Kurallara dayalı uluslararası sistemin sonu mu?

Kurallara dayalı uluslararası sistem kavramı Soğuk Savaş sonrası kullanılmaya başlandı. Küresel ilişkilerin şiddet ve baskılardan uzak şekilde hukuka, anlaşmalara ve kabul görmüş normlara göre yürütülmesini ifade ediyor. Kurallara dayalı sistem sözü ilk başlarda Biden yönetiminin ağzından düşmüyordu. Lakin uluslararası sistem paradoksal şekilde onun zamanında ağır darbeler aldı. Ukrayna’da ve Sincan’da insan hakları şampiyonluğu yapan Biden, Gazze’de İsrail’i destekleyerek samimiyetsizliğini ortaya koydu.

Ama gelen gideni aratır derler, Trump gelir gelmez Biden’ı mumla arattı. Hazret daha ilk günden yangının üzerine körükle gitti. Zaten ağır darbelerle sarsılmış olan uluslararası sistemde kural, norm ve hukuk namına geride ne kaldıysa yok etmek için elinden geleni yapmaya başladı. İçeride yaşadıklarımız yetmiyormuş gibi, her yeni güne Trump’ın yeni salvoları ile uyanıyoruz. Trump’tan medet uman dahili gafillerin sesi artık çıkmaz oldu.

İkinci Dünya Savaşı’na giden yol ve Cemiyeti Akvam tecrübesi

Oysa buraya çok zor gelindi. Uluslararası ilişkileri belli kurallara ve anlaşmalara bağlama çabaları 19’uncu yüzyılda ciddiyet kazandı. İlk adımlar savaş hukuku alanında atıldı. Mesela savaşta yaralılara ve esirlere insanca muamele yapılması, sivillerin askeri saldırılardan masun bırakılmaları gibi konularda ilk çok taraflı sözleşmeler 19’uncu yüzyılda imzalandı. Domdom kurşunu gibi zalim silahların kullanımı, esirlere işkence yapılması yasaklandı. Kızılhaç bu çabaların ortasında vücut buldu. 19’uncu yüzyıldan devralınan miras, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Cenevre Konvansiyonları halinde geliştirilerek kurallara dayalı uluslararası sistemin temel taşlarından birini oluşturdu.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir savaşı önlemek, uluslararası iş birliği ve diyalogu geliştirmek amacıyla 1919’da Cemiyeti Akvam (League of Nations-LN) kuruldu. Cemiyeti Akvam’ın fikir babası ABD Başkanı Wilson’du. Ama daha önce örneği bulunmayan bu örgüt baştan itibaren sakat doğdu. ABD Kongresi Wilson’a rağmen Cemiyeti Akvam’a üyeliği kabul etmedi. Wilson’u izleyen ABD yönetimleri de infiratçı politikalar benimseyerek örgütün dışında kaldılar. Maksat Avrupa’daki çatışmalardan uzak durmak ve Amerikan gençlerini Avrupalılar arası kavgalara kurban vermemekti. Meydan Hitler ve Mussolini gibi diktatörlere kaldı. Cemiyeti Akvam savaşı önleyemedi ve saldırgan-revizyonist ülkelerin darbelerine dayanamayıp yıkıldı gitti.

Savaşın tohumları esasen 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’ında atılmıştı. Başta ABD olmak üzere o dönemin en güçlü ülkeleri krizin etkilerinden kurtulmak için yüksek gümrük duvarlarının arkasına saklanarak iç pazarlarını korumaya çalıştılar. Dünya ticareti hızla geriledi. Yüksek gümrük vergilerinin fiyatları artırması ve ucuz yabancı mal girişinin kısıtlanması nedeniyle her ülkede hayat pahalılığı ve enflasyon arttı. Kısa sürede yoğun fabrika kapanmaları ve işten çıkarmalar yaşandı. Bu ortamda halklar arasında karşılıklı yön yargılar ve düşmanlıklar körüklendi. Bunların yıkıcı etkisi özellikle Almanya’da görüldü. Hitler gibi bir demagog ülkesinde zaten var olan ırkçılığı kamçılayarak ve savaş çığırtkanlığı yaparak kitleleri peşinden sürükledi. Avrupa kendini kısa sürede birincisinden çok daha kanlı bir savaşın içinde buldu. Roosevelt’in tüm çabalarına rağmen ABD savaşın dışında kalamadı. İkinci Dünya savaşında 60 milyon insan hayatını kaybetti.

BM sistemi ve nükleer savaş tehlikesi

Birleşmiş Milletler (BM) örgütü Cemiyeti Akvam'dan alınan derslerin üzerine kuruldu. BM’nin kurucularının arasında Almanya’ya son anda savaş ilan eden Türkiye de yer aldı. Maksat Cemiyeti Akvam’ın yapamadığını yaparak tüm devletleri bir çatı altında toplamak, uluslararası diyalog ve iş birliği zemini oluşturarak yeni bir savaşı önlemekti. Bu girişimin öncülüğünü ABD yaptı. İtici gücünü onunla birlikte savaştan galip çıkan devletler oluşturdular. BM’nin merkezi New York’ta kurulurken, savaşın galibi beş devlet Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip daimi üyelik elde ettiler. George Orwell’in Hayvanlar Çiftliği adlı eserinde olduğu gibi, BM çatısı altında yer alan tüm devletler birbiriyle eşit olsalar da Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi (P-5) diğerlerinden daha eşit bir statü kazandılar.

Ama yine de BM’nin odağında yer aldığı bir kurallar ve kurumlar manzumesi hayata geçirilebildi.

BM’nin kuruluşundan bu yana çok sayıda kanlı bölgesel savaş yaşanmış olmasına rağmen, insanlığın sonunu getirecek üçüncü dünya savaşının çıkmaması savaş sonrası dönemin en büyük başarısıdır. Bu konuda ABD ile Sovyetler Birliği arasında kurulan nükleer dehşet dengesi elbette en önemli faktör olarak görülebilir. Ancak BM’nin tüm yetersizliklerine rağmen bir nükleer savaşın çıkmaması konusunda önemli bir rol oynadığı yadsınamaz. BM şemsiyesi altında imzalanan veya BM tarafından sahiplenilen nükleer silahsızlanma anlaşmaları savaş tehdidinin geriletilmesinde çok önemli bir işlev gördü.

Uluslararası sistemden bahsedilirken nükleer silahlara ayrı bir vurgu yapmak lazım. İsrail Gazze’de konvansiyonel silahlar kullanarak 1,5 yılda ancak 50 bin kişi öldürebildi. Oysa ABD 1945’te Hiroşima’ya tek bir bomba atarak 140 bin kişinin canını aldı. Bugünkü gelişmiş silahlarla nükleer savaş çıkması halinde dünyanın sonu gelebilir. Ne yazık ki nükleer silahlarla ilgili olarak şu andaki durum on yıl öncesine göre iyice kötüleşti. Rusya, Ukrayna savaşında sorun yaşadıkça Batıyı nükleer silah kullanmakla tehdit ediyor. ABD ve Rusya orta menzilli nükleer silahların kısıtlanması anlaşmasından (INF) bir süre önce çekildiler. Bu alanda artık kural ve kontrol geçerli değil. New START olarak adlandırılan Stratejik Nükleer Silahların Kısıtlanması Anlaşması 2026 tarihinde sona eriyor. Söz konusu anlaşmanın uzatılıp uzatılmayacağı henüz belli değil. Çok şükür, BM şemsiyesi altında imzalanan 1968 tarihli Nükleer Silahların Yayılması Anlaşması (NPT) yürürlükte ama, bu anlaşmayı nükleer silahlara sahip Hindistan, Pakistan, İsrail hala imzalamadılar. Kuzey Kore ise imzasını geri çekti.

Çin, ABD ile girdiği silahlanma yarışında nükleer silahlarını hızla çoğaltıp geliştiriyor. Sahnede hiç bir kural kabul etmeyen, neredeyse gün aşırı füze fırlatarak komşularını tehdit eden Kuzey Kore gibi saldırgan bir ülke var. Düşman kardeşler Hindistan ve Pakistan birbirlerini aba altından nükleer sopa göstererek tehdit ediyorlar. Ortadoğu’yu hallaç pamuğu gibi atan İsrail’in elindeki nükleer silahlar bu devletin güvenliğini sağlamaktan ziyade, Orta-Doğu’da tehdit oluşturuyor. İran ise, molla rejiminin bekası ve İsrail’e karşı korunmak maksadıyla bu silahlara bir an önce sahip olma gayreti içinde.

Trump geleli beri sorunlar arttı

Kurallara dayalı sistemin aldığı yaralarda herkesin az veya çok payı var. Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığı, Çin’in Tayvan ve Güney Çin Denizi’ni çevreleyen ülkeler üzerindeki baskısı, İsrail’in Gazze’deki soykırımı, İsrail’in katliamlarını kâh aktif kâh sessiz kalarak destekleyen Batı’nın tavrı, kurallara dayalı uluslararası sistemin kazanımlarını bir bir yok ediyor. Ama Trump geleli beri sorunlar iyice arttı.

Trump’ın yaptıkları adeta İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşananların tekrarı gibi. Bir yandan başka ülkelerin topraklarıyla ilgili yayılmacı emellerini fütursuzca sergileyip gerilim yaratıyor, bir yandan da gümrük tarifelerini artırarak ticaret savaşlarını tetikliyor. Trump’ın hedefinde ABD’nin yakın komşularının ve müttefiklerinin olması da çok ilginç.

Ama Trump en çarpıcı çıkışını Gazze konusunda yaptı. Gazzelilerin Ürdün ve Mısır’a yerleştirilmesi fikri başlı başına bir sorun. Trump’ın savunduğu fikirlerin uluslararası ceza hukukundaki karşılığı zorla göç ettirme (tehcir) ve etnik temizlik suçlarıdır. Bunlar Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) statüsüne göre insanlığa karşı işlenebilecek en ağır suçlar arasında yer alır. Üstüne bir de Filistinlilerin kanları henüz kurumamışken Gazze’yi Orta-Doğu’nun Rivierası haline getirme planı var ki, inanılır gibi değil. Ama Trump’ı durdurabilecek bir güç ortalıkta gözükmüyor. Salı günü Beyaz Saray’da ağırlanan Ürdün Kralı’nın Trump parlak fikirlerini basının önünde tekrarlarken ağzını açıp tek bir söz edememesi hicap verici bir durumdu.

Trump bir darbe de UCM’ye vurdu

UCM Savcısı Kerim Han Putin hakkında tutuklama kararı çıkarınca ABD ve Batılı ülkeler bundan ziyadesiyle memnun olmuşlardı. Aynı savcı Netanyahu hakkında soykırım iddiasıyla tutuklama kararı yayınlayınca bu kez ABD’nin ve bir kısım Batılı ülkelerin tepkisi farklı oldu. Bunlar kararı kabul etmeyeceklerini açıklayarak uluslararası hukuk sistemine ne kadar saygı duyduklarını çarpıcı bir şekilde ortaya koydular. Trump bu hafta içinde Kerim Han hakkında yaptırım kararı açıklayarak kurallara dayalı uluslararası hukuk sistemine yeni bir savaş açtı. Trump’ın aldığı yaptırım kararı uyarınca Kerim Han bundan böyle ABD’ye seyahat edemeyecek ve varsa ABD’deki mal varlığına el konulabilecek. Oysa savcının sık sık ABD’nin de daimi üyesi olduğu BM Güvenlik Konseyi’nde dava süreçleri hakkında rapor vermesi gerekiyor. Benzeri bir durum yıllar önce BM’ye gitmek isteyen Yaser Arafat’la ilgili olarak yaşanmıştı. O zaman BM çalışmaları için New York’a seyahat eden diplomatik heyetlere tanınan dokunulmazlık çerçevesinde Arafat Genel Kurul’a herhangi bir engelle karşılaşmadan katılabilmişti. Bakalım bu kural Kerim Han için uygulanabilecek mi?

Trump’ın uluslararası hukuk, kural ve kurumlara karşı takındığı olumsuz tavır başka alanlarda da kendini gösteriyor. Örneğin Güney Afrika’ya yapılan ABD yardımlarının bu ülkenin Uluslararası Adalet Divanı nezdinde İsrail’e karşı açtığı soykırım davası nedeniyle sonlandırılması uluslararası hukukun işleyişine karşı girişilmiş kaba bir tecavüzden başka bir şey değil.

Trump’ın ABD’yi Dünya Sağlık Örgütü’nden çıkarma kararı ve BM Paris İklim Sözleşmesi’nden çekmesi de kurallara ve kurumlara dayalı uluslararası sisteme karşı yapılan farklı tecavüzler. Küresel ısınmayla ilgili çalışmalara, atmosfere en fazla sera gazı salan ülkelerden biri olarak öncülük yapması beklenirken, ABD’nin Trump’ın emriyle fosil yakıt çıkarmaya yeniden hız vermesi bugüne kadar yapılan bütün gayretleri boşa çıkarma anlamına geliyor.

Uluslararası toplum her şeye rağmen sorumluluklarına sahip çıkıyor

Ama uluslararası toplum işin içinde ABD olsa da, olmasa da, karşılaştığı sorunlarla başa çıkmak için gayret göstermeye devam ediyor. Bunun en güzel örneği iki gün önce yapay zekâ (AI) konusunda Paris’te Macron ve Modi’nin eş başkanlıklarında düzenlenen uluslararası konferansta görüldü. Trump her ne kadar kontrolsüz bir AI yarışı için düğmeye basmış olsa da, dünya bu alanda kural ve ilke belirlemek istiyor. Konferansa ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in de katılmış olması, hiçbir ülkenin bu gibi çalışmaların dışında kalmak istemeyeceğini göstermiş olması bakımından, dikkatle not edilmeli.

Yazının başlığı bu nedenle bir kanaat değil, bir soru içeriyor. Dünyanın karanlık bir dönemden geçtiğine kuşku yok. Ama demagoglar, otokratlar ne yaparlarsa yapsınlar insanoğlunun kazanımlarının geri çevrilmesi mümkün değil. Kurallara dayalı uluslararası sistem aldığı darbelere rağmen geçerli olmaya devam edecek. Bu konuda tarihe bakmak yeterli.

Trump’ın yaptıkları tarihin tekerrürü olarak görülebilir, ama değil. İkinci Dünya Savaşı’nda dünya ağır bir trajedi yaşadı ve bedelini ödedi. Benzeri bir durumun artık yeniden yaşanması mümkün değil. Olsa olsa bir Trump komedisi ile karşı karşıyayız. Marx’ın ünlü sözlerini tekrarlarsak, “Tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder.”