Erdoğan olmadan sanki hiçbir şey yürümüyor?

Başlık Almanya’dan, Gramer Hatası Yunanca’dan

Başlığı Almanya’nın en ciddi gazetelerin Südeutsche Zeitung’da dün çıkan bir yorumdan aldım. Almanların Türkiye’yi ve Erdoğan’ı çok iyi tanıdıklarını ve çok yakından takip ettiklerini bilmem anlatmama gerek var mı? Yazıda Erdoğan’ın içerideki tüm otoriterliğine ve antidemokratik politikalarına bakmaksızın dışarıda öneminin arttığına, Erdoğan’ın şu sıralar Suriye ve Ukrayna başta  olmak üzere, önemli gelişlerin odağında yer aldığına vurgu yapılıyor ve bu fırsatı Trump sayesinde elde ettiği öne sürülüyor.

Başlıktaki gramer hatasını ise okuyucunun affına sığınarak Yunancaya gönderme olsun diye bilinçli yaptım. Yunanca gramerde -bildiğim kadarıyla- soru takısı kullanılmaz. Yunancada düz cümle, soru vurgusu ile okunduğunda soru cümlesi haline getirilir. O yüzden Rum vatandaşlarımız “sen gidiyorsun?” şeklinde sevimli sorular sorarlar. Rum vatandaşlarımız azaldıkça bu kültürel renklerimiz soluyor maalesef.

Ama amacım burada Yunanca üzerine haddim olmadan bilgiçlik taslamak değil. Bunu Erdoğan’ın artan öneminin en ziyade Yunanistan’da ve üstelik endişe ile takip edildiğini vurgulamak maksadıyla yaptım. Yunanlı dostlarımız, Erdoğan’ın kişiliğinde Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisinde artan öneminden, Ukrayna krizine arabuluculuk çabalarının ve Suriye’nin geleceği hakkındaki girişimlerin odağında yer almasından, kendi açılarından hiç memnun değiller. Yunanlılar Avrupa’da ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin yalnızlaştığını düşünürlerken, birden sahne ışıklarının üzerine çevrilmiş olmasından hiç mi hiç hoşlanmıyorlar.

 

Türkiye’nin artan önemi

Ama Türkiye’nin artan önemini, ne Erdoğan’ın dünya liderliğiyle, ne  de Esad’ın ve PKK’nın işininin bitirildiği ucuz hamasiyetiyle açıklamak mümkün değil. Türkiye’nin önemi iki nedenden dolayı artıyor: Dünya değişiyor, çok kutuplu dünyada Türkiye gibi bölgesel oyunculara daha fazla rol düşüyor.

İkincisi neden ise Trump etkisi. Trump geleneksel ABD dış politikasından bu denli ayrılmasaydı, ABD kurumlarını bir kenara iterek kendi bildiğince “iş bitirici” kuvvetli adamlarla çalışma alışkanlığı içinde olmasaydı, Türkiye’nin üzerine bu denli nur yağmazdı. Biden zamanında Türkiye’nin niye örselendiği, sonrasında öneminin niye arttığının açıklaması burada yatıyor.

Ama el hak, Erdoğan’ın da bu sonuçta kişisel katkısı olduğu yadsınamaz. Erdoğan hem Ukrayna krizinde, hem de Suriye’de önemli riskler aldı. Şimdi bunun meyvlerini topluyor gözüküyor. Ama bu saptamamız anlık bir fotoğraf. Her olguda olduğu bu gibi kriz alanları ve onların ötesinde Türkiye’nin bir şekilde methaldar olduğu tüm süreçler, diyalektiğin kurallarına tabi. Bugün Türkiye’nin lehine gelişmiş gibi gözüken süreçler, yarın aleyhine dönebilir.

Tarih ve coğrafya Türkiye’nin lehine çalışıyor

Şunu unutmamak lazım, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyaya hakim olan güçler uzun yüz yıllar boyunca hem Karadeniz’in kuzeyinde hem Balkanlar’da hem Doğu Akdeniz’de hem Ortadoğu’da hem de Kuzey Afrika’da etkili oldular. Osmanlı İstanbul’a girmeden önce orada Doğu Roma ve Bizans vardı. Gerçi bugünkü İstanbul’dan o günkü dünyayı yönetenler kendilerini hiçbir zaman Doğu Roma veya Bizans olarak adlandırmadılar. Devletlerinin ismi Roma idi. Kendilerine de Rum veya Rumi diyorlardı. Biz de onları bu şekilde adlandırdık. Ceddimiz Hristiyanlığın ana katedrali olarak inşa edilen o muhteşem tapınağın adını, camiye dönüştürmüş olsa da, değiştirme sığlığına düşmedi.

Ayasofya inşa edildiğinde henüz ne Katolik-Ortodoks Schism’i yaşanmıştı, ne de İslam doğmuştu. O yüzden Ayasofya sadece Ortadoksluğun değil, bir dönem semavi dinlerin en büyük tapınağı sayılmalıdır.

Aynı Konstantinopolis’ten 10’ncu yüzyılda pagan Slavları tanrının yoluna kazandırmak için görevlendirilen Kiril ve Metodi adlı Selanikli iki kardeş, Slav dünyasına Ortodoksluğu ve Kiril alfabesini kazandırdılar. Şu anda Balkanlar’da, Ukrayna’da, Rusya’da ve diğer Slav Ortodoks topraklarında dini birikim ve yazılı kültür adına ne varsa, hepsi İstanbul’a dayanır.

Ama Kiril alfabesinin Yunan alfabesinden neşet ettiğini, Yunan alfabesinin Fenike alfabesine, Fenike alfabesinin Sümer yazısına dayandığını unutmamak gerekir. Arap alfabesi de aynı kaynaktan çıkmıştır. Bunlar insanlığın kültürel mirasıdır.

İktidar keşke Ayasofya ile ilgili kararını verirken iç politik kaygılarla değil de bu anlayışla davransaydı. Keşke Ortodoks aleminin hassasiyetleri dikkate alınsaydı. Ve elbette onların da ötesinde, keşke bu tapınağın insanlığın ortak kültürel mirası olduğu bilinciyle hareket edilseydi, Atatürk’ün anlayışına saygı duyulsaydı. İntikamcı, cumhuriyet ve laiklik karşıtı duygularla hareket edildiği sürece insanlığa katkıda sunma şansımız maalesef bulunmuyor.

Putin’in görüşmeye gelmemesi şansızlık oldu

Putin’in doğrudan görüşmeler için iki tarafın da ortak tarihi ve kültürel köklerine yakın, evlerinden uzak olmayan İstanbul’u önermesi isabetli olmuştur. Ama Putin’in kararında esas olarak son ateşkes görüşmelerinin 2022’de İstanbul’da yapılmış olması etkili oldu. Rus heyetin başkanlığına o gün de başkanlık yapmış olan Putin’in danışmanı Mendinsky getirildi. Putin Zelensky’i muhatap almamak için şahsen gelmemiş olabilir ama, bu şansız bir karar oldu. Oysa Zelensky Putin’le İstanbul’da görüşmeye hazırdı. Putin katılsaydı, Trump da İstanbul’a gelir, belki de hızla sonuç alınabilirdi. Bundan sonrası artık Putin’in samimiyetine ve Trump’ın süreci ne ölçüde sahipleneceğine kaldı. Trump’ın tarafları uzlaştırmak için ne gibi kozlar öne süreceğini görmek lazım. Trump’ın ağırlığını Putin’den yana koyması ve sahadaki durumun Ukrayna’nın aleyhine olması nedeniyle Zelensky’nin işi hayli zor görünüyor. Ama Zelensky’nin her an bir sürpriz yaparak masayı Putin’in aleyhine çevirme olasılığını da hiç yabana atmamalı. Bu konuda en büyük yardımcısı, fevri kişiliği ile her zaman sürpriz yapabilecek olan Trump’tan başkası değil.

Trump Suriye üzerindeki yaptırımları kaldırmaya karar vererek Netanyahu’yu karşısına almış olabilir mi?

Trump’ın Suriye üzerindeki ABD yaptırımlarını kaldırma kararı en çok Netanyahu’yu üzdü. Çünkü Netanyahu kolu kanadı kırık bir Suriye üzerinde baskıyı sürdürme hesapları yapıyordu ve Trump’tan bu tür bir karar almaması için ne zamandır ricacıydı. Üstelik Trump’ın verdiği kararda Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın (MBS) ve Erdoğan’ın etkili olduğunu açıklaması her halde hayal kırıklığını iyice arttırmıştır. Ama Trump’ın Suriye kararında İsrail’e de çok büyük kazançlar çıktığı anlaşılıyor. Her şeyden önce Trump El Şara’dan Suriye’nin (zaman içinde) İbrahim Anlaşmaları’na dahil olmasını şart koştu. Ayrıca Suriye ordusundan cihatçı militanların arındırılmasını ve İsrail’e tehdit oluşturacak davranışlardan uzak durmasını istedi. Dolaysıyla bir yandan Suriye ve Türkiye ile Arap aleminin istedikleri yerine getirilirken, bir yandan İsrail’in bekası bakımından çok önemli tavizler aldı. Suriye üzerindeki yaptırımların kaldırılmış olması Suudi Arabistan’ın İbrahim Anlaşmalarına katılma olasılığını da arttırdı.

Rojava ve çözüm süreci

Trump’ın El Şara’dan Suriye’nin iç düzeni hakkında başka talepleri olup olmadığı henüz açığa kavuşmadı. Ancak SDG bölgesindeki İŞİD militanlarının tutulduğu hapishanelerin Suriye hükümeti tarafından devralınmasını istemiş olmasından dolayı, bu konuda da birtakım talepleri olduğunu düşünmemiz için yeterli sebep var. Trump büyük bir ihtimalle El Şara’dan Rojava bölgesi üzerinde Kürtlerle uzlaşma istemiştir. Bu öngörümüz doğruysa bunun açılım süreci üzerinde de etkileri olacaktır. Çözüm sürecinde evdeki hesap hiçbir zaman çarşıya uymuyor. Bu pilav daha çok su kaldıracak gibi gözüküyor.

Çözümün anahtarının Türkiye’de olduğu anlaşılmadığı sürece buradan kolay çıkış olmayacak. Anaların yeniden ağlamaması, Türkiye’nin ulusal kaynaklarının daha fazla heba edilmemesi isteniyorsa, artık demokrasiye şans verme zamanı geldi.

Papa Leo’nun ziyareti

Yukarıda tarih ve coğrafyanın Türkiye’nin en büyük zenginliklerinden biri olduğunu vurgulamaya çalıştım. Bunlar boş, klişeleşmiş sözler olarak algılanmamalı. İstanbul’a da adını veren Roma İmparatoru Büyük Konstantin daha Hristiyanlığı kabul etmeden (son anda, ölüm yatağında İzmit’te vaftiz olduğu söylenir) bundan tam 1300 yıl önce İznik’te ilk ekümenik dini konseyi kendi başkanlığında toplayarak Hristiyanlığın Roma İmparatorluğunun resmi dini haline gelmesi konusunda ilk adımı attı.

Yeni Papa Leo XIV bu vesileyle mayıs ayı sonunda Patrik Bartholemeos’un (Vartholemeos olarak okunur) konuğu olarak İznik’e gelecek. Beraber ayin düzenleyecekler, tüm Hristiyanlık aleminin gözleri Türkiye’nin üzerine dönecek. Bu ülkemiz için çok büyük fırsat olduğu kadar, riskler içeren bir an. Her şeyden önce uluslararası medya Türkiye’deki din ve vicdan özgürlüklerini sorgulayacaktır. Daha sonra da insan haklarının ve demokrasinin durumunu mercek altına alacaktır. Bu alanlarda başımız dik, alnımız ak mı? Bu arada ayninin yapılacağı İznik’teki Ayasofya’nın (camii) durumunu hiç açmayalım daha iyi.

Son bir not: Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlık hemen devlet dini olmadı. Bu süreç iki yüzyıldan fazla sürdü. Pagan inançlar ile Hristiyanlık uzun süre yan yana yaşadılar, hatta bazı önemli merkezler, mesela Efes, uzun süre Hristiyanlığa direndi. Pagan inançlarına en büyük darbe bugünkü Ayasofya’yı inşa ettiren Jüstinyen ve Teodora zamanında vuruldu. Onların döneminde bir yandan Ayasofya gibi muhteşem bir eser inşa edildi, ama bir yandan da büyük bir kültür, mimari ve heykel tahribatı yaşandı. Klasik Yunan ve Roma dönemine ait ne varsa o dönemde kırıldı yıkıldı. Hristiyanlığın fanatizmi erken geldi ve insanlık mirasına hayli zarar verdi. Bunları da aklımızın bir köşesinde tutmak gerekir.