olacaktı. Terör örgütünü sahadan tamamen silmek yıllar alacak, şehitler verilecek, ayrıca tükenen örgüt bölünüp kontrolsüz hale gelecek, bunun da içerde ciddi yansımaları olacaktı. Diploma-sinin de etkisiyle devlet terör örgütüne tasfiye imkânı sundu, örgüt de başına gelecekleri anlayarak fesih kararı verdi. Devlet kazanmış, terör örgütü kaybetmiştir ama devlet, futbol taraftarı gibi rahat değil, slogan atmaz; örgüt ise kuyruğu dik tutmak adına özgüvenli açıklamalar ve şovlar yapıyor. Kolay bir durum değil elbette; sinirleri, sabırları zorlayacaktır. Bu, başından itibaren dev ile pirenin mücadelesidir; pire rahatsız etse de devi düşürecek güçte değildir. Bugün devin pireye “izin veriyorum hadi git” tavrıyla yaklaşması, yenilgi ya da “yarım kalmış iş” olarak değerlendirilemez. Bu, en başta Türkiye’ye, millete, kendi kendimize haksızlık yapmak olur.
İkincisi; Türkiye’nin üniter yapısına yönelik hiçbir tehdit yok. Herhangi bir taviz, imtiyaz verme ya da pazarlık yok. Sadece toplumsal barışı sağlamaya, Kürtleri kazanmaya, Türk-Kürt muhabbetini artırmaya yönelik adımlar olabilir ki bu da ne Türkiye’nin bütünlüğüne tehdit teşkil edecek ne de Türkleri rahatsız edecektir. İki taraftan da pompalanan ırkçılık zihinleri bulandırıyor ama asırlardır birlikte yaşayan Türk ve Kürt’ün kucaklaşması dışında bir amaç yok. Terörün bitmesiyle işsiz ve işlevsiz kalacak bazı siyasi partiler ve oluşumların tahrikleri vatan ve millet lehine değil.
Üçüncüsü de böyle büyük bir projenin, gündelik siyasi çıkarlar uğruna yapıldığını iddia etmek komiktir, gülünçtür. Evet, sürecin sonunda, terörle irtibatını kesmiş, “Türkiyelileşmiş” bir DEM’in, tıpkı Hüda-Par gibi, daha sağlıklı bir yola girmesi mümkün olabilir. Bu da sürecin kazanımlarından sadece biri ve en küçüğü olur. Ama bütün süreci, 41 yıldır kanlı olan, 100 yıldır varlığını sürdüren bir sorunu, risk alarak çözmenin amacını DEM parantezine sıkıştırmak haksızlıktır.
Sonuç olarak toplumla daha fazla konuşmak gerekiyor. Tereddütlerin, kaygıların, belirsizliklerin giderilmesi, PKK’nın, DEM’in ya da ulusalcı/ırkçı cephenin tahriklerinin etkisizleştirilmesi gerekiyor. Reklamlarla, kampanyalarla, özellikle de liderlerin bu meselede rahatlatıcı, güven verici açıklamalarıyla toplumun ikna edilmesi ihtiyacı var.
Türkiye 100 yıllık bir sorunu çözüyor; Cumhuriyet tarihinin en kritik eşiğinden geçiliyor. Bugüne kadar yapılanlarla kıyas kabul etmez bir icraat, bir reform, bir devrim hayata geçiyor. Tam anlamıyla bir milat yaşanıyor. Eğer bu en önemli eşikte heyecan yoksa, üzerinde durup düşünmeli ve gereği neyse yapılmalıdır.