Suriye karıştı.
Başından beri söyledik, “Türkiye’deki iktidarın attığı palavralara bakmayın. Suriye’de hiçbir şey onların kontrolünde değil” dedik.
“El Şara ya da Colani denilen adamı ciddiye almayın. Bu Selefiler devlet mevlet kuramaz anca yıkmayı bilirler” dedik.
“Suriye kolay kolay stabilize olmaz. Daha çok karışır” dedik.
“HTŞ Suriye’de mezhepçilik yapıyor, bunun sonuçları olur” dedik.
“Bu El Şara’nın yaşlanıp yatağında ölme ihtimali pek düşük” dedik.
Ve Suriye dün itibarıyla karıştı.
HTŞ’ye muhalif gruplar özellikle bazı bölgelerde yeni rejimin güçlerine saldırdılar ve kimine göre 11, kimine göre ise 70’in üzerinde ölüme sebebiyet verdiler.
Şimdi bu durum herkese “Esad’a bağlı güçlerin saldırısı” olarak duyuruluyor.
Komik.
Esad mı kalmış.
Adam Rusya’da rehin.
Putin ile görüşmek için randevu alamıyor.
Eşi Esma Londra’ya gitmek istiyor, ona da ne İngiltere izin veriyor, ne de Rusya.
Saldırıların Esad ile alakası olmadığı aşikar.
Saldırıların nedeni, şimdilik adı HTŞ olan El Kaideci yönetimin mezhepçi yaklaşımları, ülkede kontrolü ele geçirdikleri günden beri yaptıkları katliamlar.
Colani rejiminden cacık olmayacağını ve bunların Selefi bir diktatörlük kurmak istediklerini ve bu diktatörlükte kendilerine kelime anlamıyla yaşam hakkı tanınmayacağını artık anlayan grupların isyanı.
Bunda Rusya’nın parmağı var mıdır?
Olabilir.
Sen bir yerde bir yara açarsan orayı herkes kaşıyabilir.
Bu saldırılarda başka dış güçlerin etkisi olabilir mi?
Aynı yaraya herkes dokunabilir.
Anlayacağınız, başından beri söylediğimiz üzere, Suriye’de bundan sonra olacaklar Türkiye’nin lehine olmamaya devam edecektir.
Esad’ı arayacağımız günler yakındır.
Yeni bir “Kandırıldık” öyküsü yanı başımızda yazılmaya başlanmıştır.
Yok daha neler!
Yuh artık ki ne yuh.
Ticaret Bakanlığı, İstanbul’da Kent Lokantası’nda yemek yiyerek bu deneyimi anlatan Vedat Milor hakkında soruşturma başlatmış ve kendisinden savunma istenmiş.
Neyse ki, şimdilik savcılık devrede değil.
Soruşturmanın adliyede değil, Ticaret Bakanlığında olması bile avuntumuz.
Yoksa evinden alıp kelepçe ile adliyeye götürüp, tutuklu yargılanmasına karar verilebilirdi.
Öyle yapmamışlar, örtülü reklamdan soruşturma başlatmışlar.
Madem böyle bir suç var.
O zaman Cumhurbaşkanlığı uçağına binip dünyayı gezenlere de de açık reklamdan soruşturma açın.
Onlar da yazılarının altına “işbirliği” falan yazmadan iktidarın yalan yanlış reklamını yapıyorlar.
Onlara soruşturma açmamanızın nedeni, kimsenin bunları kaale almaması ve bir etkilerinin olmaması mı yoksa iktidarın yanlışlarını övmenin serbest, muhalefetin doğrularını yazmanın ise yasak olması mı!
Bilmem iktidarımız farkında mı ama giderek komedi unsuruna dönüşmeye başladılar.
Ama bilsinler ki hiç ama hiç komik değiller.
İran’a bir saldırı olursa
Geçmişte Türkiye’nin güvenlik konularında önemli noktalarda bulunmuş bir tanıdığım aradı dün.
Asıl arama nedeni, benim Ulaştırma Bakanı Uraloğlu’nun İspanya Kralı Felipe’nin 2 koruma ile gezdiği Barcelona’daki GSM fuarında, Türkiye’den götürdüğü 5 koruma ile gezdiğini söylememdi.
“Abi, ben de oradaydım. Bakan Bey 5 değil, 3 koruma ile geziyordu. İkisi Türkiye’den gelmişti, biri ise büyükelçiliğin elemanıydı” dedi.
“Ben orada değildim ama size yakın bir gazeteci bana aktardı” dedim.
Bakanlığın ve GSM firmalarının ya da telefon üreticilerinin fuara götürdüğü gazetecilerden biri arayıp anlatmıştı ve iktidara da hiç ama hiç uzak biri değildi.
Neyse çok da önemli değil.
Bir gazeteci 5 diyor, heyette bulunan biri 3 diyor.
Sonunda 4’te anlaşacağız galiba.
Hazır aramışken, bir yandan da bölgedeki güvenlik konularını konuşmak istedim.
Suriye ve Irak’ta olan bitenleri ve yeni “Kürt Açılımı” ya da Barış Süreci ile ilgili anlatacaklarını merak ediyordum.
Çok umutlu konuşmadı.
“Öcalan samimi ama diğer taraflar ne kadar samimi bilmiyoruz. Öcalan’ı dinlerler mi, dinlemezler mi belli değil. Öcalan’ın PKK Kongresine katılımını istemeleri olacak iş değil. Olmayacağını bildikleri için de böyle bir şey söylüyor olabilirler. Belirsizlik var” dedi.
Sonra kendi ekledi.
“Bugün asıl sorun, Suriye veya Irak değil. Bugün asıl sorun, İran” dedi.
“İran’ın Suriye’de olan bitenden Türkiye’yi sorumlu tutarak Türkiye’ye yönelik bir hamle yapması mı? Ümit Özdağ da bunu söyledi” dedim.
“Yok abi, İran’ın Türkiye’ye bir hamle yapması zor. Asıl tehdit, ABD ve İsrail’in İran’a saldırması. Suriye’den sonra sıra orada, bu çok belli. Sadece bir zaman meselesi. ABD İran’ı vurmaya başlarsa İran Azerbaycanı’ndan Türkiye’ye yönelik bir göç başlar diye korkuyoruz. İran nüfusunun üçte biri Azerbaycan Türkü. Dinî liderler arasında 3 Türk var. Cumhurbaşkanı Türk. ABD’nin saldırması oradaki Türkleri çok etkileyecektir. Türkiye’ye yönelik bir göç ciddi sıkıntı yaratır” dedi.
Açıkçası meseleye hiç bu yönden bakmamıştım.
Çünkü İran’daki Türkler, İran’ın etkin ve güçlü bir parçası.
Kendilerini Türkiye’den çok İran’a yakın görüyorlar ve bölücü bir etnik unsur değiller.
Ama anladığım kadarı ile devletin böyle bir korkusu var.
Haybeye sarmaş dolaş
Bloomberg’de ilginç bir haber analiz vardı.
Uluslararası saygınlığı hayli yüksek olan ekonomi yayın kuruluşu, Türkiye’nin 1,5 yıl kadar önce büyük bir olaymış gibi duyurulan Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki 51 milyar dolarlık yatırım anlaşmasının hiçbir sonuç vermediğini ve bundan sonra da vermesinin beklenmediğini yazdı.
Farklı alanlarda pek çok özel sektör şirketinin BAE fonları ya da yatırımcıları tarafından satın alınmasını öngören anlaşmanın tüm ayaklarının teker teker çöktüğünü anlatan Bloomberg, FİBA Yenilenebilir Enerji ile yapılan görüşmelerin Arapların önerdiği çok düşük fiyat nedeniyle FİBA tarafının masadan kalkmasıyla sonuçlandığını, bir büyük Türk bankası ile yapılacak bir satın alma anlaşmasının yine benzer bir nedenle suya düştüğünü, BAE tarafının yer almayı planladığı bir çok alt yapı ve üst yapı projesinden çekildiğini, İstanbul Boğazı üzerinden geçecek bir demiryolu projesini üstlenmeyi planlayan BAE inşaat şirketinin bu yatırımdan vazgeçtiğini duyurdu.
Belli ki, o gün sanki yarın 51 milyar dolar gelecekmiş gibi anlatılan anlaşmada dağ fare bile doğurmamış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllarca darbe destekçisi dedikten sonra sarıldığı Abu Dhabi şeyhinden değil 51 milyar dolar, 51 kör sent bile gelmemiş.
Yani anlayacağınız boşu boşuna sarılmışız Şeyh’e.
Tıpış tıpış getirirsin
Futbol Federasyonu koltuğunu işgal etmiş olan zat yine iri konuşmuş.
“Yabancı hakem bir kereye mahsustu. Bir daha olmayacak” demiş.
Güldüm.
Bu yalancı pehlivan tipleri biliriz.
Delikanlılık dedikleri tavır sadece görüntüden ibarettir.
İçi koftur.
Büyük laf eder sonra altında kalırlar.
Daha önce de “Benim olduğum yerde yabancı hakem olmaz” demişti.
Gücü görünce tıpış tıpış getirdi yabancı hakemi.
Bu tipler kolay kolay utanmadığı için şimdi yine “Yabancı hakem bir daha gelemez” demiş.
Öyle diyeceğine “Ali Bey bana emir vermedikçe bir daha yabancı hakem getirmeyeceğim” deseydi daha inandırıcı olurdu.
Bak evladım, senin karakterin artık ortaya çıktı ve hiç şaşırtmadı.
O yüzden böyle büyük büyük laflar etme.
Sus, utancınla otur.
Ligin son haftası başa baş bir durum olursa, Ali Koç ağabeyin arayıp emrederse paşa paşa iki takımın maçına da yabancı hakem getirirsin, biliyoruz.
O yüzden kendini daha fazla rezil etme, küçük düşürme.
Anlaştık mı!
Bu arada okurlar benim fikrimi merak ediyorsa söyleyeyim.
Tüm maçları yabancı hakem yönetsin istiyorum.
Hepsini.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Her çakalı mafya zannetmediğimiz zaman.