Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB dönem başkanı Polonya’nın Başbakanı Tusk ile Beştepe’deki basın toplantısına çıkarken. ABD baskısı altındaki AB’nin Rusya’ya karşı Türkiye’nin savunma gücünden yararlanmak isteyip üyelik konusunu açmak istememesi bir ikiyüzlülük örneği. (Foto: Cumhurbaşkanlığı)
Avrupa Birliğinden Türkiye’ye ikiyüzlü teklif derken Polonya Başbakanı Donald Tusk’un 12 Mart’ta Ankara’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yaptığı tekliften söz etmiyorum. Tusk, Türkiye’nin Rusya-Ukrayna görüşmelerinde öncü rol üstlenmesini istiyor. Ama bu ne sadece AB dönem başkanlığını yürüten Polonya’nın ne de şimdiye dek NATO üyesi olmasına rağmen hem Rusya hem Ukrayna ile dengeli ilişki götürebilen Türkiye’nin elinde.
ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna’yı Rusya ile ateşkese Suudi Arabistan görüşmeleri üzerinden razı etmeye çalışıyor.
AB ülkeleri arasında da görüş ayrılıklarına neden olduğu görülen iki yüzlü tutum, bir yandan Türkiye’yi varsayımsal “yeni Avrupa güvenlik mimarisi” içinde görmek isteyip üyelik konusunu açmasından dahi rahatsız olan kibirle kendisini, gösteriyor.
AB’nin Türkiye ile ilişkileri Donald Trump döneminde ABD baskısı, Rusya korkusu ve her yanından yamalı “değerler Avrupası” üçgenine sıkışmış durumda. AB’nin geleneksel merkez güçleri istiyor ki Türk Silahlı Kuvvetleri bize Rusya’ya karşı destek olsun ama Türkiye üye adaylığından söz etmesin.
İkiyüzlülük budur.
Değerler Avrupası derken?
Değerler Avrupası, Soğuk Savaşın son bulmasıyla öne çıktı, 1993’te benimsenen Kopenhag Kriterleri 20 yıl boyunca AB’nin dünyanın bir numaralı “yumuşak gücü” olmasını sağladı. Türkiye’nin AB’ye üye olma ümidiyle attığı reform adımları da Kopenhag Kriterlerini referans almıştı. O rüya Yunanistan’ın Almanya’ya Polonya’yı veto etme şantajı yapıp, yeniden birleşme planını reddeden Kıbrıs Rum Hükümetine üyelik armağan etmesiyle bitti. AB Türkiye siyasetinde ikiyüzlülük zirvesine 2004’te ulaştı.
Türkiye’de reformist dönem de o aşamadan sonra gerilemeye başladı. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası o adımlar geri alınmaya başlandı. Osman Kavala ve Gezi Davasından Selahattin Demirtaş ve seçilmiş belediyelere kayyım atanmasına, basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılara dek hukuk devleti ve demokratikleşme alanında hasar arttı. Türkiye’nin atması gereken adım sayısı yeniden fazlalaştı.
Öte yandan değerler Avrupası her bir yerinden delindi. Yabancı düşmanlığı, İslam düşmanlığı, Siyonizm fetişizmi, ulus devlet eğilimlerinin AB’nin uluslarüstü niteliğini zayıflatması, Kopenhag Kriterlerinin neredeyse sadece Türkiye söz konusu olduğunda başvurulan bir söyleme dönüştürdü.
Şimdi askeri ikiyüzlülük
Polonya ve Türkiye’nin birkaç benzerliği var. Polonya, NATO’nun Doğu cephesinde, Türkiye Güney cephesinde Rusya ile komşu. Türkiye -ABD’den sonra- NATO’nun ikinci, Polonya da üçüncü büyük kara gücü. Stratejik ABD-NATO Füze Kalkanı savunma projesinin erken uyarı radar Türkiye’de (Malatya, Kürecik) füzeleri ise (Romanya ve İspanya ile birlikte) Polonya’da. İki ülke de birbirinin askeri kapasiteleri hakkında fikir sahibi.
Tusk’un Ankara’ya gelişi öncesinde, 11 Mart’ta NATO Genel Sekreteri Mark Rutte AB’yi Türkiye’nin savunma kapasitelerinden yararlanmak için Türkiye’yle daha yakın ilişki kurmaya çağırdı. Türkiye’nin son yıllarda askeri teknoloji ve üretimde de aldığı mesafe ve Türk ordusunun yarım asırdır PKK ile mücadelede kazandığı çatışma deneyimi Avrupalılara Rusya’ya karşı duruşlarında cazip gelmeye başladı.
Ancak iki yüzlülük burada başlıyor.
Özellikle Fransa, Almanya gibi AB’nin lokomotif güçleri “Türkiye ile savunma işbirliği ayrı, Türkiye’nin üyeliği konusu ayrı” diyor. Yani Türkiye’nin askeri kapasitesini Avrupa’nın Rusya korkusuna karşı kullandırması ama üyelikten söz etmemesi isteniyor.
Askere evet, üyeliğe hayır
İkiyüzlülük bununla da bitmiyor.
Örneğin Türk siyasetçilerin “Biz Müslümanız diye almıyorlar” demesi de Avrupa siyasi elitini rahatsız ediyor. Çünkü işin ucu gelip başta Fransa ve Almanya’daki milyonlarca Müslüman işgücüne dayanıyor. Örneğin, Türkiye’nin “Kıbrıs engeli” gerçeğini dile getirmesini de durmak istemiyorlar. Cenevre’de AB’nin taraf olarak katılmayacağı beşli Kıbrıs konferansı konusunda da karamsarlık yayıyorlar.
AB siyasi eliti şimdiye dek seçmenine askeri harcamaları kısarak refah vadediyordu. Oysa Donald Trump çıkıp Rusya’ya karşı ABD koruması istiyorlarsa pamuk ellerini ceplerine atmasını söyledi. Bu hem Avrupa’daki Rusya korkularını depreştirdi hem de Avrupa siyasi elitinin iktidar oyunlarını geçersiz kıldı; aşırı sağın yükselişine bir de bu açıdan bakın. Şimdi askeri cephede Türkiye’den güç alarak harcamalarını biraz olsun hafifletip, Türkiye’ye bir şey vermemeye çalışmak gibi bir ikiyüzlülük daha söz konusu.
Türk askeri gelsin, ama Türk siyasetçisi üyelik istemesin, yerini bilsin, öyle mi?
Türkiye’ye düşen
Daha önce artık “Türkiyesiz Avrupa savunma mimarisinin düşünülemeyeceğini” söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tusk ile basın toplantısında “AB, güç ve irtifa kaybının önüne geçmek hatta tersine çevirmek istiyorsa bunu ancak Türkiye’nin tam üyeliği ile başarabilir” dedi.
Ankara 2016’da göçmen anlaşmasıyla AB tarafından bir kez daha aldatıldığını düşünüyor ve aynı filmi bu defa Rusya’yla arasını bozmak pahasına görmek istemiyor. Yine de Türkiye jeopolitik kaldıraç gücünü kullanarak AB ile yakınlaşmak istiyor.
Yoksa Erdoğan, sadece askeri güç ve jeopolitik önem vurgusuyla AB üyeliği gelmeyeceğini biliyor.
Türkiye’nin demokrasi ve hukuk devleti kalitesini acilen yükseltmesi sadece biz Türk vatandaşları için değil ülkenin stratejik çıkarları açısından da önemli. Bunun aksini savunmak da Türkiye’nin kendini avutması demek, o da ikiyüzlülük. Türkiye’nin PKK’yı yarım asırlık silahlı mücadele çizgisini reddedip yasal siyasete zorlaması başarılı olursa, bu AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir sayfa açacaktır.