Eski Genel Başkanı şaibeli bir kurultayla devrilmiş olan CHP dün itibariyle apar topar kotarılmış bir kurultaya gitti. Genel Başkanlığa son anda aday olduğunu açıklayan Berhan Şimşek’in bu durum için kullandığı ifade: “hızlandırılmış kurultay”.
Son anda aday olduğu dediysek de tabii ki bu hızda kotarılan bir kurultaya ancak son anda yetişilebilir. O kadar ki, Şimşek 97 imza toplamış olduğu halde (aday olabilmek için fazlasıyla yeterli bir sayıyla) başvurusu bu hıza “yetişemediği” gerekçesiyle kabul edilmedi ve böylece Kurultay’a Özgür Özel’in tek adaylığıyla girilmiş oldu. Bu kadar hızlı bir kurultay zaten parti içinde yeni hiziplerin veya kliklerin toparlanmasını ve parti içinde bir rekabete yol açmasını engellemek üzere yapılmıştı.
Berhan Şimşek’inki de iş mi? Özel ve İmamoğlu’nun onca masraflara girerek ele geçirmiş oldukları partide pişmiş aşa su katmaya kalkmış, tam herkesten kaçacak son kulvarda partinin kayyuma enselenmesine yol açmış oluyor. Bu yapılanlar gerçekten tam da yargı aşamasında bulunan önceki kurultaydaki iddiaların teyit edilmesini kolaylaştıran, daha geniş anlamda bir siyasi anlayışın enselenmesine yol açıyor. İmamoğlu’nun bugün artık iyice temayüz etmiş tarz-ı siyaseti itibariyle parayı bastırıp partiyi alma yolunda çok önemli bir merhale katetmiş olduğu açık.
CHP’nin Kurultayı yöneten ve kendini yenileyen şimdiki liderliği, bizzat kendi önceki Genel Başkanı tarafından “tükürülesi hırsızlıkla, çalmakla” suçlanıyor. Bu ithamlarla İBB’de yürümekte olan yolsuzluk iddialarının teyit edilmiş ve bu çalınanlarla bir de CHP yönetiminin çalınmış olduğu da söylenmiş oluyor.
Böylece hikâyenin bütün bileşenleri ortaya çıkıyor. Çalınan ve kaçırılan bir CHP ve bu yapılırken önceki Genel Başkanın sırtına saplanmış bir hançer var. Hançer bu tür hikayelerde genellikle en yakınların ihanetini ifade eden bir simgedir. Kılıçdaroğlu’nun büyük emek vererek yetiştirip siyasette önlerini açtığı kişiler, bu sayede elde ettikleri makamlardan çalarak sağladıkları kaynaklarla CHP’yi Kılıçdaroğlu’ndan veya CHP’nin kendisinden satın almış oluyorlar. Çok hazin bir hikâye. Hem Kılıçdaroğlu açısından hem CHP açısından hem de Türkiye açısından.
Neresinden bakarsanız CHP içinde bir cuntalaşmanın, bir kliğin meşru rekabet şartlarını fersah fersah aşarak, makamlarını ve görevlerini CHP içinde başkalarının aleyhine nüfuz kullanmak üzere kullanmasının bir hikayesi. CHP içinde bir darbe, parti teşkilatı içinde oluşmuş bir cunta eliyle yürütülen bir darbenin yeni bir sahnesi.
Tablo buyken CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in konuşmasında Cumhurbaşkanına cunta başkanlığı yakıştırması basitçe bir cehaletle geçiştirilecek bir şey değil. Burada kendi cuntacılıklarının pişkince bir gözlerden kaçırılma çabası var. Yoksa Özgür Özel hem kendi yaptığını hem de CHP içindeki cuntacılık geleneğini, huyunu bilmez mi?
Hayrettin Karaman Hoca CHP içinde bugün yaşanan hukuksuzlukları tarihin tekerrürü olarak görenlere karşılık enteresan bir yaklaşım getiriyor. Bunlar tekerrür değil, çünkü hiçbir olay aynı şekilde ve aynı şahıslarla tekerrür ediyor değildir. “Ama CHP, geçmişinden tevarüs ettiği anlayış, alışkanlık ve hastalıkların etkisiyle bugünlerde, 1960’ta olan hukuksuzluğun “benzerini sahneye koymaya” çalışıyor” diyor Karaman hoca. Elhak doğru. Her seferinde aynı anlayış, alışkanlık ve hastalıkların etkisiyle ve ama her seferinde kendini aşan bir performansla, değişen zamana ve duruma uygun olarak kendini yeniliyor CHP.
Yoksa merkezden belirlediği adayları seçim yapıyormuş gibi istediği şehirlerden dolaştırıp meclise doldurmak, başından beri bir CHP demokrasi standardıdır. 1923 ile 1950 yılları arasındaki seçim uygulamalarını görmek isteyen ufak bir tarih taraması yapsın. 1946’da çok partili hayata geçildiğinde girdiği ilk çok partili seçimde aynı alışkanlıkları sürdürdüğünde ortaya konulan garabet siyaset tarihinin kara mizah klasikleri arasındaki yerini almıştır.
Daha sonraları sandıkta yenemediği rakiplerine karşı askeri, yargı veya bürokratik oligarşilerle birlikte içinde yer aldığı cuntalar da CHP’nin her durumda kendini aşarak sergilediği örnekler olmuştur. Ama tabi hepsi de aynı anlayış, aynı zihniyet, alışkanlıklar ve huyların birer tezahürü olarak.
Şimdi selefinin elinden şaibeli alışverişlerle elde ettiği delege yapısıyla girdiği Kurultay’da aynı yöntemlerle koltuğunu sağlamlaştırmaya çalışırken İBB’deki yolsuzlukları gündeme getirenlerin asla CHP’li olamayacaklarını söyleyerek parti için aforoz mekanizmasını da devreye sokmuş oluyor. Aforoz yetmez, bu CHP’liler aslında bir de “sarayın yandaşları” imiş, bilakis kendileri “menfaat çukuruna düşmüş işbirlikçilermiş ve onlardan CHP’li falan olmazmış”. Bunu söyleyince bütün yolsuzluk şaibelerinden kendini de finansörlerini de aklamış oluyor aklınca.
CHP’nin bir siyasi alışkanlığı cuntacılıksa, bir başka alışkanlığı ve huyu da parti içindeki engizisyon, aforoz ve tasfiyeler. Ama bir başka alışkanlığı veya belki bir gücü daha var ki kendisine kötü körüne inanan, tuvalet terliği koysa oy verecek bir kitlesinin olması. Hz. Muaviye’ye atfedilen bir hikâye var ya hani. Hz. Ali’ye gözdağı vermek için biriyle mesaj gönderir: “Gidin söyleyin Ali’ye, Muaviye'nin, dişi deve ile erkek deveyi, dağ ile ovayı ayırt edemeyen, ona körü körüne bağlı ne derse evet diyen on bin adamı var! Ayağını denk al!"
İslam tarihine ait bu rivayet doğru mudur değil midir bilmiyoruz, rivayettir neticede, ama bugün CHP’nin dağ gibi yolsuzluk iddiaları dolayısıyla tutuklanmış biriyle bir “kurtarıcı kahraman” diye dayanışmaya koşan büyük bir kitlesi var. Dişi ile erkeği, dağ ile ovayı ayırt etmekten, hırsızlığı arsızlığı yolsuzluğu görmekten bu kadar alıkoyan bu körü körüne bağlılığın motivasyonu ne acep?
Bu motivasyon her ne ise bunun da yeni olmadığını, Türkiye’nin tarihinde bu kitlenin tam da bu özelliği, huyu, alışkanlığı ve anlayışıyla CHP’ye yapışık olduğunu üzülerek görüyoruz.