ABD Başkanı Donald Trump’ın 20 Ocak tarihinde and içip göreve başlamasının hemen ertesi günü bu köşede yayımlanan yazım “Trump Beyaz Saray’da, Türbülans Yaklaşıyor, Kemerlerinizi Bağlamayı Unutmayın” başlığını taşıyordu.
Bu başlık, aslında Trump’ın meselelere bakışını ve yönetim tarzını genel çerçevesiyle bilen herkesin üzerinde birleşeceği bir beklentiyi anlatıyordu. Tedirginliğin, endişenin baskın olduğu bir beklentiyi.
Ancak geçen iki buçuk haftalık süre içinde ABD cephesinde yaşananlara bakınca, bu başlığın durumun ciddiyetine dikkat çekmek bakımından belki de yetersiz kaldığını kabul etmeliyim. Türbülansa bu kadar kısa sürede ve bu kadar sert bir şekilde girileceği galiba tahmin edilmiyordu.
*
Seçim kampanyası döneminde Trump’ın yönetime geldiği takdirde izleyeceği dış politikaya ilişkin bir dizi genel tahmin yapılmakla birlikte, kendisinin geçen kasım ayında seçimi kazandıktan sonra dile getirdiği bazı görüşler yine de şaşırtıcı nitelikteydi.
Örneğin, NATO üyesi Kanada’yı ABD’nin 51’inci eyaleti yapmaktan, Panama Kanalı’na el koymaktan söz ediyordu.
Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduktan hemen sonra Gazze’de yaşayan Filistinlileri Ürdün ve Mısır’ın alması gibi bir öneriyle ortaya çıkması, kendisinin ne kadar aykırı çizgilere kayabileceğinin bir diğer işareti oldu.
Buna karşılık, Gazze’ye el koyarak bu toprakları ABD’nin “sahipliğine”geçirmekten söz edebileceği, burada “Ortadoğu’nun Riviera’sını yaratmak”, yani Gazze’yi Akdeniz’de Fransa ve İtalya sahillerindeki lüks turizm bölgelerine çevirmek gibi bir hedefe yönelebileceği, galiba kimsenin aklının ucundan bile geçmemişti.
Önümüzdeki dönemde başka bir ülkenin toprakları üzerinde Las Vegas benzeri bir projeyle ortaya çıkması da şaşırtıcı görülmemelidir.
*
Aslında 20 Ocak günü yemin töreninde yaptığı konuşmada başkanlığında “ABD’nin topraklarının genişleyeceğini” belirtirken, bunun Trump’ın dünyaya güç göstermeye dönük taktik bir söylemi değil, sahici emperyal heveslerini yansıtan ciddi bir niyet beyanı olduğu böylelikle anlaşılmış olmaktadır.
Gerçekten de çok kısa süre içinde birbiri ardına yaptığı açıklamalarla 20 Ocak’ta duyurduğu bu manifestoyu bizzat hayata geçirmeye dönük somut hamlelerle karşımıza çıkıyor Başkan Trump.
*
Önceki gün İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yanında yaptığı Gazze’ye ilişkin çıkışını örnek bir vaka olarak birçok açıdan ele almak gerekiyor. Trumpdöneminde Beyaz Saray’daki karar alma mekanizmasının işleyişini anlamak açısından da...
Bir kere, yeni yönetimde dış politika ve güvenlik alanında kritik görevlerde bulunan şahsiyetlerin hiçbirinin bu projeden haberdar olmadığı anlaşılıyor.
Trump’ın, aklına düşen ya da kendisine aktarılan ve benimsediği herhangi bir fikri, yönetim kademeleri içinde artıları ve eksileriyle değerlendirmeden hemen Amerikan siyaseti olarak dünya kamuoyuna açıklayabileceğini görüyoruz.
Getirdiği önerinin hiçbir hukuki dayanağının bulunmadığını, uluslararası hukukla bağdaşmadığını, Filistin sorununun geçmişini, bu çerçevede zorluğunu ve karmaşıklığını kavramaktan, ayrıca tetikleyebileceği vahim sonuçları idrakten yoksun olduğunu belirtmeye gerek yoktur.
*
Cehaleti, egosu ve dürtüleriyle hareket eden kişiliği, ABD’nin gücüne dayanarak herkese her şeyi empoze edebileceği yolundaki mutlak üstünlük duygusuyla birleştiğinde, ortaya çıkan sonuç, bugün bütün dünyanın yaşadığı büyük şoktur.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Trump’ın çıkışı karşısında “etnik temizliğin her şeklinden kaçınmak gerektiği” yolunda bir açıklama yapma ihtiyacını duyması yeteri kadar uyarıcı olmalıdır.
*
Trump, ülke içinde ABD’nin yerleşik köklü kurumlarına, doğrudan devlet aygıtına ve onun tecrübeli, birikimli kadrolarına karşı büyük bir saldırıya girişirken, benzer bir saldırgan tutumu aynı zamanda uluslararası düzene karşı da sergilemektedir.
Zaten belli ölçülerde boşlukta seyretmekte olan “Kural temelli uluslararası düzen” ideali, Trump’ın son çıkışlarıyla tümüyle devreden çıkmakta ve uluslararası alanda tam anlamıyla bir kuralsızlık egemen olmaktadır.
Büyük, orta ya da küçük ölçekte herkesin gücünün yettiği oranda istediğini yapabileceği hususunda elini serbest hissettiği bir dönemin kapısı aralanıyor.
ABD, çıkarları gerektirdiğinde başka ülkelerin topraklarını pekala ele geçirme hakkına sahip olduğu yolunda bir doktrinle hareket ettiğinde, Rusya’nın 2022 yılında Ukrayna’yı işgal etmesine gösterilen itirazların hangi dayanağı kalacaktır ki?
*
Muhtemeldir ki, ABD Başkanı’nın bu gibi çıkışlarının, önümüzdeki haftalarda, aylarda sınır tanımayan bir çerçevede benzer başka krizlere de yol açmasını izleyeceğiz.
Bir örnek doğrudan NATO içinden de verilebilir. Trump’ın bir NATO müttefiki olan Kanada’yı 51’inci eyalet olarak ABD’ye katmaktan söz etmesi, öncelikle NATO açısından her bakımdan sıkıntılı bir durumdur.
Kendisinin NATO’ya eskiden beri sıcak bakmadığı, ABD için büyük bir mali külfet olarak gördüğü, ilk başkanlığında Avrupa’daki ABD askerlerini çekmeyi tasarladığı hatırlandığında, NATO cephesinde bir dizi kırılmaya tanıklık etmek şaşırtıcı olmayacaktır.
NATO, Atlantik’in iki yakasının güvenliğini birleştiren, birbirine kilitleyen bir bağın üzerinde kurulmuştur. Trump’ın sergilediği bakışla yola devam etmesi halinde bu bağın da ciddi bir şekilde çatlaması işten değildir.
Bir NATO ülkesi olan Danimarka, kendisine bağlı Grönland topraklarına göz koyan Trump karşısında kendisini nasıl koruyacağının arayışı içindedir. Şu paradoksa bakın ki, bir NATO ülkesine yönelen tehdit Rusya’dan değil, bizzat NATO’nun en büyük ordusuna sahip ABD’den kaynaklanmaktadır.
*
Trump’ın Meksika ve Kanada’dan sonra Avrupa Birliği ile bir ticaret savaşına girişmesi de muhtemeldir. Trump’ın gümrük tarifelerini yükselterek yapabileceği hamlelere AB’nin nasıl karşılık vereceği, bu meydan okumayı nasıl göğüsleyeceği Avrupa cephesinde önemli bir sınav olacaktır.
Hepsini yan yana getirdiğimizde, “Batı dünyası” da kendi içinde gerilimlere sahne olmaya aday görünüyor. Trump, belli ki Batı dünyasını da sarsacaktır.
*
Her halükârda, Trump’la birlikte kuralsızlığın uluslararası ilişkilerde ana norm haline gelmesinin yaşadığımız dünyayı nerelere sürükleyeceğini, uluslararası sistemin üzerinde durduğu var olan ‘güç dengesizliğini’ nereye taşıyacağını bugünden kestirebilmek güçtür. Muhtemelen yeni ittifak arayışları da uç verecektir önümüzdeki yıllarda.
Bu arada, Gazze ile ilgili son önerisinden sonra Trump’a küresel ölçekte gösterilen devasa boyutlardaki tepki dalgasına bakılırsa, kendisine karşı büyük bir uluslararası ittifak zımnen de olsa ortaya çıkmış görünüyor.
İçine girdiğimiz belirsizliğin bu gibi sürprizleri barındırması işin belki de tek olumlu tarafıdır.
Yine de kabul edelim ki, artık üzerinde yaşadığımız dünyanın bir Trump sorunu var... Bu sorunun dört yıl boyunca nasıl taşınacağı dünyanın ortak meselesidir.
Tabii dört yıl sonra dünya, herhalde bugün bildiğimizden farklı bir yer olacaktır.