Amerika’da Suriye’den çekilme tartışması büyüyor

Tartışma ilk olarak Ortadoğu üzerindeki etkili haberciliğiyle bilinen “Al Monitor” isimli haber-analiz platformunda tecrübeli gazeteci Amberin Zaman’ın 14 Ocak’ta kaleme aldığı çarpıcı haberle tetiklendi.

Ardından, 24 Ocak’ta ABD’nin önemli terörizm ve Suriye uzmanlarından Charles Lister’ın prestijli “Foreign Policy” dergisinin web sitesinde bu haberi teyit eden yazısıyla ivme kazandı.

Bu iki yazı, ana çizgi olarak Biden yönetiminin Suriye politikasını gözden geçirmekte olduğu, teknik düzeyde yapılan çalışmalarda ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını sonlandırmasına dönük seçenekler üzerinde durulduğunu duyuruyordu.

Bu konudaki gelişmeleri, 16 Şubat tarihli “Yoksa ABD Suriye’den Çekilmeye mi Hazırlanıyor?” başlıklı yazımızda aktararak, Washington cephesinde uç vermekte olan Suriye’den çekilme eğilimine dikkat çekmiştik.

İlginçtir ki, geçen yaklaşık bir aylık süre içinde bu konudaki tartışmanın tırmanmakta olduğunu gözledik. ABD’de, aralarında emekli orgeneraller, emekli büyükelçiler, emekli istihbaratçılar, düşünce kuruluşlarında Ortadoğu konularında uzman kanaat önderleri ve gazetecilerin yer aldığı son derece canlı bir tartışma sürüyor.

*

Bu tartışma, ana hatları itibarıyla Suriye’den çıkmanın yararlarını savunanlar ile bu yönde bir adımın ABD’nin çıkarlarına zarar vereceğini savunan iki ayrı görüş arasında şekilleniyor.

Tartışmayı bir yönüyle halen Biden yönetimi içinde Suriye politikası üzerinde yürümekte olan çalışmaların bir yansıması olarak da görmek mümkün. Bu çerçevede, ABD cephesinde bütün aktörlerin kendi zaviyelerinden bu tartışmaya katılarak karar alma sürecine bir şekilde etki etmeye çalıştıklarını söyleyebiliriz.

Tabii, ABD çekilirse 

A) PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG’nin merkezinde yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) akıbetinin ne olacağı ve 

B) Bu senaryoda cezaevlerinde alıkonan DEAŞ’lı militanların nasıl zapt edilebilecekleri. Bu münazaranın üzerinde iki temel soru olarak asılı duruyor.

Kuşkusuz, bu farklı görüşlerin çarpışmasının hangi yönde nasıl bir sonuca varacağı, PKK’nın Suriye’deki varlığına dönük önemli sonuçlar doğuracak. Dolayısıyla, Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyor.

Bugünkü yazımızda bu tartışmada kritik gördüğümüz bazı görüşleri çok özet bir şekilde aktararak konuya dikkat çekmek istiyoruz.

*

Daha önce de değinmiştik. Yönetim içinde bu konuda yürütülen hazırlıklara ilk ciddi itirazlardan biri, 2019-2022 yılları arasında ABD’nin Irak ve Suriye’den de sorumlu olan Merkez Komutanlığı’nın (Central Command) başında görev yapan emekli orgeneral Kenneth McKenzie’den geldi.

Orgeneral McKenzie, 14 Şubat’ta “New York Times”da yayımlanan “Askerlerimizin Ortadoğu’yu Terk Etmesi Zamanı Değil” başlıklı yazısında, Charles Lister’ın makalesine atıfla, yürütülen hazırlıkları eleştirerek bu yöndeki niyetlerin ABD’nin bölgesel çıkarlarına ciddi zararlar vereceğini savundu.

McKenzie, çekilmenin “İran’ın ABD’yi bölgeden çıkarma hedefine yardımcı olacağını”, ayrıca Suriye’de SDG’nin kontrol ettiği cezaevlerinde tutulan ve sayıları 10 bin dolayında olan DEAŞ militanlarının kaçabileceklerini, bu durumda “örgütün yeniden dirileceğini” savundu.

*

Bu konudaki tartışmaları alevlendiren bir başka yayın, geçen 14 Şubat’ta New York merkezli “The Century Foundation” isimli köklü düşünce kuruluşunun Ortadoğu uzmanlarından Thanassis Cambanis’in kaleme aldığı bir makale oldu. “Suriye’yi Terk Edin, İslami Devletle Mücadeleyi Sürdürün” başlıklı bu yazı, ABD’nin dış politika ve ulusal güvenlik alanlarında uzman isimlerinin katkıda bulunduğu “War On The Rocks” isimli analiz platformunda çıktı.

Cambanis, bu yazısında Irak ve Suriye’de askeri güç bulundurmasının ABD’yi İran’la bir savaşın içine çekme riskini taşıdığını belirterek, çekilmenin artık kaçınılmaz hale geldiğini savundu.

Yazar, kalan DEAŞ unsurlarıyla mücadele edilebilmesi, bu çerçevede cezaevlerindeki DEAŞ militanlarının kontrol altında tutulabilmesi için bir strateji önerdi. Burada ilginç nokta, Combanis’in ABD yönetiminin SDG’yi Esad rejimi ile birlikte çalışmaya teşvik etmesi gerektiğini savunması.

Cambanis, böyle bir uzlaşının “SDG’nin özerk Kürt devletçiğini korumayacağını, ancak daha sınırlı hedefleri güvence altına alabileceğini” savundu.

*

Cambanis’in makalesi üzerine, aynı yayın organında bu kez ABD’nin Başkan Trump dönemindeki, Suriye Özel Temsilcisi ve eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’nin bu görüşlere kuvvetli itiraz ettiği bir makalesi yayımlandı geçen cuma günü. Jeffrey’nin yazısı “Suriye’deki ABD Birlikleri Çoklu Misyonlar Açısından Kritik Önemde, Onları Tutalım” başlığını taşıyor.

Jeffrey’nin yazısının kayda değer bir noktası; Cambanis’i eleştirirken ABD’nin Suriye’de askeri güç bulundurmasının DEAŞ’la mücadele dışındaki bir diğer jeostratejik hedefini göz ardı ettiğini söylemesidir. Bu jeostratejik hedef, “İran’a karşı konulmasıdır.

Jeffrey, geçici bir düzenleme olarak daha sınırlı ölçüde bir Amerikan gücünün tutulabileceğini, bu çerçevede Amerika’nın, Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Kürtlerin önderliğindeki müttefikleri (SDG) arasında daha istikrarlı ilişkilerin kurulması için çalışılması gerektiğini ifade ediyor.

Jeffrey, her halükârda gözle görülebilir bir gelecekte SDG’nin varlığını sürdürmesini savunuyor. Kendisinin Esad ile SDG arasında ortaklık kurulması önerisine karşı çıkarken getirdiği gerekçe de not edilmelidir. Jeffrey, bu takdirde “Suriye’deki özerk yönetimin devam edemeyeceğini”, Türkiye’nin bu durumu memnuniyetle karşılayacağını söylüyor. Ancak Jeffrey’e göre, bu düzenlemenin bir sakıncası “ABD’nin İran’ı baskılama çabalarına sekte vuracak olmasıdır.” Ayrıca, ABD’nin çekilmesinin Suriye’nin kuzey doğusunu Rusya, İran ve Esad güçlerine açacağını kaydediyor.

*

Bu arada, herhalde ABD’nin Suriye politikası konusunda en çok ses getirecek yazı “The American Conservative” isimli muhafazakâr düşünce kuruluşunun web sitesinde geçen pazar günü yayımlandı. Yazı “Suriye’deki Terörist Müttefikimiz” başlığını taşıyor.

Makaleyi kaleme alan Nicholas Spyridon Kass isimli yazarın biyografisine bakmak metnin neden ciddiye alınması gerektiği konusunda yeteri kadar ipucu veriyor.

Kass, ABD yönetiminden 2021 yılında emekli olmuş bir şahsiyet. Daha önce Merkezi Haberalma Örgütü (CIA), Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray gibi kritik yönetim kademelerinde çalışmış, ABD Dışişleri’nde ‘bakan yardımcısı vekilliği’ pozisyonuna kadar yükselmiş. Kass, Beyaz Saray’a bağlı Ulusal Güvenlik Konseyi’nde ‘istihbarat programları direktörlüğü’ görevinde de bulunmuş. Biyografisinden Türkiye, Yunanistan konuları ve Kürt sorununda azımsanmayacak bir uzmanlığının bulunduğu anlaşılıyor.

Kass, yazısında eski Central Command Komutanı Orgeneral McKenzie’nin alıntı yaptığımız “New York Times”daki makalesine yanıt vererek başlıyor. Kass, “McKenzienin okurları açısından talihsiz bir durum var; çünkü SDG’nin gerçekte ne olduğunu açıklamıyor. Burada bir problem yatıyor” diye söze giriyor. 

*

Kass, SDG adının aslında bir “örtmece” işlevi gördüğünü, SDG’nin özünde PKK isimli terör örgütü olduğunu, ABD’nin de PKK’yı terörist olarak tanımladığını anlatıyor. Marksist kökenli örgütün şiddete dayanan totaliter bir ideolojiyi savunduğunu belirtiyor.

Yaklaşık yedi sayfa tutan yazısında Kass, ABD’nin PKK/SDG politikasını yerden yere vuruyor. Yönetime ve ABD medyasına bu gerçeği sakladıkları noktasında oldukça ağır eleştiriler yöneltiyor. 

ABD’nin SDG ile işbirliğinin “geçici, taktik ve ver-ala dayanan bir ilişki olduğu” yolundaki tezini de “gülünç” olarak nitelendiriyor.

Keza, ABD’nin Suriye politikasını geçmişteki Afganistan politikasına benzeterek, yönetimin Suriye’den bir çıkış stratejisinin olmadığını ileri sürüyor.

*

Bütün bu yazıların ancak çok kısa bir özetini aktarabildik. Yine de hepsi yan yana geldiğinde, karşımızda beliren fotoğraf ABD cephesinde sürmekte olan canlı tartışma hakkında yeteri kadar fikir veriyor olmalıdır.

Özellikle kasım ayındaki ABD başkanlık seçimine gidilirken, konunun iç politikayı da yakından ilgilendirmesi nedeniyle tartışmanın daha da ciddi boyutlar kazanması ve önümüzdeki döneme dönük sonuçlar yaratması şaşırtıcı olmayacaktır.