Türkiye’nin en muhalif kanalı olarak bilinen yılların Halk TV’si dün ciddi bir deprem yaşadı.
Geçmişinde ve bugünde türlü melanetle bilinen, FETÖ’cü, Ergenekon davalarının FETÖ tetikçisi, karanlık gazete Taraf’ın yazarı ve tüm özellikleriyle muhalif kesimin ve hatta iktidarın aklı başında isimlerinin bile nefret objesi olan birisi ile Halk TV’nin Youtube kanalında bir röportaj yayınlandı.
Açıkçası, herkes bu duruma şaşırdı.
Elbette ki gazeteler ve gazeteciler herkesle röportaj yapabilirdi ama röportaj yapılan kişinin sözlerinin veya fikirlerinin merak ediliyor olması ve bir değer taşıyor olması gerekirdi.
Burada öyle bir durum da yoktu.
Söz konusu kişi zaten her yerde fikir zannettiği şeyleri anlatıyor, bir yerlerde yayın yapıyordu; merak edilen, değer taşıyan bir tarafı da yoktu.
Halk TV’deki gazeteciler bu röportaja haklı bir tepki gösterdiler.
Çünkü o gazetecilerin bazıları röportaj yapılan bu kişi tarafından hedef gösterilmiş, onun tetikçiliği ile suçsuz yere hapis yatmış, bu kişinin parçası olduğu kumpaslar nedeniyle acı çekmişlerdi.
Önce Barış Pehlivan, hemen ardından Timur Soykan, Barış Terkoğlu ve o sırada uçakta olduğu için tepkisini biraz daha geç gösterebilen Murat Ağırel peş peşe sosyal medyadan durumdan duydukları hoşnutsuzluğu açıkladılar.
Bu isimler sıradan isimler değildi.
Bugün Türkiye’nin en güvenilir, en iyi gazetecileri deseniz hepsi ilk sırada sayılacak isimlerdi.
Kalitesiz bir tetikçi uğruna gücendirilecek isimler hiç değillerdi.
Ölçülü tepkilerinin yanı sıra çalıştıkları kanaldan bir de talepleri oldu.
Bu ayıplı röportajın Halk TV’nin Youtube kanalından çıkarılmasını istediler.
Patron ve kanal yönetimi bu ayıptan haberleri olmadığını söylüyordu madem, ayıplı röportaj kaldırılabilirdi.
Ancak bu talep reddedildi.
Ve sorun o noktada derinleşmeye başladı.
Kanalın patronu Cafer Mahiroğlu, dün akşam televizyonda program yapacak olan ekibi aradı ve “Sizin yayına katılayım. Eleştirilerinize yanıt verelim. Ben de meramımı orada halka anlatayım” diyerek yayına çıkmak istediğini belirtti.
4 gazeteci ve programın moderatörü Şule Aydın bu isteği doğru bulmadıklarını söylediler.
“Siz patronsunuz. Biz orada bu olayı ağır bir dille eleştireceğiz. Siz, haberiniz olmadığını söylediğiniz bir işin sorumlusu olarak karşımıza çıkarsanız doğru olmaz. Hem siz hem kanal yara alır. Yönetici arkadaşlar programa gelsin, biz onlarla tartışalım. Eleştirilerimizi onlara yönlendirelim. Siz de haberiniz olmayan ve onaylamadığınızı söylediğiniz bir şeyi savunmak zorunda kalmayın. Eğer orada sizinle sert biçimde tartışırsak kanal ve siz çok yıpranırsınız. Bizim de o saatten sonra birlikte çalışma ihtimalimiz kalmaz” yanıtını verdiler ve “patronun” yayına katılmasına izin vermediler.
Kanalın sahibi Cafer Mahiroğlu ise “Kanalın sahibi benim. Bu kanal için ne zorluklara göğüs gerdim. Kendi kanalımda beni programa çıkarmamak da ne demek. Cevap hakkım var ve kullanmak istiyorum.” deyince “Buyurun kullanın. O zaman biz yayına çıkmıyoruz” dediler ve zaten daha önce istifasını sunmuş olan Serpil Yılmaz’a katılarak kanaldan ayrıldılar.
Doğru mu yaptılar, yoksa daha yumuşak davranabilirler miydi benim karışacağım konu değil.
Açıkçası davranışlarını ilkeli buluyorum.
Röportaj yapılan kişinin AKP’ye son hizmeti de bu oldu.
Muhalefetin en önemli kanalını karıştırdı ve çok iyi gazetecilerin bu kanaldan ayrılmasına neden oldu.
Tabii Halk TV yönetiminin ve patronluğunun bu sorunu yönetememesi de ayrı bir sorun olarak karşımıza çıktı.
Benim Halk TV’den ayrılmak zorunda kalan bu arkadaşlarla ilgili fikirlerimi biliyorsunuz zaten.
En güvendiğim gazetecilerin başında geliyorlar.
Bu yüzden de eğer isterlerse tüm imkanlarımız emirlerine amadedir.
Gerçekten bağımsız, canlarının çektiği gibi bir gazetecilik yapma imkanlarını sağlamak benim, bizim görevimiz.
Gazeteciliklerini yapabilmek için ne isterlerse.
Biz Teke Tek Medya’yı böyle günler ve böyle gazeteciler için kurduk.
AKP diploma tuşuna da basacak
Güvenilir kaynaklar, siyasetin YÖK’e, YÖK’ün de İstanbul Üniversitesi’ne (İÜ) yaptığı yoğun baskının sonuç verdiğini ve İstanbul Üniversitesi’nin İBB Başkanı’nın 35 yıllık diplomasını iptal edeceğini söylüyorlar.
Oysa aynı Üniversite, kısa süre önce aynı diploma için “Usulüne uygundur” demiş ve geçerli olduğuna hükmetmişti.
Belli ki emir demiri kesecek ve İmamoğlu’na karşı bir koz daha oynanacak.
Tüm bunlar şunu gösteriyor.
İktidar, CHP adayına karşı kazanamayacağının farkında.
Kazanacak olsa, anketlerden kazanacaklarını gösteren sonuçlar geliyor olsa böyle “etik dışı” yollara başvururlar mıydı sizce!
Komik ve hatta aptalca olan şu.
İmamoğlu ile aynı dönemde ve hatta öncesinde ve sonrasında Kıbrıs’tan, İmamoğlu ile aynı üniversiteden ya da başka yabancı üniversitelerden Türkiye’deki üniversitelere yapılmış binlerce geçiş var.
Bunları konuşan yok.
Eğer ortada bir usulsüzlük var ise, ki üniversite daha önce usulsüzlük yok demişti, diğerleri ne olacak!
Onlarla ilgili kimse bir şey demiyor.
Kıbrıs’tan gelip İÜ’den diploma alan, o diploma ile devlet memuru olan, üniversite mezunu hakları elde eden, terfi eden, buna uygun maaş alan ve hatta o makamın özlük hakları ile emekli olanlar var.
Onlar ne olacak!
Onların diplomaları da iptal edilecek mi!
Yoksa onlar Cumhurbaşkanı adayı olmadığı ve AKP adayını yenecek durumda olmadıkları için onlara dokunulmayacak mı!
Mesele adaletse ve o diploma adil değilse diğerleri adil mi!
Hepimiz biliyoruz ki, İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı olmasa ve AKP’nin olası adaylarının tümünü yenecek güçte görünmese bu diploma mevzuu açılmayacaktı bile!
Peki YÖK’ün emri ve İÜ’nün karar değiştirmesi sonucu İmamoğlu’nun diploması iptal edilirse ne olur!
Çok basit.
Türkiye’de idarenin tüm kararları karşısında yargı yolu açıktır.
İmamoğlu mahkemeye gider ve bu işlemin iptali istemiyle dava açar.
Kanıtlarını sunar.
Sonunda yargı karar verir.
Yargıya güveniyor musunuz derseniz yanıt sıkıntılı ama ben her şeye rağmen uzun vadede yargının doğruyu bulacağına inanmaya devam etmek istiyorum.
Ama yargı da adaleti sağlamazsa o zaman iş Mansur Yavaş’a kalır.
O da çok daha büyük farkla kazanır.
Kim bilir, belki de bazıları onun kazanmasını daha çok istiyordur.
Zafer deyip güldürmeyin beni
ABD’nin Ortadoğu’daki yeni ileri karakolu YPG’nin ya da ABD’lilerin deyişiyle Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) HTŞ ile “askerî iş birliği” anlaşması yapmasını Türkiye’nin zaferi olarak nitelendirenler var.
Gülüyorum, çünkü gerçekten komikler.
“Terörist” dediğiniz PKK’nın devamı olarak nitelendirdiğiniz, ki öyleler, bir grubun Suriye’nin yeni rejimi dediğiniz bir Selefi grupla oturup anlaşma yapmasını gerçekten zafer olarak mı nitelendiriyorsunuz!
Siz HTŞ ile PKK/YPG/SDG’nin anlaşma töreninin fotoğraflarını gördünüz mü!
Colani ile Cobani ya da El Şara ile Abdi masaya yan yara oturmuş ve “eşitler” gibi karşılıklı imza atıyorlar.
Bu mu zafer dediğiniz!
Bu fotoğrafın Türkiye versiyonu şu olur.
Türkiye Cumhurbaşkanı ile PKK lideri oturup aynı masada iki eşit gibi imza atarsa burada bir zaferden söz edilebilir mi!
Tam aksine, şu anda Türkiye’nin terörist dediği grup, Suriye’de bir “hükmi şahsiyet” olarak kabul görmüş, kendini Suriye’nin “legal” yönetimi olarak tanıdığımız HTŞ ile eşitlemiştir.
Bu saatten ve o fotoğraftan sonra HTŞ için “primus inter pares” diyebiliriz belki ama sadece o kadar.
Düne kadar HTŞ’yi terörist olarak nitelendiren iktidarımız, artık YPG’yi de terörist olarak görmeyecek, göremeyecek demektir bu.
Pek yakında YPG militanlarının da aynen aradığımız HTŞ’liler gibi terörist listesinden çıkarılacağını tahmin etmek mümkün.
Eğer Bahçeli’nin taktığı sıfatla “Önder’in” dediğini dinleyip YPG’nin Irak’taki uzantısı PKK da adını değiştirip YPG’ye katılırsa ortada ne terörist kalır, ne de terörist diye nitelendirebileceğimiz bir grup.
O saatten sonra yapacağımız şey Suriye’den de, Irak’tan da çekilmek olur.
ABD’nin yıllardır istediği gibi.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Korkunun ecele faydasının olmadığı unutulmadığı zaman.