Trump döneminde Türk-Amerikan ilişkileri

Dışişleri bakanı Hakan Fidan bu hafta ABD’ye giderek bir dizi temasta bulundu. En önemli görüşmesi ABD dışişleri bakanı Marco Rubio ile oldu.

Rubio Türkiye’den de Erdoğan’dan da pek hazzetmez.

Şimdi ne kadar Trump ağzıyla konuşsa da esasında o tarz-ı siyasetin adamı değildir.

Rubio’nun İmamoğlu operasyonunu eleştiren tviti

Rubio’nun İmamoğlu operasyonunu eleştiren tviti ile bizim dışişleri hareketlendi ve mutat olduğu üzere Reuters’e görüşmeye ilişkin bilgi sızdırıldı.

Efendim esasında Rubio görüşmede bu konuyu böyle dile getirmemiş vs.

Rubio buna mukabil “endişelerimi tam olarak bu şekilde dile getirdim” diyerek bizimkilerin düzeltmesini gördüğünü ifade etti.

Neyse konumuz bu değil.

Erdoğan – Trump görüşmesinin olası gündem maddeleri

Nisan ayında Beyaz Ev’de ağırlanması planlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la konuşacağı konular neler olabilir, yani ikinci Trump döneminde Türk-Amerikan ilişkilerini sürükleyecek konular ne olabilir?

Suriye: Ankara, büyük oranda Kuzeydoğu Suriye’de varlığını pekiştiren Kürt entitesini kabul etti. Ankara, detaylar hususunda bazı kozmetik açıklamalar yapsa da temel olarak Washington bu konuda Ankara’nın sorun çıkarmasını istemiyor. Anlaşılan bu konuda mutabakat var.

İmamoğlu: Eğer nisan ayında Erdoğan ziyareti gerçekleşir ve İmamoğlu halen tutuklu olursa bu konu muhakkak gündeme gelecektir. Trump, önüne konulacak konuşma notlarını okursa – ki çoğu zaman okumuyor – “önemli bir müttefik olarak Türkiye’de istikrara verilen öneme” vurgu yapacaktır, ama bunu bile söylememesi ihtimal dahilindedir. Beyaz Ev’deki adam, patron-devlet başkanı modelinin peygamberi durumunda ve elinden gelse ABD’deki tüm rakiplerini içeriye tıkayacak tıynette biri. Muhtemelen konu Rubio seviyesinde dile gelir.  

Ukrayna: Her ne kadar Trump, Ukrayna’yı Putin’e pazarlamaya çalışsa da Ankara’nın her iki tarafla konuşabiliyor olması ve Türkiye’nin Karadeniz’deki stratejik konumu Ankara ile Washington arasında iletişimi zorunlu kılıyor. Ankara, Trump’ın barış girişimlerine lafzen destek veriyor ama işin esası başka. Ankara, haklı olarak Karadeniz güvenliği, Montrö ve Kafkasya gibi sahalarda Rusya ile cebelleşmek durumunda kalan bir aktör. O yüzden Ukrayna konusunda gerçekte ne yaptığımız ile Trump’ın konuya bakışı arasında belirgin bir fark var. Üstelik, Avrupalıların silkinip kendilerine gelmeleri de Ankara’ya yeni bir hareket alanı açmış durumda.  

İran: Trump gelecekte olası bir müdahale için Türkiye’nin ABD’nin tarafında yer almasını isteyecektir. Trump, Tahran’a nükleer programını durdurması ve ABD ile müzakere etmesi için iki ay süre verdi. Müzakereler sonuç vermezse askeri müdahale tehdidinde bulundu. Böyle bir olasılıkta Ankara’nın duruşu ve rolü önem kazanacaktır. Bizim için yeni bir istikrarsızlık alanı olası. 

İsrail: Trump’ın Netanyahu ile sıradışı bir ilişkisi var. Ankara, her ne kadar insani yardım konularına odaklansa da Netanyahu ve onun fanatik dinci ortakları Gazze ve Batı Şeria’da Filistinli bırakmak istemiyor. İsrail, iki bölgeyi de ilhak etmek istiyor. Trump da bunu destekliyor. Ankara’dan İsrail’e karşı şahin bir tavır takınılmaması ve uzlaşılması isteniyor. Zor, fakat Ankara için tamamıyla idare edilemeyecek bir mesele değil.

F-35 ve CAATSA yaptırımları: Ankara’nın dış siyaset tarihimizin en maliyetli kararlarından biri olan S400 alımı çerçevesinde Trump ile meselenin halli için formüller konuşulduğu açık. Türkiye’yi tekrar F-35 programına dahil etmek tüccar mantığıyla iş tutan Trump için bir sorun değil. Ne var ki CAATSA (Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası) meselesinin aşılabilmesi için Kongre’nin iki kanadının da onayı gerekiyor. Trump yönetiminin skandal üzerine skandal yaşadığı bir ortamda, Yunan ve diğer lobilerin muhtemel baskısı ışığında hiç de kolay bir mesele değil.

Para: Türk ekonomisinin içerisinde bulunduğu durum göz önüne alındığında Ankara’nın ABD’nin desteğiyle kullanabileceği bazı uygun kredi olanakları konusunda yoklama yapması muhtemeldir.

Tali konular: Washington, Ankara’nın Azerbaycan ve Ermenistan arasında barış anlaşması sağlanması konusunda desteğini isterken, Ankara Bosna-Hersek’in istikrarının Balkanlar açısından önemini kayda geçirecektir. Rümeysa Öztürk gibi Türk vatandaşlarının alelacele paketlenip sınırdışı edilmesi o zamana kadar çözülmemiş olursa bizimkiler tarafından gündeme getirilir mi bilinmez ama, en azından umut edilir.

İç siyasetteki gelişmelerin yurt dışındaki dinamiklerden doğrudan etkilenme olasılığı düşük

Geçenlerde Medyascope yayınında dile getirdim. Türk iç siyasetindeki gelişmelerin yurt dışındaki dinamiklerden doğrudan etkilenme olasılığı oldukça düşük. Türkiye muhalefeti de bu konuda dışarıya yönelik herhangi bir beklenti içerisinde değil. 2016’da AB ile imzalanan göçmenlik anlaşması akabinde ülkemizin dünyanın en büyük göçmenlik kampına dönüştürülmesini ve bunun karşılığında Avrupa’nın Türkiye’deki demokratik gelişmelere ilişkin suskunluğunu kimse unutmuş değil.

İmamoğlu meselesinde de bazı münferit açıklamalar dışında yurt dışından iç gelişmeleri etkileyebilecek bir hamle beklentisi yok. Ukrayna konusunda Avrupa ve ABD arasında oluşan çatlak ve bu sebeple Avrupalıların Ankara’dan beklentileri ile Trump’ın Erdoğan’la bilinen sıcak ilişkisi göz önüne alındığında durum tam olarak bu merkezde. Ne var ki Cansu Çamlıbel’in bu hafta T24’te yazdığı gibi Rubio’nun İmamoğlu protestolarına ilişkin sözlerine bizimkilerin gösterdikleri hassasiyetin tuhaf bir kırılganlığı da barındırdığı açık. Yani dışarıya kulak veren muhalefet değil iktidar.  

Hem ABD’nin hem Türkiye’nin patron devlet başkanı anlayışı ile yöneltildiği göz önüne alınırsa kimsenin nefesini tutmasına gerek yok. Muhtemelen hem ABD tarafında hem de bizim tarafta daha bu köprünün altında çok su akacaktır.