World leader

Hâlâ bazıları Türkiye’nin uluslararası alanda etkili, önemli bir ülke olduğuna ve Türkiye’deki iktidarın uluslararası bir ağırlığı olduğuna inanıyor.

Ben de gülüyorum.

Elbette Türkiye’nin ve Türkiye’yi kim yönetirse yönetsin uluslararası bir ağırlığı, bir önemi, bir etkisi var ama bunun mevcut yönetimle falan alakası yok.

Türkiye’nin bölgesindeki konumu ve giderek yıpranan sistemi ile ilgili bir durum.

Türkiye’deki iktidar ise tam aksine giderek Türkiye’yi önemsizleştiriyor, Türkiye’yi değersizleştiriyor, etkisizleştiriyor ve dış etkiye açık hale getiriyor ve saygınlığını yıpratıyor.

Örnek mi?

Sıralayalım!

KATAR

Katar’dan başlayalım.

En yakın dostumuz. İktidarın komşu kapısı haline getirdiği, yılda en az 10 kere ziyaret ettiği, Suudi Arabistan başta olmak üzere komşuları ile başı derde girdiği zaman önüne koca Türkiye’yi siper ettiği ve memleketimizde para edecek ne varsa sattığı, savunma sanayii devi haline getirmeye çalışılan BMC’in yarısını verdiği hatta yegane tank fabrikamızı bedavaya hediye ettiği Katar. 

İsrail’deki yargılamalarla öğrenmiştik AKP iktidarının en iyi uluslararası müttefiki olarak görülen Katar’ın Netanyahu’nun seçim kampanyasına milyarlarca lira akıttığını. Biz daha bunu hazmeden Katar heybeden “turpun büyüğünü” çıkardı.

AKP iktidarının en yakın dostu ve kardeşi, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile birlikte Ege’de ortak tatbikat yapıyordu.

Yunanistan Ege’de tatbikat yapıyorsa bunu kime karşı yaptığı da zaten malumunuzdur herhalde.

Katar’la durum bu.  

Dileyelim ki, Katar Ordusu’nu ortak ettiğimiz BMC ve peşkeş çektiğimiz Tank Palet Fabrikası’nda üretilen zırhlı araçlar ve toplar da Kıbrıs Rum Kesimi’ne verilmesin. Hatta Allah korusun BMC’deki hisseleri de Yunanistan’a vermesinler.

Olur mu olur!

Bu, işin Katar bölümü.

Aynı tatbikatta, “darbe destekleyiciliğinden” üç kuruş uğruna “dostum”a evrilen Birleşik Arap Emirlikleri’nin de yer aldığını söylememe bilmem gerek var mı!

SURİYE

Gelelim Suriye’ye.

Aylar önce iktidar ve iktidar medyası tarafından estirilen rüzgar ne idi?

Suriye’de Esad’ı deviren güçler Türkiye’nin kontrolünde idi ve artık Suriye Türkiye’nin kontrolü altında olacaktı. Reisi Cumhurumuz yıllar önce söz verdiği üzere ilk cuma günü Emevi Camii’nde namaz kılacaktı.

Ben “Sakın inanmayın. Durum bu değil” dediğim için haindim.

Şu anda durum ne!

Emevi Camii’nde namaz falan kılınamadı. Suriye’de Suudi Arabistan ve ABD hakim.

Ve Dışişleri Bakanı Fidan şöyle bir itirafta bulundu: “İsrail ile Suriye’de karşı karşıya gelmek istemiyoruz. Suriye, İsrail ile belli konularda bir anlaşma sağlamak istiyorsa bu onların bileceği iş”  

Yani sözde Türkiye’nin kontrol ettiği HTŞ İsrail ile anlaşmak yapmak istiyor.

Bu da Suriye’de düştüğümüz durum.

SDG YPG PKK

Peki ya Suriye’nin kuzeyinde!

Suriye’deki PKK oluşumu SDG ya da YPG’yi ortadan kaldırmak için burada Öcalan’ı serbest bırakıp TBMM’ye sokmak ve PKK’ya da af ilan etmek için “Devlet Aklı” devreye sokuldu birileri tarafından. Hatta Türk halkı SDG’nin ya da YPG’nin kendini lağvettiğine inandırılmak istendi. 

“İnanmayın” dedik. Kötü olduk.

Sonuç: SDG yerli yerinde duruyor, Öcalan’ın manevi oğlu, onun sözünden çıkmaz diye bize yutturmaya çalıştıkları Mazlum Abdi ya da Mazlum Kobani SDG’nin başında ve sanki devlet başkanı imiş gibi mahkum affediyor.

Güneyimizde durum bu.

Peki ya doğumuzda?

TÜRK KENEŞİ

Tekrar olacak ama bir daha anlatmamız lazım.

Türk Keneşi çatısı altında birleştiğimiz Türk Cumhuriyetleri var. Türkiye’yi de orada eski Ulaştırma Bakanı, eski Başbakan, eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı, eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım temsil ediyor.

Burada işbirliği yaptığımız iki Türki Cumhuriyet, Kazakistan ve Türkmenistan Kıbrıs Rum Kesimi’ne büyükelçi atadılar. Diğerleri sırada. KKTC’yi tanıma konusunda ise parmaklarını kıpırdatmıyorlar.

İran ile ilişkimiz pamuk ipliğine bağlı, ABD-İsrail ortak harekatı başladığı anda tam o ip de kopar.

Azerbaycan’la ile limoni olduğumuz çok açık. O tarafta sadece Ermenistan ile ilişkiler iyiye doğru gidiyor.

Hadi biraz da batıya bakalım.

İTALYA

İtalya’nın başında “aşırı sağcı ve ırkçı” Meloni var ve biz hep Meloni’nin Erdoğan hayranı olduğunu duyuyorduk.

Bu yüzden de önümüzdeki günlerde DEİK İtalya’da bir çalışma toplantısı organize ediyordu.

Toplantıya Erdoğan ile Meloni de katılacaktı.

Geçen hafta toplantıya katılmayı planlayan DEİK üyelerine bir mektup gitti. 

“Toplantı iptal. İnşallah başka bahara”

Haydaaaa!

ABD

Tek iptal o olsa yine iyi.

AKP cephesi Trump ile Erdoğan arasında Nisan sonu, Mayıs başı gibi bir görüşme ayarlamaya çalışıyorlardı. Karşı taraftan da olumlu yanıt gelmişti. Tarih belirlemek dışında bir sorun yoktu.

Ama kötü haberi Tülin Daloğlu geçen hafta verdi.

ABD tarafı toplantıyı iptal etmişti. Nisan sonu, Mayıs başı olarak planlanan görüşme gerçekleşmeyecekti.

O da başka bahara kalmıştı.

Batılı liderlerle yapılacak iki görüşme bir hafta içinde buharlaşmıştı.

İngiltere her zamanki gibi AKP’nin arkasında duruyordu.

Almanya, göçmenleri Türkiye’ye hapsettiği için AKP’ye destek veriyordu ama genel görüntü hiç de parlak değildi.

Ve buna rağmen hâlâ Türkiye’de uluslararası saygınlığı ve etkinliği olan bir iktidar olduğuna inanlar var.

Ama bu sadece inanç.

Ve biliyoruz ki, inanç için herhangi bir veriye gerek yok.

Hatta kanıtlara dayanmayan inanç daha bile değerli.

Çünkü tersi kanıtlarla asla yıkılmıyor.

Ne pahasına olursa olsun!

Yine Kızılay, yine İstanbul, yine yolsuzluk

Kendimi bildim bileli, Türkiye’nin en saygın, en güvenilir kurumlarından, organizasyonlarından biriydi Kızılay.

Çocukluğumuzda büyük yeri vardı.

Okuldan verilen Kızılay zarflarını eve getirir, harçlığımızdan arttırdığımız üç kuruşu içine koyar, hatta onu yetersiz bulun ana babamızdan kaptığımız paraları da ekler, geri verirdik.

Bilirdik ki, Kızılay o paralarla ihtiyacı olanlara sağlık hizmeti verecek.

Bazen Kızılay’ın sarı dev kumbaralarını verirdi öğretmenlerimiz. Boynumuza asar, sokaklarda Kızılay için para toplardık. Kuruş kuruş.

Kızılay da o topladığımız paraların hesabını kuruş kuruş verebilecek şekilde değerlendirirdi.

Zerre şüphe duymazdık.

Sonra AKP geldi.

Her şey gibi Kızılay’ı da kirletti.

Biz bunun en açık örneğini 6 Şubat depremlerinde gördük.

Aşağılık yöneticiler, depremzedelere çadır sattılar.

Şaka değil, sattılar.

Sonra çürümüşlük tüm detayları ile ortaya döküldü.

İstanbul Şubesi, yurt dışından deprem bölgesinde kullanılmak üzere yollanan 600 küsur bin euroyu cebellezi etmiş, bu para ile makam araçları satın almış, şubenin tefrişatına harcamıştı.

AKP’ye yakın herkes ve her şey gibi gösteriş ve şatafata meraklı hale gelmişti Kızılay ve yöneticileri de.

İtibarı sadece orada bulabiliyorlardı çünkü.

Ve şimdi İsmail Arı’dan yeni bir bomba haber geldi.

Yine Kızılay’dan, yine İstanbul Şubesi’nden.

Bu kez vatandaşların İdlib’e, Afganistan’a, Pakistan’daki sel felaketine ve Gazze’de acı çekenlere gönderilmek üzere yaptığı şartlı bağışları buralara ulaştırmak yerine yine cebellezi etmişler.

Yapılan şartlı bağışların yüzde 10’unu genel merkeze yollayıp, yüzde 90’ının üzerine çökmüşler.

Bunu da Kızılay müfettişleri ortaya çıkarmış.

İsmail Arı’nın yayınladığı şey, müfettiş raporu aslında.

Bunu hiç utanmadan hiç çekinmeden yapmışlar.

Çünkü biliyorlar ki, “onlardan” olduğunuz sürece yaptığınız her şey yanınıza kar kalıyor.

Hele hele hırsızlık, yolsuzluksa kesin!

Çünkü yolsuzluk ipinin ucunun çekilmesine kimse istemiyor.

Sonra tüm örgü ellerinde kalır diye.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Siyasal İslamcılar hiç değilse ideolojik olarak destekledikleri meselede hırsızlık yapmadığı zaman.