Hint Okyanusu büyüklüğündeki bir “İslam alemi” içinde, olsa olsa bir Madagaskar Adası büyüklüğünde olan İsrail önce Gazze’yi yerle bir etti.
Ardından Lübnan’a saldırdı.
Hizbullah’ı yok edeceğim diye Beyrut’un yarıya yakınını yerle bir etti.
Çoğu çoluk çocuk, kadın, yaşlı 60 bin insanı öldürdü.
Sonra Trump’ın anlatımına göre “Türkiye’nin desteği” ve “adamları” ile Suriye’de Esad rejimini yıktırdı. Rusya’yı ve İran’ı bölgeden söküp attı.
Suriye’nin güneyini işgal edip topraklarına kattı. YPG’nin elindeki hariç, Suriye’nin askerî gücünün tamamını yok etti.
Ve tüm bunları hallettikten sonra İran’a saldırdı.
İran’ın genelkurmay başkanını, ülkenin en güçlü figürlerinden Devrim Muhafızları komutanını ve onlarca generali evlerinde füze ile vurdu.
Nükleer programda çalışan 14 bilim insanını ortadan kaldırdı.
İran’ın dinî lideri Hamaney’i ise Trump’ın vetosunun kurtardığı söyleniyor.
Yoksa o da kervana katılacakmış belli ki!
Peki size samimi bir soru!
Sizce İsrail’in çevresini bir okyanus gibi saran, kendini “İslam alemi” olarak tanımlayan ve yüz milyonlarca hatta belki milyarlarca Müslüman’a ev sahipliği yapan onlarca ülke, toplam nüfusu 10 milyonu bulmayan İsrail karşısında gerçekten bu kadar çaresiz mi!
İsrail’e savaş açsınlar demiyorum ama İsrail’e doğru düzgün bir tepki gösteremeyecek kadar çaresiz ve güçsüz mü!
Elbette değil.
Ama size yemin ederim ki, bu ülkelerin büyük bölümünün ve hatta belki de tamamının yönetimleri, yöneticileri akşam yatağa yattıklarında İsrail’e şükretmiyor, dua etmiyor, eline sağlık demiyorlarsa ben hiçbir şey bilmiyorum!
Kerbela’dan beri bitmeyen bir kavganın ve kinin bugün İsrail’in elindeki en büyük güç olduğu aşikardır.
Siyasallaştırılmış bir dinin artık din olmadığının en büyük kanıtı, bugün olan biten karşısındaki “sahte” üzüntüdür.
Lukas Notaras’ı bilmem bilir misiniz!
Katolik Latinlere ve Katoliklere olan nefretinden ötürü “Konstantinopolis’te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim” cümlesi ile ünlü bir Doğu Romalı’nın tercihi sonunda gerçek olmuş ve Konstantinopolis’te Türk sarığını görmüştü.
Bugün de zannederim başta Suudi Prensi bin Selman olmak üzere İslam aleminin yöneticileri de “Şii sarığı görmektense Yahudi kipası görmeyi tercih ederim” noktasındadır.
Ve eninde sonunda neyi tercih ediyorsan onu görürsün.
Tıpkı Notaras gibi.
Özür dilerim, BOP eşbaşkanıyım demiş!
Bugün Youtube’daki programımda Erdoğan’ın “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş Başkanı” sıfatını kullanmadığını, övünmek için daha çok “Medeniyetler İttifakı Eş Başkanı” sıfatını kullandığını söyledim ve uluslararası alandaki önemini göstermek için bu unvanını sık sık vurguladığından ama sonuçta bunun da aynı manaya geldiğinden söz ettim.
Özür diliyorum, hafızam beni yanıltmış, kullanmış.
Evet, benim dediğim gibi “Medeniyetler İttifakı Eş Başkanı” unvanını sık sık gündeme getirmiş ama “BOP Eş Başkanı” olduğunu da saklamamış.
Saadet Partisi, Erdoğan’ın kendini “BOP Eş Başkanı” olarak lanse ettiği konuşmalarından bir potpuri yapıp yollamış.
Erdoğan bir dönem konuşmalarında “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi Eş Başkanı” olduğunu vurgulamış, bunun kendisine bahşedilmiş önemli bir unvan olduğunu düşünmüş olmalı ki, hiç saklama gereği duymadan tekrarlamış.
Evet. Doğrudan doğruya “Büyük Ortadoğu Projesi” dememiş ama “Kuzey Afrika’yı da kapsayan Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” tanımına sık sık atıf yapmış ve kendisini de bunun eş başkanı olarak konumlayıp bununla övünmüş.
Ve sadece bununla da kalmamış.
Bazı konuşmalarında “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’nin bir görevi” olduğunu söylüyor.
Dahası, Amerika ile bu BOP konusunda birlikte olduklarını ve bu proje kapsamında Diyarbakır’ın bir yıldız gibi parlayacağını da söylüyor.
O günlerin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, yine o günlerin Dışişleri Danışmanı Ahmet Davutoğlu bu konuda kendisine ne diyor, ne tavsiye ediyordu, bilmiyoruz elbette.
Buradaki asıl soru şu tabii.
Erdoğan bu Büyük ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi konusunda tüm bu olacakları biliyor muydu, yoksa orada da yanıltıldı mı!
Yanıltanlar Gül ve Davutoğlu mu idi, yoksa başkaları mı!
Gerçi bunları öğrenmek sonucu değiştirmiyor ama.
Yine de merak ediyorum!
İş Bankası, Hotamışlıgil ve Enlila
Çalışmalarını uzunca bir süredir Harvard Üniversitesi’nde adını taşıyan laboratuvarda sürdüren değerli bilim insanımız, benim de sevgili arkadaşım Prof. Gökhan Hotamışlıgil, önce diyabet, sonrasında otoimmün hastalıklar ve buna bağlı obezite ve ileri yaş hastalıkları üzerine çok önemli çalışmalar yaptı.
Zaman zaman kaldığı Teke Tek Bilim programlarında bu bulgularını paylaştı.
Ancak Gökhan Hotamışlıgil’in çalışmalarında hep bir ayak geride idi.
Gökhan bu konularda araştırma yapıyor ancak tedavi konusunda ne yapacaksın diye sorduğumda “Mekanizmaları bulalım, tedavi ondan sonra daha kolay” diyordu.
Dün önemli bir haber aldım.
Gökhan Hotamışlıgil İş Bankası ile bir ortaklık kurdu.
İş Girişim Sermayesi, Gökhan Hotamışlıgil’in yılların ürünü olan bulgularını şimdiye kadar tedavisi mümkün görünmeyen bu gibi hastalıkların tedavisine olanak sağlayacak bir projeye dönüştürecek bir şirket kurdu.
Enlila adı verilen bu biyoteknoloji şirketi, Hotamışlıgil’e 39 milyon dolarlık bir fon sağlayacak ve bu araştırmaların sonuçlarında ortaya çıkacak tedavi yöntemlerini veya ilaçları lisanslayacak.
Burada güzel olan şu.
Bir Türk bilim insanı, Atatürk’ün kurmuş olduğu bir Türk bankası tarafından fonlanacak ve fikri haklar bir Türk’te ve bir Türk bankasının kurduğu bir şirketin ortaklığında olacak.
Yoksa Gökhan Hotamışlıgil de Biontech’in kurucuları Uğur Türeci ve Özlem Şahin gibi bir uluslararası bir biofarma devi ile anlaşabilir, kısa yoldan zengin olabilirdi.
Ama o bunun yerine daha zor ama daha “milli” bir yolu seçti.
İş Bankası’na da ayrıca helal olsun.
Bankacılık açısından değilse de, milli açıdan çok önemli bir destek.
İstanbul Park doğru yere park etti
İstanbul Park pisti, benim de yönetiminde bulunduğum Motorsporları Federasyonu zamanında yapıldığı için mi bilmem ama bende önemi büyüktür ve niyeyse bu pistle aramda duygusal bir bağ var.
Bu pistin yapımında üç kişinin önemi aşikardır, inkar edemem.
Başbakan Bülent Ecevit, Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ve tabii Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Pist dünyanın en önemli pist dizaynırlarından Hermann Tilke tarafından çizildi ve bana göre dünyanın en iyi pistlerinden biri ortaya çıktı.
Ve yapılır yapılmaz da Erdoğan’ın destekleri ile Formula 1’in parası ödenerek yarışlar Türkiye’de düzenlendi.
Ancak daha sonra Başbakan Erdoğan bu işin yeterince faydalı olmadığını düşünerek desteği kesti ve F1 Türkiye’den çıktı.
Pistin imalatı karşılığında 20 yıl işletme hakkına sahip olan İTO’ya ait FİYAŞ burayı bir oto kiralama şirketine kiraladı ve cumhuriyet tarihinin en önemli ve en değerli spor tesisi bir anda Türk sporunun elinden giderek otoparka ve kiracının oyun alanına dönüştü.
Sistem yanlış kurulmuş, canım pist atıl hale gelmişti.
FİYAŞ’ın kira süresi dolunca pisti rezil eden yapı ve alt kiracısı buradan zorla da olsa çıkarıldı.
Daha sonra ihale ile yeni bir kiracı arayışına çıkıldı.
Ancak yeni kiracı hem yerine getirilmesi neredeyse imkansız bir sözleşmeye cehaleti nedeniyle imza attı hem de geçerli bir teminat mektubu sunamadı. Gerekli yatırımları da yapacak gücü olmadığı kısa sürede ortaya çıktı.
Fakat şanslıydı, cezai şartlar nedeniyle milyonlarca dolarlık yükümlülükten bir yargı kararı ile kurtuldu çünkü ihale iptal oldu.
Ve pistin sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bağlı olduğu Kültür ve Turizm Bakanlığı çok doğru bir iş yaparak yeniden ihaleye çıkıp, şaibeli birtakım işlere neden olmaktansa pisti Türkiye Motor Sporları Federasyonu’nun kullanımına tahsis etti.
Böylelikle ‘Pist ona peşkeş çekildi, buna peşkeş çekildi. İhalede şu yolsuzluk oldu, bu yolsuzluk oldu” gibi eleştirilerden kurtulduğu gibi, pisti de doğrudan doğruya yapılış amacına yani Türkiye’de motor sporlarının gelişimine tahsis etmiş oldu.
Bundan böyle bu pistte Türk sporcular yarışacak.
Projede olan ama yıllardır yapılmayan karting pisti hayata geçirilerek Türkiye’den de F1 ya da diğer kategorilerde yarışacak parlak pilotlar çıkmasına imkan sağlanacak.
Otomotiv devlerinin bu pistte yapacakları etkinliklerle Türkiye’nin hem tanıtımına katkı sağlanacak hem de gelir elde edilecek.
Ayrıca başta Formula 1 olmak üzere, onlarca farklı uluslararası yarış organizasyonu Türkiye’de düzenlenebilecek.
Türkiye’nin FiA’daki gücü ve etkinliğinin en üst seviyede olduğu bu dönemde bu pistin federasyona verilmesi gerçekten çok olumlu bir gelişme.
Kültür ve Turizm Bakanı da, Spor Bakanı da çok doğru bir iş yaptılar.
Bir motor sporları sevdalısı olarak teşekkür ediyorum.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Doğruya doğru demeyenin yanlışa yanlış deme hakkını kaybettiğini bildiğimiz zaman.